Bir Ayeti 50 Yılda Keşfetti

Cambridge Üniversitesi profesörlerinden meşhur Astronomi Alimi Sir James Jones’in İslam ile tanışması...

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede; “…Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar…” (Fâtır, 28) buyuruyor. Yani gerçek bir âlimde öncelikle, “takvâ / Allah korkusu” şarttır. Cenâb-ı Hak, ancak böyle bir kuluna “âlim” diyor. Allah’tan korkmadan, Rasûlʼünden utanmadan, kendi nâkıs akıllarını yegâne hakîkat ölçüsü zannedip, dîni onun süzgecinden geçirerek, aklına uyanı alan, uymayanı atan gâfillere değil!..

ALLAH KORKUSUYLA SAÇLARI DİKEN DİKEN OLDU

Hint âlimlerinden Doktor İnâyetullah el-Maşrikî şöyle anlatır:

1909 yılında yağmurlu bir Pazar günü Cambridge Üniversitesi profesörlerinden meşhur astronomi âlimi Sir James Jones’i gördüm. İncil ve şemsiyesi koltuğunun altında olduğu hâlde kiliseye gidiyordu. Ona yaklaşarak selâm verdim, cevap vermedi. Tekrar selâm verince:

“Benden ne istiyorsun?” dedi.

“İki şey istiyorum beyefendi! Birincisi, yağmurun bu şiddetine rağmen şemsiyeniz neden koltuğunuzun altında duruyor?” dedim.

Gülümseyerek derhâl şemsiyesini açtı. Devamla dedim ki:

“İkincisi de sizin gibi dünya çapında söz sahibi olan bir âlimi kiliseye gitmeye sevk eden şey ne olabilir?”

Sir James, bu suâlim karşısında kısa bir süre durakladıktan sonra:

“Bugün bize gel de akşam çayını birlikte içelim!” dedi.

Akşam evine gittiğimde, bana semâvî cisimlerin yaratılışından, onlardaki müthiş sistemlerden, aralarındaki korkunç uzaklık ve farklardan, bu cisimlerin mâcerâlarından, mihverlerinden, çekimlerinden, akıllara durgunluk veren ışık tufanlarından vs. bahseden bir konferans vermeye başladı ki o anda kalbimin Allâh’ın azamet ve heybetinden titrediğini hissediyordum. Sir James’in ise Allah korkusuyla saçları diken diken olmuş, gözlerinden yaşlar boşanmış ve elleri tir tir titriyordu. Bir ara durdu ve sözlerine şöyle devâm etti:

“İnâyetullah dostum! Allâh’ın yaratmış olduğu bütün bu güzelliklere ve ihtişâma göz attığımda, Allâh’ın celâlinden vücûdum titremeye başlar. Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda eğilerek O’na: «Allâh’ım sen büyüksün!» dediğimde, vücûdumdaki her bir hücrenin bu sözümü tasdik ettiğini hissederim. İşte o zaman ben, büyük bir huzur ve saâdet duyarım ve bu saâdetimin, diğer insanların saâdetinden bin defa daha üstün olduğunu bilirim.”

BİR AYETİ 50 YILDA KEŞFETTİ

Bunun üzerine ben de kendisine, o anda hatırıma gelen şu âyet-i kerîmeyi okudum: “Kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar Allah’tan (lâyıkıyla) korkarlar.” (Fâtır, 28)

Sir James, âyet-i kerîmeyi işitince birdenbire haykırdı:

“Ne diyorsun, «Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkarlar.» öyle mi? Bu çok müthiş, aynı zamanda çok garip ve acâyip bir şey!.. Benim elli yıllık uzun araştırma ve tecrübelerim neticesinde keşfettiğim bir şey, Hazret-i Muhammed’in (s.a.v.) önceden haber verdiği şeyler arasında mı bulunuyor? Bu âyet hakîkaten Kur’ân’da var mı? Eğer öyleyse, Kur’ân-ı Kerîm’in Allah tarafından vahyedilmiş bir kitap olduğuna şâhitlik ettiğimi bir tarafa yaz!.. Hazret-i Muhammed ümmî idi, okuma-yazma bilmiyordu. Bu yüzden O’nun bu sırrı kendi kendine keşfetmesi mümkün değildir. O hâlde bu sırrı O’na bildiren Cenâb-ı Allah’tır.” (Vahidüddin Han, İslâm Meydan Okuyor, s. 251-253)

Böyle müsbet ilimlerle meşgul olan nice gayr-i müslim ilim erbâbı Müslüman olmuş ve niceleri de îmân etmese bile kendilerini hakkı teslîm etmek mecbûriyetinde hissetmişlerdir. Bu hâl, Kur’ân-ı Kerîm’in bir mûcizesidir. Allah Teâlâ buyurur:

(Habîbim!) Gerçek ilim erbâbı, Rabb’inden Sana indirilen ilâhî vahyin tamâmen hakîkatten ibaret olduğunu ve Hamîd olan Allâh’ın yoluna ilettiğini elbette göreceklerdir.”(es-Sebe’, 6)

“İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, onun (Kur’ân’ın) hak olduğu kendilerine iyice belli olsun! Rabb’inin her şeye şâhid olması yetmez mi?..”(Fussilet, 53)

Kâinâta ibret nazarıyla bakan her göz, onda bu âyet-i kerîmelerin sayısız tezâhür sahnelerini seyreder.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslam, Erkam Yayınları.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.