Cahiliye Zihniyetinin Sahip Olduğu Özellikler
Cahiliye zihniyetinin genel özelliklerini nelerdir? İslam’dan önceki dönemin belirgin özelliği olan cahiliye zihniyeti günümüzde de devam ediyor mu? Peygamberlerin cahiliye adetlerini, dünün ve bugünün cahiliye zihniyetinin sahip olduğu ortak özelliklerini Mehmet Büyükmutu yazdı...
Tüm peygamberler kendi döneminin câhiliyesi ile mücadele etmek üzere gönderilmiştir. Her kavmin câhiliyesi diğer kavmin câhiliyesinden farklılık göstermektedir. Bunu Kur'ân-ı Kerim’in beyanları göstermektedir.
PEYGAMBERLERİN CAHİLİYE SORUNLARI
Hz. Adem’in (a.s.) dönemindeki câhiliye Hâbil-Kâbil arasında cereyan eden hadise olarak tezahür ederken Hz. Lût (a.s.) dönemindeki câhiliye insanların kendi cinsleriyle sapkınlık yapmaları, fıtratı bozan bir sapkınlık olarak münasebet kurmaları, evinin mahremini dışarıya taşıyan kadın şeklinde cereyan etmiştir. Hz. Yûsuf (a.s.) mücadele ettiği câhiliye akrabadan gelecek imtihan, kardeşler arasındaki ihtiras, yokluk ve bolluk, kıskançlık ve fitne iken alışverişte ölçü-tartıya riayet etmemenin ve haksız kazanç sağlamayı tüccarlık zannetmenin vücut bulmuş hali Hz. Şuayb’ın (a.s.) mücadele ettiği câhiliye sapkınlığı olmuştur.
CAHİLİYE ZİHNİYETİNİN SAHİP OLDUĞU ÖZELLİKLER
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) peygamberliği öncesinde zulüm ve sapkınlıkların fazlaca olması, kız çocuklarına büyük zulümler yapılması, içki ve fuhşiyâta fazlaca rağbet edilmesi, haksızlık ve adaletsizliğin yaygın olup toplumsal sınıf farklılıklarının birer güç göstergesi olarak tebarüz etmesi, putlara ibadet edilip kader inancının olmaması, ahiretin yok sayılarak hesap ve kıyamete iman edilmemesi gibi birtakım adet ve alışkanlıklar, içinde yaşadığımız zamanın aşinası olduğumuz problemleri olduğundan, câhiliye dönemi sadece Hz. Peygamber’in (s.a.v.) peygamberliği öncesi Arap yarımadasına verilen bir isim değildir. Buna istinaden Merhum Seyyid Kutup câhiliyenin sadece belirli bir zamana veya mekâna mahsus, yaşanıp sona ermiş bir sürecin adı olmadığını; bilakis hangi bölgede ve zaman diliminde ortaya çıkarsa çıksın mezkûr menfi adet ve alışkanlıklarla mücadele, tebliğ ve irşâd görevlerinin yeniden yapılması gerektiği vakıa ve olgunun adı olduğunu ifade etmektedir.[1] Bu sebeple câhiliye, Hz. Adem’den (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemine kadar gönderilen tüm peygamberlerin izale etmek için mücadele ettiği yegâne âdetler manzumesi olup kıyamet sabahına kadar imtihan olunacağımız şeytani hasletlerin tamamıdır.
Câhiliye sadece bir iman, bilgi ve itikat problemi değil; bilakis gücü, aristokrasiyi, egemenliği, idare tutkusunu, itibar düşkünlüğünü ve sahip olduğu konfor alanını terk edememe sorunudur.
Câhiliye, bilmenin karşılığı değil; inat, inkâr ve İslam’ın getirdiği ve izale ettiği değişime direnişin kendisidir. Câhiliye, salt bir bilgi yoksunluğu değil; temelinde tanrı tanımazlık olan ve ilaha boyun eğmeyi kölelik yahut tanrıya mağlup olma olarak gören zihniyetin dışavurumudur.
Câhiliye, toplum mühendislerinin ve dünyayı kendi emelleri için birer fırsat bilen egemenlerin, yaratıcının emirlerini insanların gündeminden çıkararak ibadet edilecek yegâne merci olan Allah Teâlâ’dan ortaya çıkan ma’bûd boşluğunu kendi hegemonyası ve idare edip yönetme arzusuyla doldurma cüretkarlığıdır. Ahireti ve hesaba çekilme endişesini zihinlerden tecrit ederek yegâne dünyanın bu dünya olduğunu; dolayısıyla hangi tür günah-fuhşiyât-zulüm yapılırsa yapılsın hiçbirisinden dolayı bir hesap olmayacağını dikte ve lanse ederek insanı fıtratından uzaklaştırma temayülüdür.
Câhiliye yaşantısını körükleyen unsurların başında, kendi toplumsal sınıfını dikte edebilmek için edindiği aristokrat kimliğini kaybetme korkusu ve yönetme tutkusunu elden kaçırma endişesi bulunmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.v.) peygamberliğini kabul etmeyen Mekke müşrikleri, riyaset ve aristokrat kimlikleri kendilerinde kalmak kaydıyla inandıkları putlarının yanında Allah Teâlâ’ya da iman edebileceklerini söylemişler; ellerinden toplumdaki sosyal sınıf rollerinin gitmemesi ve zedelenmemesi için inkârı tercih etmişlerdir.
