"çamurlu Kaftanımı Mezarıma Serin"

Osmanlı Tarihi

Zekî ve güçlü kumandan Yavuz Sultan Selim Han, Mısır Seferi sonrası neler yaşadı? İşte cevabı...

Yavuz, 10 Eylül 1517’de Kâhire’den İstanbul’a dönerken:

“–Gönül ister ki, Afrika’nın kuzeyinden Endülüs’e çıkayım ve sonra Balkanlar üzerinden tekrar İstanbul’a döneyim!” diyerek doyumsuz fetih arzusunu dile getirirken, gerçek bir müslümanın ufkunu ortaya koymuş oluyordu.

Bu manzara, Yavuz’un mağrurluğunu değil, rûhunda taşıdığı cihâd aşkının haşmetli şahlanışını ifâde eder. Şâir Yahyâ Kemâl, onun bu doyumsuz cihâd şevkini:

Sultan Selîm-i Evvel’i râm etmeyip ecel;

Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî!

mısrâları ile ebedîleştirmiştir.

MEŞHUR ALİM KEMAL PAŞAZADE'NİN TARİHİ TANIKLIĞI

Yavuz, Mısır dönüşünde yolu üzerinde bulunan Şam’a uğrayıp kabrini yaptırdığı Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri’nin türbe ve câmiini merâsimle açtı. Türbedar ise, keşfî bir sünûhât ile sessizce yanındakilere, Sultan Selîm Hân’ın artık fazla yaşamayacağını ifâde etti.

Kazandığı büyük muzafferiyetlerle İstanbul’a doğru ilerleyen Ya­vuz’­un ordusu, iki sene, bir ay ve yirmi gün süren bir Mısır seferinin yorgunluğu içindeydi. Bir ara geçtikleri bir bölgedeki susuzluk da bu yorgunluğa eklenince, büyük sıkıntılar yaşandı. Hattâ binekler bile telef olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Yavuz Sultan Selîm Han, bu hâle gönülden muzdarip olarak secde-i Rahmân’a kapandı ve:

“İlâhî! Bana ve askerlerime kolaylık ver! Bizlere lûtfunla muâ­me­le eyleyip rahmetini gönder Allâh’ım!..” diye Cenâb-ı Hakk’a ilticâ kıldı.

Daha o anda gökyüzünü kuşatan rahmet bulutlarından seller gibi yağmur yağmaya başladı. Böylece büyük bir susuzluk ve onun verdiği zararlar, Cenâb-ı Allâh’ın lûtfu ile bertaraf edildi.

İlâhî nusret ve rahmete müstağrak olan Yavuz Sultan Selîm Han ve ordusu, Adana civarında da şiddetli bir yağmura tutuldular. Her yer çamur deryâsı olmuştu. O sırada Selîm Han, devrin meş­hur âlimlerinden Kemâl Paşazâde ile yanyana at üstünde sohbet ederek gidiyorlardı. Birden Kemâl Paşazâde’nin atı ürktü ve ürken atın ayağından sıçrayan çamur, Yavuz’un üstünü baştan başa boyadı.

Kemâl Paşazâde çok üzüldü. Rengi attı. Yavuz, ona dönerek mütebessim bir çehre ile:

“–Ulemânın atının ayağından sıçrayıp bizi boyayan çamur, bizim için şereftir, mübârektir. Bu çamurlu kaftanı, ben ölünce sandukamın üzerine kapatın!” buyurdu.

Bu hâdise, Yavuz’un âlim ve âriflere gösterdiği hürmet ve tâzimi ne güzel ifâde eder.[1]


[1] İstanbul İmam-Hatip Mektebi’nde talebelik yıllarımda İstanbul’un geniş yolları açılıyordu. İbn-i Kemâl Paşa’nın mezarının üzerinden mecbûrî yol geçme durumu vardı. Şâhid olduk ki, mezarı bir türlü kaldıramadılar. Yol makineleri devamlı ârıza yaptı. Onları kullananlar sakatlandı, felç oldu. Bu hâl, mühendislere büyük bir ürküntü verdi ve yolu, kabrin etrafından dolaştırdılar. Şâhid olduk ki Hak Teâlâ, gerçek zâhir ve bâtın âlimlerinin mezarlarına bile izzet bahşediyor.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013