Çiçeği Burnunda Anneye Tavsiyeler
Hastaneye giderken yanına ne alman gerektiği, çocuğuna ne giydirmen gerektiği, süt olmazsa ne yapman gerektiği… vb. internette bolca var, bunları geçiyorum. Sıkıntı sen eve gelince başlıyor.
Değerli lohusa kardeşim; Gözün gönlün aydın olsun. Yavruna kavuştun. Rabbim güzel günlerini göstersin. Rabbine hayırlı kul, Habîbi’ne ümmet, sizlere de hayırlı evlad eylesin.
Zordu hâmilelik sürecin… Doğum, ayrı bir zordu; ama her birinin bir ecri var biliyorsun. Bir evlada sahip olmana mı sevinsen, sağlıklı-sıhhatli kucağına aldığına mı sevinsen, bilemezsin şimdi… En iyisi, bol bol hamd et, şükret, duâ et.
“Zordu” dedim ya sana… Sen asıl zorluğa bak şimdi… Endişelenme hemen, bu zorluk Rabbimin vaad ettiği kolaylığa da gebe… (Bkz: el-İnşirâh, 5-6) Lâkin seni asıl yoracak olan etrafın bitmek bilmeyen öğütleri, tavsiyeleri, nasihatleri; yani “dış sesler”…. Sana “dış sesler”den bahsedeceğim. Daha yavrunu kucağına almadan başlar zaten eşin dostun hikâyeleri... Bir defa onlara kulak asmamalı insan... Zira her insanın tecrübesi kendi fıtratına ve istidadına göre gelişir. Ama ister istemez kulak asarsın, daha evvel tecrübe sahibi olduğun bir durum değil ki evladın olması… Sütü nasıl vermelisin, üzerine ne giymelisin, ne yemeli, ne içmelisin, artık hepsini çevren belirleyecek ve her kafadan bir ses çıkacak.
Hastaneye giderken yanına ne alman gerektiği, çocuğuna ne giydirmen gerektiği, süt olmazsa ne yapman gerektiği… vb. internette bolca var, bunları geçiyorum. Sıkıntı sen eve gelince başlıyor. Kız çocuksa, derin bir sessizlik ve:
“-Olsun bakalım!” sözleri duyarsın bazılarından...
Erkekse pek bir sevinirler. Dedesinin adını koyman hakkında sosyal baskılar olur. Hatta başka alternatif bırakmazlar. Unutma, anne-babanın çocuk üzerindeki hakkıdır, isim koymak... İsim, müsemmâya çeker. Önceliğin Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, peygamberler ve sahabîler olsun. Herkes sorar:
“-Kızım sütün var mı? Çocuk doyuyor mu? Aman bol şekerli iç, çayı, sütü…”
Ne içersen iç, bir kere süt yapan şeker değil, sıvı almaktır.
“-Sütün olmazsa hemen hazır mama ver, hiç korkma, bir şey olmaz!” derler.
Süt mevzuu bitmez de senin fizikî durumun bir kaygı meselesidir şimdi:
“-Karnın çıkmasın, aman sar kızım… Kilolı bir hanım olursun ilerde…”
Varan iki: Kocaman çarşaflar sararlar karnına, olmadı daracık korselerde boğulursun.
“-Karnını sarmazsan benim gibi olursun!” der akrabanın en kilolu hatunu…
Çocuk azıcık ağlasa, “Üşüdü bu çocuk, gazı var! Aman dikkat et, odadan dışarı adımını atma! Çocuk senden alır gazı; üstünü sıkı giy, patiğini ayağından çıkarma! Onu yeme, bunu içme… Gaz yapar, çocuk sancılanır, uyumaz uyutmaz!.” sözleri uçuşur havada...
İnadına yedim ben, çiğköfte bile yedim hattâ... Süt acırmış, hikâye… Yemesen; “Kızım sütün çeker.” derler. Önüne geleni yersin, sütüm çekecek diye. Sonra:
“-Sen de epey kilo almışsın!” sözleri ve anlamlı bakışların hedefi olabilirsin, o halde ölçüyü kaçırma.
Çocuğun gazı mevzuunda epey başın ağrıyacak, lâkin akışına bırak. O gazı altı ay çekersin, bu bir gerçek...
“-Falanca otu kaynat, şu bitkiyi iç, bu kürü yap...”
Aman yâ Rabbi, neler neler!.. İki evladımda da eczaneden aldığımız doğal bir yağla geçirdim ben o dönemleri. Göbeğine elma yağı, ayak altına kayısı yağı, vücuduna zeytin yağı… Çocuk vıcık vıcık yağ olacak, maazallah... Hiç dinleme! Çok bilinen ve uygulanan metotlar dene, gazı hafifler. Zaten çocukla birbirinize alıştıkça o seni yönlendirecektir. Zira bunlar fıtratımızdaki kodlardır, Rabbim vakti geldikçe bu kodları bize çözdürecektir.
