Cinler Nasıl İman Etti?
Addâs’tan başka kimsenin îmân etmediği Tâif dönüşünde Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, geceyi geçirdiği bir yerde Kur’ân okurken, bir grup cin O’nu dinledi. Hepsi de hakîkati anlayıp Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e îmân ettiler. Kavimlerinin yanına teblîğ vazîfesiyle döndüler. (İbn-i Sa’d, I, 212)
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- şöyle demiştir:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir grup ashâbıyla Ukâz Panayırı’na gitmek niyetiyle yola çıkmıştı.
O zaman, (cin tâifesinden olan) şeytanların semâdan gelen haberleri almalarına mânî olunmuştu. (Bundan dolayı, mûtad olarak semâdan haber getiren) cinlerin üzerine şihâblar gönderildi. Böylece onlar kavimlerine (eli boş ve habersiz) döndüler.
Kavimleri:
«–Ne var, niye (boş) döndünüz?» diye sordular.
Onlar:
«–Bizimle semâvî haberler arasına mânia kondu, üzerimize şihâblar gönderildi. (Biz de kaçıp geri geldik.)» dediler.
Kavimleri:
«–Bu, yeni zuhûr eden bir şey sebebiyle olmalı, arzın doğusunu ve batısını dolaşın, (bu engel hakkında bir haber getirin.)» dediler.
Cinler (yeryüzünü taramak üzere gruplar hâlinde yola çıktılar. Bunlardan) Tihâme tarafına giden bir grup, (Ukâz Panayırı’na giderken Nahle mevkiinde) ashâbıyla birlikte sabah namazı kılmakta olan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e rastladı. Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetini duyunca durup kulak kabarttılar:
«–Bizim semâdan haber almamıza mânî olan şey işte budur!» deyip döndüler.
Kavimlerine şöyle dediler:
«–Ey kavmimiz, gerçekten biz, doğru yola ileten hârikulâde güzel bir Kur’ân dinledik ve ona îmân ettik. Artık kimseyi Rabbimize aslâ ortak koşmayacağız.»
Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Nebiyy-i Ekremi’ne Cin Sûresi’ni inzâl buyurarak cinlerin Kur’ân dinlemelerini ve kavimlerine söyledikleri sözleri haber verdi:
قُلْ اُوحِىَ اِلَىَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُوا اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاَنًا عَجَبًا. يَهْدِى اِلَى الرُّشْدِ فَاَمَنَّا بِهِ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَا اَحَدًا
«(Ey Rasûlüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (okuduğum Kur’ân’ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, doğru yola ileten, hârikulâde güzel bir Kur’ân dinledik de ona îmân ettik. (Artık) kimseyi Rabbimize aslâ ortak koşmayacağız.» (el-Cin, 1-2)” (Buhârî, Tefsîr 72, Ezân 105; Müslim, Salât 149; Tirmizî, Tefsîr 72/3324)
Allâh Teâlâ Ahkâf Sûresi’nde bu hâdiseden şu şekilde bahsetmektedir:
وَاِذْ صَرَفْنَا اِلَيْكَ نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاَنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا اَنْصِتُوا فَلَمَّا قُضِىَ وَلَّوْا اِلَى قَوْمِهِمْ مُنْذِرِينَ . قَالُوا يَاقَوْمَنَا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسَى مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْدِى اِلَى الْحَقِّ وَاِلَى طَرِيقٍ مُسْتَقِيمٍ . يَاقَوْمَنَا اَجِيبُوا دَاعِىَ اللهِ وَاَمِنُوا بِهِ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَلِيمٍ . وَمَنْ لاَ يُجِبْ دَاعِىَ اللهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِى اْلاَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِهِ اَوْلِيَاءُ اُولَئِكَ فِى ضَلاَلٍ مُبِينٍ.
“Hani cinlerden bir topluluğu, Kur’ân’ı dinlemeleri için Sana yöneltmiştik. Kur’ân’ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) «Susun!» demişler, Kur’ân’ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. Onlar kavimlerine şöyle dediler: «Ey kavmimiz! Gerçekten biz Mûsâ’dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri tasdîk eden bir kitap dinledik. O kitap, hakkı ve doğru yolu gösteriyor. Ey kavmimiz! Allâh’ın dâvetçisine uyun! O’na îmân edin ki, Allâh da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun. Her kim Allâh’ın dâvetçisine uymazsa bilsin ki, yeryüzünde Allâh’ı âciz bırakacak değildir. Onun Allâh’tan başka dostları da yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler.” (el-Ahkâf, 29-32)
Âyet-i kerîmelerde, cinlerin semâ haberlerini dinlemekten menedildiklerine dâir şöyle buyrulur:
وَاَنَّا لَمَسْنَا السَّمَاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا. وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَنْ يَسْتَمِعِ اْلانَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا. وَاَنَّا لاَ نَدْرِى اَشَرٌّ اُرِيدَ بِمَنْ فِى اْلاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا
“(Cinler, dediler ki): «Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçiler ve alevlerle (şihâblarla) dolu bulduk. Doğrusu biz göğün bâzı mevkîlerinde dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa kendini gözetleyen parlak bir alev buluyor. Doğrusu biz, yeryüzündekilere kötülük mü murâd edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi, bilmiyoruz.»” (el-Cin, 8-10)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Tâif yolculuğundan zâhirdeki kazancı sâdece Addâs -radıyallâhu anh- idi. Lâkin hakîkatte Allâh Teâlâ O’na pek çok lutuflarda bulunmuştu. Bu cümleden olmak üzere meselâ kendisine iki farklı âlemin sultanlığını bahşetmişti. İlk olarak daha Mekke’ye dönmeden cinler O’ndan Kur’ân dinledi ve kendi âlemlerinde teblîğe başladılar. Bundan kısa bir müddet sonra da Allâh Teâlâ, Habîbi’ni semâ âleminin sultânı kılarak Mîrâc’ı lutfetti.
KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul
YORUMLAR