Cenâze Âdabı Nasıl Olmalıdır?

Hayâtın en mânidar noktalarından biri olan cenaze merâsimleri yozlaştırılarak mevtâ üzerinden dolaylı bir güç ve îtibar gösterisine dönüştürülmektedir.

Yüksek mevkî sahiplerinin cenazeye iştirâkiyle iftihar edilmektedir. Bâzı cenaze yakınlarının, cenazeye iştirâk eden veya tâziyede bulunan meşhur kimselerin isimlerini beyân ederek gazetelere teşekkür ilanları vermeleri de, tâziyenin rûhâniyetini zedeleyen bir başka husustur.

Ayrıca mevtânın rûhu için sadakalar verilip fakir-fukarânın hayır duâları alınarak Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti taleb edileceği yerde, hristiyanlıktan gelme bir âdet olan çelenklerle gayr-i müslimlere benzer manzaralar sergilenmektedir.

VEFÂ BORCU NASIL ÖDENİR?

Hâlbuki cenazelere Allah rızâsı için gidilir, mevtâya duâ edilir, selâmeti için sadakalar dağıtılır, din kardeşine karşı bir vefâ borcu ödenir. Nitekim Peygamber Efendimiz de ashâbına zaman zaman:

“Bugün bir cenaze teşyîinde bulundunuz mu?” diye sorarak onları din kardeşlerinin dert ortağı ve tesellî kaynağı olmaya teşvik ederdi.

Fakat bugün bâzıları, cenazelere, sırf mevtâ yakınlarına ayıp olmasın, onlar nezdindeki îtibarları zedelenmesin düşüncesiyle iştirâk etmektedirler. Bu sebeple gariplerin ve fukarânın cenazelerine değil, makam-mevkî sahibi, varlıklı, kuvvetli, şöhretli kimselerin cenazelerine daha çok alâka gösterilmektedir.

İNSANIN İZZET VE ŞEREFİNİN ÖLÇÜSÜ

Ne hazindir ki, dünyevîleşme ve maddecilik salgınının kol gezdiği günümüzde, her şeyi materyalist bir zihniyetle değerlendirmeye alışmış olan bâzı çevrelerde, insanın şeref ve kıymeti; para-pul ve makam-mevkî ile ölçülür hâldedir. Düğünler, sünnetler, cenazeler de âdeta bunun test edildiği yerler durumundadır. Hâlbuki insanın izzet ve şerefinin ölçüsü; her hâlükârda İslâm şahsiyet ve karakterini muhâfaza etmesidir, yani îmânıdır, takvâsıdır, güzel ahlâkıdır.

Lüks yaşama düşkünlüğü, düğün, sünnet ve sâir kutlama ve eğlencelerde sergilenen nefsânî ve şehvânî manzaralar, yapılan israflar, civardaki hastaları, bebekleri, mahzun, gamlı ve yorgun gönülleri düşünmeden, kul hakkı çiğnediğini aklının ucundan bile geçirmeden patlatılan silâhlar, havâî fişekler, maytaplar, rahatsız edici müzik çığlıkları vs...

Bütün bunlar, dünyevîleşme ve yabancı kültür istîlâsının toplumumuzdaki menfî tesirlerinden birkaçıdır. Bizim dînî ve millî örfümüz içinde böyle aşırılıklara yer yoktur.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.