Cafer-i Sadık Hazretleri’nin Sohbeti
Ca‘ferî fıkhının kurucusu Câfer-i Sâdık’ın (r.a.) sohbetini yazımızda okuyabilirsiniz...
Câfer-i Sâdık -rahmetullâhi aleyh- bir sohbetinde şöyle buyurur:
SIDK DEMEK, MÜCÂHEDE DEMEKTİR
Akıldan daha yardımcı bir varlık, cehâletten daha büyük felâket, meşveretten daha büyük yardımcı olamaz. İyi biliniz ki Allah Teâlâ, “Ben cömerdim, kerem sâhibiyim, cimri ve alçak insanlar bana mücâvir olamaz. Cimrilik ve alçaklık küfürden gelir. Ehl-i küfür cehennemliktir. Cömertlik ve kerem îmandandır. Îmân ehli ise cennettedir” dedi.
Namaz, her takvâ sahibi için (Hakk’a) yakınlıktır. Hac, her güçsüzün cihâdıdır. Bedenin zekâtı oruçtur. Amelsiz davetçi, yay olmadan ok atmaya çalışan kişi gibidir. Sadaka vermek suretiyle, rızkın üzerinize bolca inmesini sağlayınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz. İktisatlı davranan, fakir düşmez. Tedbir, hayatın yarısıdır. İnsanlarla dost olmak, aklın yarısıdır. Anne-babasını üzen, onlara âsî olmuş olur.
Musîbet zamanında sabredemeyip feverân eden, sevabından mahrum kalır. Allah Teâlâ sabrı musîbet miktarınca, rızkı da ihtiyaç miktarınca indirir. Kendisine verilen malı idareli kullananı Allah Teâlâ rızıklandırır. Malını saçıp savuranı ise Allah Teâlâ mahrum bırakır.
(Gerçek) istiâze, Kur’ân kıraatine tazim olmak üzere ağzı yalan, gıybet ve iftiradan temizlemektir. Allah Teâlâ’nın “Ey îmân edenler!” hitâbındaki lezzet, kişiden ibâdet ve taatın bütün yorgunluk ve ağırlığını giderir, yok eder (bilâkis ibâdetleri manevi bir ziyâfet hâline getirir).
Hakîki zikir, Hakk’ın zikri esnasında mâsivâyı (kulu Allah’tan uzaklaştıran her şeyi) unutmaktır. İşte o vakit, kul için Allah Teâlâ her şeye bedel olur.
İnsanlarda bir vefâ görmedim. O yüzden de cân u gönülden Allah Teâlâ’nın vefâsını tercih ettim, bundan başka her şeyi terk ettim. Onların hepsi zandan ibaret olduğu için hepsinden vazgeçtim.
Baktım, benim işimi bir başkası benim gibi yapamıyor, ben de kendi işimi kendim yapmaya karar verdim ve tembelliği boynumdan attım. Yaratıldığımdan beri rızkım, bana gelip yetişiyor. Bu yüzden ne hırsım kaldı, ne de tamahım. Bir gün ölüm gelip çatacak, kimse benim için ölmeyecek. Bu sebeple ölüme hazırlanmaya ve onu karşılamaya koyuldum.
İnsan oyun ve eğlence için yaratılmamıştır; mânen yücelerek Hakk’a vâsıl olmak için yaratılmıştır. O hâlde bereketli bir ibâdet ömrü yaşayıp eldeki en kıymetli sermaye olan ömrü zâyî etmemek gerekir.
İnsan bilmez mi ki ömür takviminden her gün bir yaprak düşmektedir! Geceler ve gündüzler birbirini takip etmekte, seherin ve sabahın bereketleri, uykudaki gâfillerin üzerinden geçip gitmektedir. Bu şekilde gâfilâne bir hayat yaşayanlar, kıyâmet sabahına uyanınca ellerinde hiçbir şey bulamazlar. Ellerindeki ömür sermayesi de tükenmiş olur. Gafletle işledikleri azıcık amelleri ise onların kurtuluşuna kâfî gelmez.
Üzücü ve tehlikeli bir işle karşılaşan kişi, beş defa ihlâsla “Rabbenâ!” derse, Allah onu korktuğundan emin kılar ve arzusuna nail eyler. İsterseniz Âl-i İmrân Sûresi’nin 191-194. âyet-i kerimelerini okuyunuz.
