Bütün Peygamberleri Kendisinde Birleştirdi

Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, nûruyla Hazret-i Âdem’den önce, bedeniyle de bütün peygamberlerden sonra zuhûr etmekle, nübüvvet takviminin ilk ve son yaprağı olmuştur. Dolayısıyla O, yaradılış itibariyle ilk, zaman itibariyle son, peygamberdir.

Bütün varlıkların sebebi, nûr-i Muhammedî olduğundan, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamberi “Habîbim” hitâbına mazhar olacak bir liyâkatte yaşatmıştır. Rabbimiz, Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimizin müstesnâ ve mûtenâ hayatını, zâhiren ve bâtınen en güzel bir şekilde terbiye ederek, O’nu bütün insanlığa bir armağan olarak lutfetmiştir.

Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sîreti ve mübârek şahsiyeti, sırf insan idrâkine sığabilen tezahürleri ile dahî, beşerî davranışlar manzûmesinin en ulaşılmaz zirvesini teşkil eder. Zîrâ Allâh -celle celâlühû-, O mübârek varlığı, bütün insanlığa bir “Üsve-i Hasene” yani en mükemmel bir ahlâk numûnesi olarak yaratmıştır. Bundan dolayıdır ki, O’nu, insan topluluğu içinde acziyet bakımından en altta bulunan “yetim çocukluk”tan başlatarak, hayatın bütün kademelerinden geçirip, kudret ve salâhiyet bakımından en üst noktaya, yani devlet reisliği ve peygamberliğe kadar yükseltmiştir. Tâ ki, beşeriyet kademelerinin herhangi bir yerinde bulunan herkes, O’ndan kendileri için en mükemmel fiilî davranışları örnek alıp, O’nu kendi iktidâr ve istîdâdı nispetinde gerçekleştirmeye meyledebilsin.

KIYAMETE KADAR BÜTÜN İNSANLIĞA ÖRNEK

Esâsen Cenâb-ı Hak, O’nu peygamberlikle vazifelendirdiği ândan itibaren, kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara bir “örnek” olarak gönderdiğini beyân buyurmaktadır:

“Andolsun ki, Allâh’ın Resûlü, sizin için, Allâh’a ve ahiret gününe kavuşma­yı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (el-Ahzab, 21)

Bu demektir ki, bütün insanlık îmânî ve ahlâkî, daha emin bir tâbirle, tasavvufî davranış mükemmelliğine ulaşabilmek için, o mübârek varlığın hayat ve faâliyetlerini lâyıkıyla öğrenmek mecbûriyetindedir. Her insan, öğrendiklerini kendi istîdâdı nisbetinde taklîde yönelmelidir. Bu ise, O’na duyulan muhabbet ve O’nun rûhâniyetine bürünebilme nispetinde gerçekleşir.

MÜ'MİNLER İÇİN MÜJDECİ

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, peygamberlikten önce de tevhid muhtevâsı içinde asîlâne bir hayat yaşamıştır. Bilhassa, peygamberlik vazifesinin kendisine verilmesinin yaklaştığı zamanlarda, kendini daha çok Allâh -celle celâluhû-’ya gerçek bir kul olmaya adamıştı. Hira (Nûr) dağında uzun müddet inzivâlara çekilmiş ve derin tefekkürlere dalmıştı.

Bu inzivânın sebebi, zâhirde halkın içine düştüğü sapıklık, zulüm ve sefâletten gönlüne akseden ızdırap ve bütün âlemleri içine alan merhameti idi. Hakîkatte ise, insanlığa ebedî bir meş’ale olan Kur’ân’ın, Allâh katından, Peygamber Efendimizin kalb-i şerîfi vâsıtasıyla insanlığa ulaştırılmasını sağlayacak bir hazırlık safhasıydı.

Zîrâ âyet-i kerîmede,

“De ki: Cebrail’e kim düşman ise, şunu bilsin ki, Allâh’ın izniyle Kur’ân’ı senin kalbine bir hidâyet rehberi, önce gelen kitapları tasdîk edici ve mü’minler için de müjdeci olarak o indirmiştir.” (el-Bakara, 97) buyrulmuştur.

BÜTÜN PEYGAMBERLERİ KENDİNDE CEM ETTİ

Bu tecellî ve tezâhürlerle onun kalb âlemi, gerçek bir sâfiyete ererek, vahyi telakkî edebilecek bir seviyeye ulaştı. Vahye hazır hâle gelen o mübarek kalb, altı ay müddetle “sâdık rüyâlar” şeklinde tecellî eden manevî işaretler ve ilhamlara mazhar oldu. Böylece kendisine mâneviyât âleminden esrar perdeleri aralandı. Bu hâl, vahye muhâtap olmanın, sıradan kullar için tahammülü imkansız ağır yükünü taşımak hususundaki yaratılışında mevcut, ama gizli hâlde bulunan kâbiliyet ve istîdâdının zâhire çıkma mevsimi idi. Tıpkı, ham demirin içindeki istidât ile çelikleşmesi gibi…

Kısaca Fahr-i Kâinât Efendimiz, bütün peygamberlerin salâhiyet ve vazifelerinin cümlesini, şahsiyet ve davranışlarında cem etti. Neseb ve edeb asâleti, cemâl ve kemâl saâdeti onda zirveye ulaştı. Ahkâm vaz’ etti. “Kalbi tasfiye” ve “nefsi tezkiye” keyfiyetini ta’lim edip, berrak bir kalb ile Cenâb-ı Hakk’a karşı yapılacak kulluk ve duâyı öğretti. En güzel ahlâkı yaşayarak, insanlığa en mükemmel numûne oldu.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.