Çocuğu kucağında gören:
“-Yavrum, kucağına alıştırma; bak, çok zorlanırsın, benden söylemesi!” der ve devam eder. Hiiiç dinleme, bol bol kucağına al, sarıl, doya doya öp kokla yavrunu!.. Büyüse kucağına sığacak mı? Ya da kucağına almaya fırsatın olacak mı? Zaten yapılan araştırmalar da kucağa alınan bebeklerin güven duygularının daha fazla geliştiğini, sevildiklerini hissettiklerini ve sâkinleştiklerini söylüyor.
Senin kilolarına takılan bir gürûh çıkacak karşına, ki bunlar hemen çıkmaz, bebek görmesine gelenler arasında görebilirsin bunları...
“-Epey kilo aldın sen, nasıl vereceksin?” diyen, acıyan gözlerle söze başlayıp nasihatlere ya da örneklere başlarsa karşındaki, hemen lafı değiştir. Zira Rabbim nasib ederse, önünde daha uzun bir zaman var; verirsin bu kiloları… Yediğinden hiç kısma, unutma çocuğuna süt veriyorsun; “Abartmadan her şeyden ye!” diyenleri dinle. İnsan ölçüyü kaçırmadığı zaman kilo hiç dert olmaz. Ama sakın emzirme döneminde diyet modalarına uyma.
Çocuk şöyle biraz ele gelmeye başlayınca, o dış sesler yine devreye girer:
“-Amann sütün yaramıyor herhalde, çocuk hiç kilo almamış, gelişememiş, sen doktorlara bakma, yemeğin suyundan vermeye başla!” diyenler mi ararsın, biberonla devam sütü vermeni önerip çocuğun anne sütünü almasını zorlaştıranları mı? Yaşından önce bala başlatan mı, rahat uyusun diye azıcık anason içirenleri mi? Hangi birini söyleyeyim?
Ha bir de emzik var tabii. Her ne kadar doktorlar alıştırmamaya çalışın dese de eğer bir de çalışan anne isen emzik bir süreliğine kurtarıcı oluyor ya da en büyük susturucu diyelim. Ama baktın ki emziğe çok bağlandı, bıraktırmaya çalış. Biberon da aynı şekilde... 24 ayı tamamlayıp emme refleksi bittiğinde, hayatında biberon varsa onu da kaldır. Dört-beş yaşına kadar biberonla süt içen çocuklar bu dönemde bıraktırılmadıkları için biberondan vazgeçemiyor. Ağız ve diş yapısında bozulmalara sebep oluyor. Bir de biberon bıraktırma seansları var ki, evlere şenlik!.. İçine böcek, arı, sinek koyanlar, ucunu kesenler, boyayanlar…
LOHUSANIN MEZARI KIRK GÜN AÇIK KALIR!
Tam da çocuğum uyumuşken evimizin balkonunda biraz hava alayım diye ayakta etrafı seyrediyordum. Derken âile fertlerinden duyduğum bir sesle irkildim:
“-Kızım, sen n’apıyorsun, lohusanın mezarı kırk gün açık olur! Bir daha böyle üstüne bir şey almadan çıkma!”
Donup kalmıştım. O dönemde bir yakınımız vefat etmiş ve ben de günlerce onun kabrini ziyaretim esnasında gördüğüm boş kabri gözümün önüne getirip durmuştum. Birden o açık kabir görüntüsü geldi karşıma… Güler misin, ağlar mısın?! Lohusalık, yepyeni bir hayat, farklı duygular, uykusuz geceler, yorgunluk, al bakalım bir de kabrin açıkmış… Ne yapmalı? Ağustos sıcağında olmamıza rağmen o sözler beynimde uçuşur vaziyette hemen balkondan içeri girdiğimi hatırlıyorum.
Çocuk azıcık huysuzlansa; dış sesler:
“-Bu daha iyi günlerin, bak bir büyüsünler seni beni saymaz olur, hiç söz dinletemezsin, keşke büyümeseler dersin!” derler.
En iyi tavsiyeleri nedir biliyor musun?
“-Çocuğun uyurken sen de uzan dinlen biraz…”
Aranan cümledir ya hu… Hiç kaçırma, hemen fırsatları değerlendir. Unutma ki, dinlenmesi tam olan annenin, sütü de tam olur. Çocuğun uykuları eşe dosta dert olur. Uyusa nazar ederler, uyumasa seni gererler.