İnsan fıtratında (bilinç altı, iç güdü, mizaç) bulunan ibadet etme temayülünü kullanmak isteyen kimseler, bu denli bir bağlanma refleksini idare edebilme kudretini görünmeyen ancak emir ve nehiyleri harfiyen yerine getirilen bir Allah’a kaptırmak (!) istememiş; icad ettiği maddî-manevî putlarla insanları kendi emel ve arzuları çerçevesinde kullanarak yönetmeye çalışmıştır. Bu sebeple puta taparak taştan-odundan nesnelere ibadet etmenin onlara göre cazip gelen tarafı, görevlerini tanımladığı ve fiillerini yönlendirdiği bir ilah oluşturma, Allah Teâlâ’yı kendi kontrolüne alma çabasıdır. Nitekim Lât, Menât, Hubel ve Uzzâ’ya görevler yakıştırarak bunlara tanrılık payesi veren câhiliye toplumunun -kendilerince- Allah Teâlâ’nın yükünü hafifletmeye çalışmalarının arka planında da bu maksat bulunmaktadır. Yaratan ancak piyasayı, alışverişi, aile hukukunu, çarşı-pazarı, hukûkî mes'eleleri hasılı dünyayı yönetme işini insanlara bırakarak kenara çekilen bir ilah tasavvuru câhiliye toplumlarının temel akidesini; günümüz modern cahiliyesinin fikrî arka planını oluşturmaktadır.
CAHİLİYE ZİHNİYETİ GÜNÜMÜZDE DE DEVAM EDİYOR MU?
Modern zaman câhiliyesi ile kadim dönem câhiliyesinin benzer vasıflarından biri, ibret almamak için tüm musibet ve felaketleri tevil edecek cesareti kendinde buluyor olmasıdır. Günümüzde tek seferde hayatını kaybeden veya imtihandan geçen insan sayısı geçmiş ümmetlerde belki bir kavmin tamamına taalluk edecek miktarda bir kitleyi ihata etmesine rağmen ibret almamak ayrı bir çaba gösterilmesi, imtihana kılıf bulunup tevil edilmeye çalışılması, tarifi mümkün olmayan bir vicdan mahrumiyetini ifade etmektedir. Yakın zamanda yaşadığımız depremler, seller ve diğer felaketler, Suriye’de hala devam eden zulümler, tüm dünyayı kapı dışarıya çıkarmayacak şekilde eve mahkûm eden salgın hastalıklar, Libya’da binlerce kişinin 10 dakikalık yağmur sonrası çamur bataklığında kaybolarak vefat etmesi bizlere hala bir şeyler hissettirmeyecek, ibret alıp şapkamızı önümüze koyup düşündürmeyecekse içinde Ebu Cehillerin, Ebu Leheblerin olduğu bir câhiliyeye bela okuyup kendimizi tezkiye etmenin bir anlamı yok demektir. Halbuki Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerim’in birçok yerinde, aynı azaba duçâr olunmaması için ibret alınmasını emrediyor.
İçinde yaşadığımız zaman diliminde kendi câhiliyesini topluma mal eden ve bunu “Senin cahilliğin benim dünyamı etkiliyor.” diyerek herkese dikte eden kesimin İslam’dan vareste yaşam biçimi, kendi münzevi dünyalarında Müslümanca yaşam sürmek isteyen kimselerin ahiretini heba edecek bir şekilde cereyan ve tezahür etmektedir. Buna mukabil İslam, herkesin fıtratında mündemiç bulunan İslâmî refleksi, irade ve ihtiyarı yok sayan ve temelde kendi câhiliyesini topluma teşmil eden ideoloji ile sonsuza dek mücadele etmek üzere gönderilmiş bir dindir. Bu dinin mensupları da her dönemin câhiliyesi ile mücadele etme sorumluluğunu tekeffül etmiş bir dindar topluluğu ifade etmektedir. Bu sebeple Müslüman, dönemsel veya evrensel, yerel yahut genel câhiliye ile ebedi ve ezeli kavgası olan kimse demektir.
Dünyanın hemen her bölgesinde câhiliyenin farklı bir varyantı; farklı peygamberlerin mücadele ettiği bir câhiliye türü cereyan etmektedir. Bu sebeple bir Müslümanın görevi, her bölgenin câhiliyesini İslâm’ın nuru ile tanıştırıp saadet asrına çevirecek kıvamda bir irşâd ve tebliğ sorumluluğu ile mükellef görmek olmalı; ufkunu kendi ikbal ve istikbal endişesinden ahiret kaygısı ve hassasiyetinin ön planda olduğu bir dünya yaşantısı formatına çevirmeli; kendini sadece içinde yaşadığı topraklardan, iktidardan, devletlerden, çalışma ortamlarından, stabilize ve sterilize ortamlardan, standart kalıplardan ibaret görmeden âlem-i İslam’ın derdi, İslam ve Müslümanların istikbali ile mes’ûl ve mükellef bir fert olarak değerlendirmeli; hadiseleri geniş bir perspektiften okuyabilmelidir.
Dipnot:
[1] Seyyid Kutup, fî Zılâlî’l-Kur'ân, V, 2861.
Kaynak: Mehmet Büyükmutu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 452