Büyüklere Saygı Adabı

EDEP VE ADAB

Büyüklere saygı adabı nasıl olmalıdır? Efendimizin (s.a.v) saygısı nasıldı? Büyüklere saygının önemi ve fazileti nedir?

Yaşlı kimseler, yaşadıklarıyla, bildikleriyle çocuklara ve gençlere göre daha güngörmüş ve tecrübelidirler. Bir aile içinde, dede, nine; amca, dayı; hala, teyze gibi büyükler de bize emeği geçmiş kimselerdir. Onlar herkesten daha çok hizmet ve hürmet etmeye layık kişilerdir. Bunun için İslam kültüründe yaşça genç olanlar, ihtiyar olanlara saygı duyar, onlara öncelik verir ve onlara hizmet etmeyi bir vazife sayarlar. Büyük olanlar da küçük olanlarına şefkatle, merhametle ve anlayışla davranırlar. Böylece büyükler ve küçükler arasında bir sevgi ve saygı bağı oluşur. Huzur ortamı meydana gelir.

BÜYÜKLERİMİZE HÜRMETİMİZİ NASIL GÖSTERİRİZ?

Bir ortamda bulunuyorken büyüğümüz geldiğinde ayağa kalkarız. Gerekiyorsa ona yer gösterir önce onun oturmasını bekleriz.

Büyüğümüz çok yaşlı veya âlim bir kişi ise elini öperek ona hürmetimizi gösteririz.

Söz hakkı önceliğinin daima büyüklere ait olduğunu biliriz. Ya onlarız sözü bittiğinde konuşur ya da konuşmak için izin isteriz.

İbni Ömer (r.a.) anlatıyor:

Ben henüz çocuktum. Bir gün yaşlıların olduğu bir mecliste Allah Rasulü sordu:

– Bana müslümanın haline benzeyen bir ağaç söyler misiniz? Bu ağaç her zaman meyve verir ve yapraklarını da dökmez. Hangisidir?

Oradakilerden bu soruya cevap veren çıkmadı.

Benim kalbimden “bu hurma ağacıdır” diye geçti. Fakat ben orada Ebubekir ve Ömer (r.a.) gibi büyüklerim olduğu için onların sustuğu bir yerde konuşmayı uygun görmedim. Onlar da bir cevap vermeyince Allah Rasulü, bu hurma ağacıdır, buyurdu.

Sonrasında babamla birlikte dışarı çıktığımızda ona:

– Babacığım, benim aklımdan cevabın hurma ağacı olduğu fikri gelmişti, dedim. Babam:

– Öyleyse neden söylemedin? Sen orada soruya doğru cevap verseydin ne kadar sevinirdim! dedi. Ben:

“Siz büyüklerim konuşmayınca bende konuşmayı uygun bulmadım, dedim. (Halbuki büyüklerden bir cevap gelmeyince ben cevap verebilirdim) (Bakınız, Buhârî, İlm 4, Edeb 79)

Büyüklerimizle konuşurken sesimizi yükseltmeyiz. Şımarık ve lakayt olmayız.

El-kol hareketleriyle kaba davranışlar yapmayız.

Büyüklerle yemek yerken önce onların yemeğe başlamasını bekleriz.

Eğer onlarla birlikte yolda yürüyorsak önlerine geçmeyiz. Azıcık geriden ve sol taraflarından yürürüz.

Yolda yürürken ellerinde ağır bir eşyası varsa, onu alır kendimiz taşırız.

Çarşıda, pazarda, yolda herhangi bir yardıma ihtiyaç duyduklarında hemen yardımlarına koşarız.

Otobüs, tren gibi toplu taşıma araçlarında yer bulamazlarsa, yerimizi onlara veririz.

Bizim bulunduğumuz meclisten ayrılacaklarında ayağa kalkar, onları kapıya kadar uğurlarız.

Bir gün Peygamber Efendimiz ashabıyla oturuyordu. Yanı başında Ebû Bekir ile Ömer (r.a.) vardı. O sırada Efendimiz’in amcası Abbâs -radıyallâhu anh- çıka geldi. Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Abbâs’a yanında yer verdi. Hazreti Abbas, Ebû Bekir ile Allâh Rasûlü’nün arasına oturdu. Bunun üzerine Efendimiz:

– Güzel ahlaklı ve edepli kimselerin değerini ancak güzel ahlaklı ve ince edep sâhibi kişiler bilir, buyurdu.

Peygamber (s.a.), amcasıyla konuşmaya devam ederken sesini o kadar kısmıştı ki Hazret-i Ebû Bekir, Ömer’e:

– Rasûlallâh’a bir şey oldu, sesi iyice kısıldı, endişe ediyorum, dedi. Abbâs -radıyallâhu anh- işini bitirip oradan ayrıldıktan sonra Hazret-i Ebû Bekir:

– Ey Allah’ın Rasûlü, biraz önce rahatsızlandınız mı? diye sordu. Efendimiz:

– Hayır, dedi. Hazret-i Ebû Bekir:

– Sesiniz çok kısılınca endişe ettim, dedi.

