Büyük İtiraflarla Dolu Osmanlı Mektubu

Alman imparatoru Ferdinand'ın büyük itiraflarla dolu Osmanlı hakkındaki mektubu...

İspanya kralı, Kânûnî’nin kaptan-ı deryâsı Barbaros Hayreddîn Paşa’nın fetih hamlelerinden nefes alamayıp müslüman beldelerinde istediği zulmü icrâ edemeyince, buna karşılık kuru bir cesaretle Anadolu topraklarına doğru intikam seferine karar vermişti. O sıralarda Kânûnî Sultan Süleyman Hân’ın Avrupa içlerinde bulunması da kendisini bu hususta bir hayli heveslendirmişti. Ancak durumu öğrenen Alman imparatoru Ferdinand, hem İspanya kralının gerçekleri görerek hareket etmesi, hem de Kânûnî’ye karşı kendisine bir müttefik bulabilmek gâyesiyle ona, Osmanlı hakkında büyük itiraflarla dolu şu mektubu yazmak zorunda kaldı:

“–Kardeşim İspanya Kralı! Duydum ki, Osmanlılar Avrupa seferinde iken sen de bu fırsattan istifâde ile Anadolu’ya sefere çıkacakmışsın! Doğrusu bu hareketi yerinde ve isâbetli bulmadım. Zira ben, hayatım boyunca bizlerden birinin Anadolu’ya sefer yaparak orada bir kaleyi veya herhangi bir yeri fethederek ellerinde tutabildiklerini görmedim. Bir müddet elde tutulabilenler de, dâimâ Türkler tarafından tekrar geriye alınmışlardır. Anadolu bir tarafa, bizim memleketimizde fethettikleri yerleri bile geri alamıyoruz.

Bir düşün; nice yıldır hangi kaleyi aldık da elimizde tutabildik? Hangi şehri veya kasabayı ele geçirdik de tekrar geri vermedik? Bilesin ki, senin memleketinden çok uzak yerlerde böyle mâcerâlara atılman doğrusu boş işlerdir.

Yine bilesin ki, Pâdişah ve askerleri yerlerinde yok diye Anadolu’ya sefere çıkman, kükremiş bir arslanın açık ağzına elini koyman demektir ki, böyle bir durumda bir daha elini onun ağzından aslâ koparamazsın! Gel, sen bu işten vazgeç! Gel, bana yardım et! Eğer bana yardım etmezsen benim ömrüm tamamlanmış ve işim bitmiş olur. Bu da, sıranın size gelmesi demektir.”

Görüldüğü gibi Kânûnî devri, samîmiyetle inanan ve rızâ-yı ilâhîyi yürekten dileyen insanlara Allâh’ın yardımının şanlar ve zaferler yağmuru hâlinde tezâhür ettiği gerçeğinin bir örneğidir. Öyle ki, krallar, Kânûnî’nin vâlileri hükmündeydi.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.