Tevbesiz ibâdet sıhhatli olmaz. Nitekim Allah Teâlâ; “Tevbe edenler, ibâdet edenler...” (Tevbe, 112) âyetinde tevbeyi ibâdetten önce zikreder.
Kendisinde hoşlanacağı bir şey gördüğünde “Maşallah, la havle velâ kuvvete illâ billah” demeyen kişiye şaşarım. Zîra Cenâb-ı Hak; “Bağına girdiğinde ‘Allâh’ın dilediği olur, kuvvet yalnızca Allâh’a âittir’ deseydin ya!” (Kehf, 39) buyuruyor.
Bir gam ve kedere müptelâ olup da; “Yâ Rabbi, Sen’den başka ilâh yoktur, Sen’i tenzîh ederim. Şüphe yok ki ben zâlimlerden oldum!” (Enbiyâ, 87) demeyen kişiye şaşarım!
Bir topluluktan korkup da: “Hasbunallah’u ve n’ime’l-vekîl” demeyen kişiye şaşarım! Zîra Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bir kısım insanlar, mü’minlere: ‘Düşmanlarınız, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!’ dediklerinde bu, onların îmanlarını bir kat daha artırdı ve ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!’ dediler.” (Âl-i İmrân, 173)
Hayır işleri, ancak şu üç şeyle kemâle erer:
- Karar verildiği an ihmâl edilmeyip hemen îfâ edilmesiyle,
- Yapılan ameli küçük görüp benlikten uzak kalmakla,
- Riyâdan sakınmak için gizli olarak îfâ edilmesiyle!
Beş çeşit insan ile arkadaş olmaktan sakın:
- Yalancı; çünkü onunla beraber olduğun sürece aldanış içinde bulunursun. O serap gibidir. Sana uzağı yakın, yakını uzak gösterir.
- Ahmak: Sana faydalı olmak istediği zaman bile zarar verir, bunun da farkında olmaz.
- Cimri: Senin en fazla muhtaç olduğun şeyi senden esirger.
- Korkak: Seni başkasına teslim eder ve zor zamanda kaçıp gider.
- Fâsık: Seni bir lokmaya ya da daha azına satar. Bir lokmadan daha azı, bir lokmaya tamah etmek, sonra onu da elde edememektir.
Sıla-i rahime riâyet etmeyen kimseyle de arkadaşlık etme! Zîra ben, Allâh’ın kitabının üç yerinde, onun mel’un olduğunu gördüm. Bir günlük dostluk sıla; bir aylık dostluk yakınlık; bir yıllık dostluk ise mahremiyettir. Bunu keseni, Allah Teâlâ rahmetinden uzaklaştırır.
Dostluk/arkadaşlık ancak kendi ölçüleri ile gerçekleşir. Kimde bu hasletlerden birini veya bir kısmını görürsen, bunu gerçek dostluğun alâmeti kabul et:
- Dostluk ölçülerinin ilki, ivazsız garazsız bir şekilde sana karşı samimî olmasıdır.
- İkincisi, senin zor duruma düşmeni kendi sıkıntısı olarak görmesi, senin iyilik ve güzelliğini de kendi iyiliği olarak görmesidir.
- Üçüncüsü, mal ve makamın onu değiştirmemesidir.
- Dördüncüsü, imkânı dâhilinde olan hiçbir şeyi senden kıskanmamasıdır.
- Beşincisi ise bu hasletlerin hepsini cem eder ki o da felâketler esnasında seni terk etmemesidir.
Allah dört şeyi dört şeyde gizlemiştir:
- Rızâsını taatında gizlemiştir. Bu sebeple O’nun taatından hiçbir şeyi küçük görmeyin; belki rızâsı o şeydedir.
- Gazabını günahlarda gizlemiştir. Onun için hiçbir günahı küçük görmeyin; belki gazabı ondadır.
- Evliyâsını mü’min kulları arasında gizlemiştir. Bu sebeple mü’minlerden hiç kimseyi hor görmeyin; belki o, Allah Teâlâ’nın velî kuludur.
