Cafer Huldi (k.s.) Kimdir?
Cafer Huldi (k.s.) kimdir? Cafer Huldi (k.s.) hayatı, ilmi yönü, görüşleri ve hakkında kısaca bilinmesi gerekenler...
Adı Câfer b. Muhammed b. Nusayr, künyesi Ebû Muhammed, nisbesi Huldî. Havvâs lâkabıyla da anılır. Bağdat’da doğdu ve orada yetişti. Bağdat’ın Huld mahallesinden. Mesleği dokumacılık. Başta Cüneyd olmak üzere çağdaşı Ebu’l-Hüseyn Nûrî, Ruveym, Semnûn, Ebû Muhammed Cerîrî gibi sûfilerle görüştü.Huldî’nin tasavvufun rical ve terceme-i hâl bilgisine dâir eserlerinden bahsedilir. Bu eserleri Sülemî ve Ebû Nuaym’a kaynaklık etmiştir. Câfer’in nezdinde otuz kadar sûfi divanı bulunduğu rivayet edilir. Sûfilerin fetvâya ehliyetli büyüklerindendir. Altmış kadar haccetmiştir. 348/959 yılında Bağdad’da öldü. Kabri Şûniziye’de Cüneyd ve Seriyy’in yanındadır. Câfer Huldî, el-Lümâ’ müellifi Ebû Nasr Serme’ın ve Ebû Abbas Nihavendî’nin üstadıdır.
Câfer, hakikat ehlini hakikate âşinâ zatlar olarak görürdü. Çünkü onlar kendilerini Hak’tan alıkoyan şeyden ilgilerini kesmişlerdir.
Derdi ki:
– Vuslata ermek niyyetiyle amel yapanın ihlâsına bir zarar gelmez.
– Sınırlı olan herşeyden müteessir olur, herşey onun başına gelir, ama onun hiçbir şeye tesiri olmaz. Sınırsız kudret sahibi ise herşeyde müessirdir, asla müteessir değil. Allah Rasûlü bile mütenâhi, sınırlı varlığı sebebiyle vahiyden etkilenmiş ve “beni örtünüz, beni örtünüz” demişti. Yüce âlemde mekân tutunca etkilenmesi azaldı.
İLİM TEŞVİKİ
İlim talebini teşvik eder ve ilmi överdi. Derdi ki: Allah’ı ve O’nun ahkâmını öğrenmekten daha fazîletli bir ilim tanımam. Çünkü ameller ancak ilim sâyesinde safiyet kazanır. İlimden nasibi olmayanın ameli yok sayılır.
Sordular:
– İlim talebi de amel yerine geçer mi? Dedi ki:
– İlim talebi amellerin en büyüğüdür. Çünkü Allah Teâlâ ilimle bilinir. O’na itâatin yolu da ilimden geçer. Allah’dan hayâ edenler, ilim sâyesinde hayâ ederler. Bütün ameller ilimle makbûl olur. Şu âyet ilmin değerini ortaya koymaktadır. “O Allah, insana bilmediğini öğretti99 (el-Alak, 96/4).
Şöyle derdi:
Bir dervişi bedenini beslemek için şehvet ve iştah ile yemek yerken görürsen üç âfet içinde olduğunu bil!
- Geçmiş vaktini boşa geçirmiş; değerlendirememiştir.
- Gelecek zamana hazırlıklı değildir.
- İçinde bulunduğu ânı boşa harcamaktadır.
Oysa derviş yemeği, ibâdete kuvvet olsun diye zarûret ölçüsünde yemelidir.
Fukarâ ve dervişlerle sohbeti tavsiye eder, onları dünyanın kapalı hazineleri ve âhiret kapısının anahtarları olarak görürdü.
MÜMİNİN HİMMET VE DERDİ
Müminin derd ve dâvâ sâhibi olması gerektiğini söyler; derdin insanı olgunlaştırdığına işaret ederdi. Derdi ki: “Derdli ol; himmet ehli ol! Çünkü insanı riyâzat ve mücâhededen daha çok yücelten himmetidir; derdleridir.” Bununla rahat, hedefi ve gayesi olmayan insanın bir yerlere varamayacağına işâret etmek isterdi.
