Cennete Götüren Nimetler

İnsanın kulluk sınavı için hayat ve ölüm gerçeğini yaratan ve ona “En güzel amel ve davranışı ortaya koyma” hedefi gösteren [1] Yüce Rabbimiz, “En güzeli ortaya koyanlara en güzel karşılık (hüsnâ) ve daha fazlasını” ikram edeceğini de müjdelemiştir [2].

Müfessirlerimiz, “En güzel karşılık” diye tercüme edilen “el-Hüsnâ”nın “cennet”, “daha fazlası” diye dilimize çevirdiğimiz “ziyâde”nin ise “ilâhî rıza ve cemâlullâhı müşâhede nimeti” olduğunu ifâde etmişlerdir. Bu ilâhî ikramlarla birlikte, ihsan kalitesinde sunulan amellerin dünyevî ve uhrevî daha nice güzel ve eşsiz karşılıklarının olabileceği de unutulmamalıdır.

Cennet, ilâhî rızânın tecellî mahallidir. Bu itibarla cenneti istemek, bir anlamda Hakk’ın râzı olacağı bir kulluk kıvamına ulaşma iradesidir. İşte bu sebepledir ki, başta peygamberler olmak üzere Rahmân’ın bütün has kulları, gazab-ı ilâhînin bir tecellisi olan cehennemden Allah’a sığınmış, rahmet ve rızasının tecellisi olan cenneti de O’ndan niyaz etmişlerdir3. Bazı âşıkların vuslat iştiyâkı ile âdetâ mânevî sekr hâlinde iken söyledikleri “Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri/İsteyene ver sen ânı bana Seni gerek Seni” gibi bazı ifadelerini de doğru anlamak gerekir. Nitekim aşk sahibi mazurdur, denilmiştir. Böyle bir hâlden nasibi olmadığı hâlde bu nevi sözler söylemek, haddini aşan bir iddiada bulunmaktır.

Rabbimiz kullarını cennete davet eder4. Hatta bu uğurda yarışa girmelerini murâd eder5. Cehennemden kurtulup cennete girme ile sonuçlanmayan bir hayat serüveninin, başarı ve zafer değil, büyük bir kayıp, acı bir hüsran ve şiddetli bir azapla buluşma olduğuna dikkat çeker6.

CENNET NİMETLERİ

Kur’ân’ın birçok âyetinde cennet tasvirleri yapılır. İnsanın hoşuna gidecek nimetler sıralanır. Bağlar-bahçeler, köşkler, nehirler-ırmaklar, yiyecekler-içecekler, giyecekler, dostlar, tertemiz eşler ve insanın arzu duyacağı daha neler varsa hemen hepsine orada kavuşacağı vaadedilir. Hem de geçici bir müddet değil, ebedî olarak. Fakat bu vaadler, rastgele dağıtılmaz. Şartlar ve bedeller sıralanır âdetâ. Bu bedeller, çoğu zaman maldan ve candan ödenir7. Boş ve bâtıl işlerle ömür geçirenlerin bu ulvî nimetlerden beklenti içine girmesi esasen beyhûde bir avunmadır. Elbette cennet nimeti, yaptıklarımızla bizim hakettiğimiz bir sonuç değildir. Rahmân ve Rahîm olan Rabbimizin engin rahmetinin bir ikrâmıdır. Ancak bu ikramın yapılmasına vesile olması bakımından, başta îman olmak üzere, say u gayretin, ibâdet, taat ve amellerin önemi de büyüktür. Konuyla ilgili çok sayıda âyet-i kerime nakletmek mümkündür. Rabbimizin kelâmıyla doğrudan muhatap olma bakımından ilgili bazı âyetlere burada yer vermek faydalı olacaktır:

(Cennete giren müminlere hitaben:) “İşte yaptığınız (iyi ameller) sayesinde kendisine varis kılındığınız cennet!” diye nidâ edilir”. (Arâf Sûresi, 43)