- Duânın kabûlünü de kendisine yapılan duâlarda gizledi. Onun için duâyı terk etmeyin; belki icâbet o duâdadır.
Bir kişiyi affettiğim için hiçbir zaman pişman olmam! Bu affım sebebiyle pek çok zarara uğrasam da, affetmek bana, verdiğim bir ceza sebebiyle bin defa pişman olmaktan çok daha güzel gelir.
Benim kardeşliklerimden bana en çok ağırlık vereni, benim için külfet ve zahmetlere giren ve bu suretle kendisinden çekindiğim kimsedir. En çok sevdiğim kardeşliğim de, yalnızlık hâlim ile onunla bir arada bulunduğum zaman, davranışımı değiştirme ihtiyacı duymadığım kimsedir.
Allah Teâlâ dünyaya şöyle vahyetti: “Ey dünya! Bana hizmet edene sen de hizmet et! Sana hizmet edeni ise (kendi işinde çalıştırıp) yor ve yıprat!”
(Din) kardeşinden senin hakkında hoşuna gitmeyen bir söz ulaştığında üzülme! İşin aslı onun dediği gibiyse, bu üzücü söz, âhirette göreceğin bir cezaya kefaret olur. Yani o ceza, daha bu dünyada iken sana verilmiş olur. Öyle değilse, hiçbir şey yapmadan, bu söz sebebiyle bir hasene kazanmış olursun.
Yalancının mürüvveti olmaz. Hasetçi kimse rahat yüzü göremez. Cimrinin dostluğu olmaz. Duygusuz kimsenin kardeşliği yoktur. Kötü ahlâklı kimsede efendilik olmaz.
Haramdan geri dur, âbid olursun. Allâh’ın sana nasip ettiği kısmete râzı ol, (Allâh’a gönülden teslim olan) bir Müslüman olursun. İnsanların seninle nasıl arkadaş olmalarını istiyorsan, sen de onlarla öyle samimî arkadaş ol, o zaman (gerçek) bir mü’min olursun.
Günahkâr ile düşüp kalkma, yoksa sana kendi çirkin hâllerini öğretir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte; “Kişi dostunun dini üzeredir. Onun için her biriniz kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin!” buyrulmuştur. İşini Allah’tan korkan takvâ sahibi sâlih kişilerle istişare et!
Babam beni üç şeyle terbiye etti. Bana dedi ki:
- Oğlum! Kötü arkadaşla beraber olan, selâmette olmaz.
- Kötü yerlere girip çıkan, töhmet altında kalır.
- Diline sahip olmayan, pişman olur!
Öfke her şerrin anahtarıdır. Çalışıp kazanarak ihtiyaçlarını karşılamak gibi bir derdi olmayan kişide hayır yoktur. Hayırlı kişi, mal kazanıp geçimini temin ederek kimseye muhtaç olmaz, o malla borcunu öder ve sıla-i rahimde bulunur.
Kulların en hayırlısı, kendisinde şu beş hasletin toplandığı kimsedir:
- İyilik yaptığı zaman sevinir.
- Kötülük yaptığı zaman istiğfar eder.
- Kendisine nimet verildiği zaman şükreder.
- İptilâya maruz kaldığı zaman sabreder.
- Haksızlığa uğradığı zaman affeder.
Eğer bir günah işlersen, hemen istiğfar et! Sakın günahta ısrar etme! Kimin rızkı daraldıysa, hemen istiğfarı çoğaltsın! Bir mü’min kardeşine âit hoş olmayan bir şey duyarsan, onun için birden yetmişe kadar mazeret kapısı araştır. Bulamazsan; “Belki benim anlamadığım bir mazereti vardır” de sonra da meseleyi kapat!
Kim nefsine karşı yine nefsi için mücâhede ederse, kerâmetlere ulaşır. Kim de nefsine karşı Allah Teâlâ için mücâhede ederse Allâh’a ulaşır. Sıdk demek, mücâhede demektir ve aynı zamanda başkasını kendi üzerine tercih etmeyeceğin gibi, Allah üzerine de başkasını tercih etmemendir.