Çocuğun olumlu yönleri hakkında her ortamda konuşma. Uykusu güzel bir çocuksa anlatma, “uyuyor” diye… İnan, nazara gelip gece uyumaz, uyumadığı gibi bağırır susmaz, bütün aileyi ayakta bırakır. Yavruna her gün oku. Sen okuyamazsan babası her gün ona Fâtiha, Âyete’l-kürsî, İhlâs, Felâk, Nâs sûrelerini okusun. O yavrucak, henüz bizim günahkâr bakışlarımızı kaldıramaz. Çok nazar alır. Senin nazarın değmez mi sanırsın? Anne-babanın da nazarı değer.
“-Sakın yanında yatırma çocuğu!..” diyenler olacaktır.
Kısmen doğrudur; uykun ağır ise, hiç deneme yatağına almayı… Beşik hemen uzanma mesafesinde olsun. Ama zaman zaman uyumasan da yanına uzan bebeğin.
BEBEĞİN KOKUSU VE ANNENİN KOKUSU
“-Kokuna alıştırma!” sözlerine kulağını tıka, bir tanecik annesisin sen o yavrunun; “güvenli bağlanma” denilen şeyi yaşa... Anne kokusu gibi güzel bir koku kokladın mı bugüne kadar... Senin için evladının kundağındaki o cennet kokusu ne ise, yavrun için de anne kokusu odur, belki daha ziyadedir. Çünkü 0- 2 yaş arasında çocuk, kendini annesinin bir parçası gibi görür. Rabbimin içinde hissettirdiği duyguya kulak ver. Yıllarca Batılı pedagogların fıtrata ters görüşleriyle büyütüldü bu toplumun evlatları... Fıtratındaki şeyi yaşa, içine doğan fikri uygula…
Sakın bebeğe oda takımı almaya kalkma. İki yaşından evvel de şartlara göre olmak kaydıyla odasını ayırma. Yavrucak doysun sana... İki yaştan sonra da ona bütçene göre bir oda ayarla ki, senden kopup odasına alışması da kolay olsun.
“-Falanca bezi kullan!” tavsiyeleri de bebekten bebeğe değişir. Her çocuğun ten yapısı her bezi kabul etmez. Boykot ürünü olan bezler, dünyanın en iyi bezi değil, inan ki... Reklamı çok olan bez kadar kaliteli yerli bezler var, hamdolsun, onlar işini görür.
Islak mendile gelince; kullanmayan bir grup anne var, saygı duyarım. Ama taşıma suyla değirmen dönmüyor. Her bezinde sıcak su hazırlama, temizleme bezi tedâriki, onların hijyeni… İnsanı yoruyor. Güvendiğin, pamuk ağırlıklı ıslak mendillere devam kardeşim.
Çalışma hayatın varsa daha bebek kırkındayken:
“-Ne zaman işe başlayacaksın?” sorularına hazır olmalısın. En iyi cevap nedir biliyor musun?”
“-Belli değil!”
Zira mevzu uzar gider; hatta “Sen bu çocuğu bırakıp nasıl gideceksin işe… Aklın onda kalır, bakıcılara da güvenilmiyor ki!.. Neler izliyoruz televizyonda, en iyisi hiç çalışma büyüyene kadar…”
Bu konuşmalar uzayıp gider, kulak asma. Gelecek hakkında kimsenin bilgisi de yok, garantisi de…
BÜYÜK FİNAL
Ve büyük final:
“-Aman kızım, bak falancanın gelini de ikinci çocuk sahibi olamadı. Hiç düşünme, arkadan bir kardeş gelsin, beraber büyür giderler…” türünden laflara sakın itibar etme.
“-Evladı veren Allah’tır!” de, üzerinde durma. Elbette bir değil, birçok kardeşler olsun; Ümmet-i Muhammed gelişsin, büyüsün isteriz. Fakat yavrunu doya doya büyütmeye bak. Art arda evladı doğan bir anne olarak söylüyorum, hiç kolay değil. Biri daha ana kuzusuyken diğeri gelir kucağına. İkisi de anneye muhtaçtır, bu hususta pedagogları dinlemekte fayda var.
Dış sesler, böylece uzar gider. Belki bu yazı bile bir “dış ses” oldu senin için... Unutma, her annenin tecrübesi kendine göredir. Seni ve yavrunla beraber âileni güzel günler bekliyor, biiznillah… Sen bol duâ et, bol tevekkül et, annen kayınvâliden, varsa ablan, eltin, görümcen ya da kız kardeşin, sana çok yardımcı olurlar bu süre zarfında… Onlara da bol teşekkür et. Unutma ki, onlar büyük nîmet.
Haydi kardeşim, yavrunu güle güle büyüt, Rabbine emânet et.
Kaynak: Fatma Çatak, Şebnem Dergisi, Sayı: 136