Bunun üzerine Efendimiz (s.a.):

– Cebrâîl -aleyhisselâm- sizlere benim huzurumda yavaş konuşmanızı emrettiği gibi bana da amcama hürmet için onun yanında alçak sesle konuşmamı emretti.” dedi. (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, Cilt. XIII, 514/37321)

SAYGI BÖYLE OLUR!

Sevgili Peygamberimiz karşısındaki herkesi, sözünü bitirinceye kadar dinlerdi. Kimsenin sözünü kestiği görülmemişti. Kendisiyle tokalaşmak için yönelen kimseye elini uzatır, karşısındaki elini çekmedikçe kendi elini çekmezdi. Konuştukları sürece muhatabının yüzüne bakarak onu dinler; o yüzünü çevirmedikçe kendisi de çevirmezdi. (Tirmizî, Kıyamet, 46)

Peygamberimiz, yaşlılara saygı gösterip onlara hizmet eden gençleri gördüğü zaman çok memnun olurdu. “Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler gönderir.” derdi. (Tirmizî, Birr, 75)

Abdullah ve Muhayyısa adlı sahabiler bir gün Hayber şehrine gitmişlerdi. Orada bir arkadaşıyla buluşacaklardı. Arkadaşı buluşacakları yere gelmeyince merak edip onu aramaya başladılar. Bir süre sonra onu bir çukurda kanlar içinde ölmüş bir halde buldular. Büyük bir üzüntü içinde Medine’ye döndüler. Abdullah’ın kardeşi Abdurrahman olayı öğrendiğinde hemen Muhayyısa’yı ve onun kardeşi Huvayyısa’yı yanına alarak Peygamber Efendimizin yanına gitti. Sözü hiç kimseye bırakmadan heyecanla ve yüksek sesle olayı anlatmaya başladı. Oysa yanında hem olayı yaşayan hem de kendinden büyük olan Muhayyısa vardı.

Onun bu hareketinden hoşlanmayan Allah Rasûlü “Sözü büyüklerine bırak, sözü büyüklerine bırak!” (Buhârî, Cizye, 12) diyerek onu ikaz etti. Bunun üzerine Abdurrahman sustu, olayı büyükleri anlattı.

Peygamber Efendimiz, orta bir sesle ve tane tane konuşmayı severdi. Karşısında sağır varmış ya da kavga ediyormuş gibi konuşmayı doğru bulmazdı. Hem kendi torunlarına hem de diğer çocuklara nazik ve kibar konuşma hususunda örnek olurdu. Onlara ister büyükleriyle ister küçükleriyle konuşurken olsun orta ve yumuşak bir ses tonuyla konuşmalarını tavsiye ederdi. Buna örnek olarak Kur’an-ı Kerîm’den, Lokman Aleyhisselâm’ın oğluna şu öğüdünü verirdi. “Yavrucuğum! Yürüyüşünde tabiî ol ve sesini alçalt. Unutma ki seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19)

O bütün insanların birbirine saygılı olmasını arzu ederdi. Küçüklerin büyüklere saygı göstermeleri gibi, büyüklerden de küçüklere değer verip küçüklerini sevmelerini isterdi: “Küçüklerini sevip onlara değer vermeyen; büyüklerine de saygı duyup hürmet etmeyen bizden değildir!” (Tirmizi, Birr, 15) buyurarak buna ne kadar önem verdiğini bizlere gösterdi.

DERS ALSALARDI (Hikaye)

Osmanlı Devleti’nin kahraman hükümdarı II. Murat Han bir hatırasını anlatıyor.

Varna Meydan Muharebesi’nde Haçlı ordusunu perişan etmiştik. Ben savaş alanını geziyordum. Düşman Haçlı askerlerinin ölülerine ibretle seyrediyordum. Ölen askerlerin çoğunun genç olması hayli dikkatimi çekti.

Yanımda bana refakat eden yılların tecrübeli kumandanlarından Azap Bey’e dönerek:

Azap! Bu kadar ölünün arasında hiç ihtiyar yok! Bu nasıl bir iştir? Aralarında saçı sakalı aklaşmış bir insan göremiyorum!”

Azap Bey, benim söylemek istediğim ince nükteyi kavrayarak gülümsedi. Sonra bana:

Evet padişahım! İçlerinde hiç aksakallı yok! Zaten olsaydı, böyle kahraman ve kuvvetli bir orduyla savaşa cüret ederler miydi! Başlarına hiç böyle bir felâket gelir miydi! Sonra da güzel bir nükteyle sözünü tamamladı:

Sultanım! Belli ki onların yaşlıları, merhum dedeniz Sultan Bayezid Han’dan iyi bir ders aldılar. Bu dersin tecrübesiyle bizimle tekrar savaşmaya cesaret edemeyip harbe katılmamışlar!

Kaynak: Faruk KANGER Lokman HELVACI, ADABI MUAŞERET