“Mü’min olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisâ Sûresi, 124)

“İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele…” (Bakara Sûresi, 25)

Bu ve benzeri âyetlerden anladığımız şudur ki, cennete nâiliyyet fedakârlık ister. Cennet mirasına bedel ödemeden ulaşmayı temenni eden kimseleri Rabbimiz şöyle uyarır:

“Yoksa siz; Allah, içinizden din uğrunda say ü gayret eden mücâhidleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmrân Sûresi, 142)

CENETİN DERECELERİ

Cennet de kendi içinde birçok dereceleri olan nimetler yurdudur. Yani bir anlamda sadece bir cennet değil, cennetler vardır. O derecelere nailiyyet de umumiyetle amellere göredir. Kur’ân-ı Kerim’de bu konuya da şöyle işâret edilir:

“Herkese yapıp ettiği amellerden kaynaklanan dereceler vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.” (En’âm Sûresi, 132)

Rabbimiz yine Kur’an-ı Kerim’de oturanlarla gayret edenlerin asla müsavi olamayacaklarını beyan etmiş, gayret ve fedakârlık yapanların nice nice derecelerle oturanlara üstün kılınacağını haber vermiştir8.

FİRDEVS CENNETİNE GİRECEKLERİN VASIFLARI

Cennetler içinde müstesnâ bir yeri olan “Firdevs Cenneti”ni vâris olan müminlerin vasıfları âdetâ özel olarak sayılmıştır:

1. Namazlarında huşû sahibidirler,

2. Boş söz ve işlerden yüz çevirirler,

3. Zekât vermek ve arınmak için harıl harıl çalışırlar,

4. Irz ve namuslarını korurlar,

5. Emânetlere riâyet ederler,

6. Söz ve ahidlerine sadıktırlar ve

7. Namaz ve dua hâllerinde daimîdirler ve bunların haklarını da tam olarak korur ve kollarlar.9

Cennet yolculuğu, bazen düz bazen de sarp tepelerden aşan bir yolculuktur. Bunun için en önemli azık, sabır ve sebattır. Günahlardan kaçabilmek, nefsin lüzumsuz ve mahzurlu isteklerine dur diyebilmek, taat, ibadet, salih amel ve hizmetlerde daim olabilmek, hayatın çeşit çeşit imtihanlarında başarılı olabilmek için sabır vazgeçilmez bir esastır. Bunun içindir ki Rabbimiz cennet mükafatını kazananların sabredenler olduğuna işaret eder. Meselâ Furkân Sûresi’nin 62. Ayetten 74. Âyete kadar olan bölümünde, Rahmân’ın has kullarının vasıfları sıralanır ve kendilerine cennetler ikram edileceği beyan edildikten sonra onların bu vasıflara ve mükâfata erme sırrına şöyle dikkat çekilir:

CENNET MÜKÂFATINA ERMENİN SIRRI

“İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selâmla karşılanacaklardır.” (Furkan Sûresi, 75)

“Sabretmiş olmaları sebebiyle, bugün ben onları mükâfatlandırdım. Şüphesiz onlar başarıya erenlerin ta kendileridir.” (Mü’minûn Sûresi, 111)

Hulâsa cennet nimetine, îman, sâlih amel, Allah yolunda sa’y ü gayret, zorluklara ve sıkıntılara karşı büyük bir sabır ve sebatla, ilâhî rahmete nâiliyet neticesinde ulaşılabilecektir.

Dipnotlar: 1) Mülk Sûresi, 2. 2) Yûnus Sûresi, 26. 3) Furkan Sûresi, 65, 66. 4) Bakara Sûresi, 221. 5) Hadid Sûresi, 21. 6) Âl-i İmrân Sûresi, 185. 7) Tevbe Sûresi, 111. 8) Nisâ Sûresi, 95-96. 9) Mü’minûn Sûresi, 1-11.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, 361. Sayı, Mart 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.