Canımın arzu ettiği bir şey bana takdim edildiği zaman, nefsime bakarım; şâyet arzu ediyor ise onu bir miktar yediririm. Çünkü bu, onu tamamen men etmekten daha iyidir. Şâyet arzu ettiği hâlde kendisini istemiyormuş gibi göstermeye çalışıyorsa, ben de ceza olarak ona yedirmem.
Şu dört şeyin azı da çoktur: Ateş, düşman, fakirlik, hastalık.
***
Süfyân-ı Sevrî hac için Mekke’ye geldiğinde ona şöyle soruldu: “Ey Rasûlullâh’ın evlâdı! Vakfe mekânı neden Meş’ar-i Haram’da değil de Harem’in ötesinde kılındı?” Şöyle cevap verdi:
- Kâbe Allâh’ın evi, Harem perdesi ve vakfe yeri de kapısıdır. Kullar O’na varmayı dileyince, onları tazarrû ve niyaz hâlinde kapıda durdurdu, vakfe yaptırdı. İçeri girmelerine izin verince onları ikinci kapıya, Müzdelife’ye yaklaştırdı. Çok yalvarıp yakardıklarını ve fazlasıyla gayret gösterdiklerini görünce onlara merhamet etti. Merhamet edince de onlara kurbanlarını takdim etmelerini emretti. Onlar kurbanlarını keserek kirlerini giderip günahlardan temizlendiklerinde ise onlara evini ziyaret etmelerini emretti.
- Peki, teşrik günlerinde oruç tutmak neden mekruh görüldü?
- Çünkü insanlar Allâh’ın ziyâfetindedirler. Misâfirin oruç tutması hoş görülmez.
- Kurbanın olayım, fayda vermeyen bir bez parçası olduğu hâlde insanlar Kâbe’nin örtülerine ne diye yapışıyorlar?
- Bu, birine karşı cürüm işleyen ve cürmünü bağışlaması için o kişinin eteklerine yapışıp etrafında dönen kişinin hâline benzer.
***
Oğlu Mûsâ Kâzım Hazretleri’ne şu hikmetli tavsiyelerde bulundular:
“Yavrucuğum, vasiyetimi iyi dinle, söylediklerime dikkat et! Eğer söylediklerime dikkat edecek olursan, mesut ve huzurlu yaşar, hamd ederek ölürsün.
Oğlum! Allah Teâlâ’nın taksimine rızâ gösteren zengin olur, başkasının elindekine göz diken ise muhteris olur ve gönül fakiri olarak ölür.
Kendi günâhını küçük gören kişi, başkasının küçük günâhını büyük görür. Başkasının günâhını küçük gören, kendi günâhını büyük görür.
Evlâdım! Başkasının kusurunu arayıp ayıbını ortaya döken kişinin, kendi evindeki kusurları ortaya dökülür. İsyan kılıcını kınından çıkaran kişi, o kılıçla kendini keser. Kardeşine kuyu kazan, kazdığı kuyuya kendisi düşer. Sefih insanlarla düşüp kalkan kişi, hor görülür. İlimlerle düşüp kalkan, hürmet görür. Kötü yerlere girip çıkan, töhmete uğrar.
Yavrucuğum! İnsanların itibarını zedelemekten sakın, yoksa senin itibarın da zedelenir. Seni ilgilendirmeyen hususlara girmekten uzak dur, yoksa bu sebeple zelîl olursun!
Yavrucuğum! Lehine de olsa aleyhine de olsa, hakkı/doğruyu söyle! Böyle yaparsan toplum arasında şânın yücelir.
Yavrucuğum! Allâh’ın kitabını oku, selâmı yay, iyiliği emredip kötülüğü nehyet, sana gelmeyene git, seninle konuşmayanla önce sen konuş ve isteyene ver! Koğuculuktan sakın! Çünkü söz taşımak, insanların kalbine düşmanlık tohumları eker. İnsanların ayıplarıyla uğraşmaktan sakın! Çünkü insanların ayıplarıyla uğraşan, onların hedefi olur…
Yavrucuğum! Ziyaret edeceksen hayırlı kimseleri ziyaret et! Fâcirleri ziyaret etme! Çünkü onlar, içinden su fışkırmayan katı bir kaya, yaprakları olmayan kuru bir ağaç ve çimeni çıkmayan çorak bir arazi gibidirler.”
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları
YORUMLAR