İbâdetin lezzetine varmak için nefsin lezzetlerinden geçmeyi şart koşardı. Hakikat ehli kendilerini Hak’tan ayıran bütün bağları kesmişlerdi.
İhlâs ile riyâ arasında şöyle bir fark vardır derdi: “Riyâ ehli, sâdece insanlar görsün diye uğraşır, İhlâs ehliyse ilâhî sevgiye ermek için.”
FÜTÜVVET VE TEVEKKÜL
Fütüvvet konusunda söz söyleyen sûfilerdendi. Fütüvveti nefsi küçültmek; müslümanların şerefini, ırzını, namusunu ve canını kendinden önemli görmek ve korumaktı.
Tasavvufu iddiayı terkedip mânâyı gizlemek olarak görürdü. Tasavvuf öyle bir haldir ki içinde rubûbiyetin zâtı zâhir, ubûdiyetin kendisi muzmahil olur; derdi. Yâni tasavvufu “Sen çekilince aradan; kalır seni yaradan” üslûbuyla yorumlardı. Beşeriyetten sıyrılıp bütünüyle Hakk’a nazar etmek olarak görürdü.
Sordular:
– Tevekkül nedir? Şu karşılığı verdi:
– Bir şeyin varlığı, ya da yokluğu sırasında kalbin eşit tepki vermesidir. Hatta birşeyin yokluğuna neşeli, varlığına neş’esiz davranmasıdır. Her iki hâlde de kalbin istikamet üzre olmasıdır.
Ağyârdan olmamak için havâsdan olmaya çaba sarf edilmesini tavsiye ederdi. Ahrârın; yani nefs esâretinden kurtulmuş hürlerin çabasının nefsleri için değil, dostları için olduğunu söylerdi.
TASAVVUF VE İRFAN
Tasavvufu, irfâna ve ledünnî ilhâma ermenin yolunu şöyle anlatırdı: Kendisine salâh rûhu verilen halka hizmete dört elle sarılır. Sıddîkiyet rûhu verilen nefsinden daima doğruluk ister, mârifet rûhu verilen olayların sebep ve sonuçlarını bilir, müşâhede rûhu verilene “ledün ilmi” ihsan edilir.
Derdi ki:
Seyahat iki türlü olur. Biri yeryüzünde, öbürü melekût âleminde. Yeryüzündeki seyahat, Allah’ın dostlarını bulmak ve Hakk’ın kudret asarından ibret almak için nefs ile seyrdir. Melekût aleminde seyahat ise melekût aleminde gaybleri müşâhade bereketinin kalbi mutmain kılması için yapılan seyrdir.
Câ’fer Cüneyd’den şöyle bir söz naklederdi: “İhlâs ile muamele yolunu tutanı, Allah Teâlâ yalancı iddialardan kurtarır.”
Kul ile varlık arasında takvanın yerleşeceği bir mekân bulunduğunu söyler ve bu mekânın kalb olduğuna işaret ederdi. Kalbe takvâ yerleşince oraya ilmin bereketinin gireceğini ve dünya ilgisinin sürüleceğini söylerdi.
ZÜHD NEDİR?
Sordular:
– Zühd nedir? Şu karşılığı verdi:
– Zühd isteyen önce baş olma sevdâsından geçsin. Nefsinin nasîb ve istekleri konusunda zâhid olsun.
Derdi ki:
Âşık sevgisini gizlemeye çabalar, aşk ise deşifre olmak ister. Aşk üzerine edilen lâflar sonuçta onu izhâr eder.
Huldî’ye izafe edilen bir takım eserler varsa da çoğu günümüze ulaşmamıştır.
- rahmetullahi aleyh -
Kaynaklar:
Sülemî, s. 434-439; Ebû Nuaym, X, 381-382; Kuşeyrî, I, 178; Hücvîrî, s. 197; İbnu-Cevzî, II, 468-469; Attâr, s. 752-754; İbnü’I-Mulakkın, s. 170-174; Câmî, s. 223-225; Şârânî, I, 101; Münâvî, I, 541-543; Nebhânî, II, 5-6.
Kaynak: Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları
YORUMLAR