Cenneti Yaşayanlar

Diğer insanlar hakkında peşin yargılarla ya da bazı davranışları sebebiyle sû-i zanda bulunmak, başkaları hakkında güzel duygular besleyememek, çoğu zaman nefsin ya da şeytanın vesveselerini ciddiye almaktan kaynaklanır. Bu nevi vesveseler ise kişiyi huzursuz kılar ve yanlış davranışlara sürükler. Esasen her şeye güzel bakmasını bilen ve güzel düşünen insanların, daha dünyada iken gönül âleminde cennet yaşadıkları bile söylenebilir.

Enes İbn Mâlik (radıyallâhu anh)’in rivâyet ettiğine göre Allâh Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir kısım ashabıyla birlikte otururken:

Şimdi cennet ehlinden olan bir şahıs çıkıp gelecek! buyurdu.

Bir müddet sonra Ensar’dan, yüzünden abdest suları damlayan ve nalinlerini sol eline almış bir adam çıkıp geldi. Ertesi gün olunca Peygamberimiz aynı haberi verdiler, ardından yine aynı adam aynı şekilde geldi. Üçüncü gün de yine aynı durum tekrar etti. Allâh Resûlü oradan kalkınca Abdullah İbn Amr adamı takip etti ve ona:

“Babamla münakaşa ettim ve üç gün eve gitmemeye yemin ettim. Bu müddet içinde beni misafir edebilir misin?” dedi. O da:

“Olur!” dedi.

Abdullah onunla üç geceyi birlikte geçirdi. Fakat adamın geceleyin ibadete kalktığını görmedi, ancak yatağında sağa sola dönerken Allâh Teâlâ’yı zikrettiğini, sabah namazı için kalkarken de tekbir getirdiğini gördü. Hazreti Abdullah devamla diyor ki:

Ondan güzel ve hayırlı sözden başka bir şey işitmedim. Bu üç gece geçince yaptığı amelleri biraz küçümser gibi oldum. Ona:

“Ey Allâh’ın kulu! Doğrusunu söylemek gerekirse babamla benim aramda bir dargınlık ve kırgınlık mevcut değildir. Ancak Allâh Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) üç gün üst üste; “Şimdi cennet ehlinden biri çıkıp gelecek!” buyurdu, her üçünde de sen çıkıp geldin. Bu yüzden senin yanında kalıp hangi amelleri yaptığını göreyim de ben de senin gibi yapayım istedim. Fakat senin çok amel yaptığını görmedim. Acaba, seni Peygamberimiz’in buyurduğu mertebeye ulaştıran sebep nedir?” dedim. O da:

“Benim hâlim senin gördüğünden ibarettir.” dedi. Tam dönüp giderken beni geri çağırdı ve:

“Benim halim senin gördüğünden ibarettir. Ancak benim içimde herhangi bir Müslümana karşı bir hile, fesat ve aldatma duygusu yoktur. Aynı şekilde Allâh Teâlâ’nın bir Müslümana ihsan ettiği iyiliklere de hased etmem,” dedi. Ben de:

“İşte seni bu dereceye ulaştıran şey, bizim kolay kolay başaramadığımız bu vasıftır.” dedim.[1]

[1] Ahmed, Müsned, III, 166.

Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.