Cinsiyetsiz Bakış Açısı ve Saldırı Altındaki Aile
Aile tüm fertletiyle bir bütündür. Biz, aile denilince birbirine sıkı sıkıya bağlı ve bu bağlılığının kendisine bir takım sorumluluklar yüklediği bir yapı anlıyoruz. Modern anlayışın ortaya koyduğu ferdiyetçi bir anlayış bizim hem aile hem de toplum yapımızda yoktur. İşte bu algı ailelerimizi yavaş yavaş öldürüyor...
Aile, toplumun ana dinamizmini oluşturan temel unsurdur. Ailenin zafiyete uğratılması toplumun dinamiklerinin zayıflaması, ruhen ve manen sağlıksız bireylerin oluşmasına sebep olur. Bizim gibi referansını genel manada İslam’dan alan toplumlarda aile kutsal bir kurumdur. Menfaat beraberliğinden ziyade karşılıksız fedakârlığın, özverinin ve manevi sorumluk duygusu ile davranılması gereken bir ortamdır. Annenin babaya, evladın anneye, kardeşin kardeşe görevlerinin olduğu ve temelinde dini refleksler taşıyan tavırların olduğu bir müessesedir. Dolayısı ile bizdeki aile kavramını ve anlayışını batının yozlaşmış, sözde özgürlük temelli anlayışı ile açıklamak isabetli bir değerlendirme olmaz.
AİLE TEMELİNİ YIKMAK İÇİN ORTAYA ATILAN FİTNELER
Biz, aile denilince birbirine sıkı sıkıya bağlı ve bu bağlılığının kendisine bir takım sorumluluklar yüklediği bir yapı anlıyoruz. Modern anlayışın ortaya koyduğu ferdiyetçi bir anlayış bizim hem aile hem de toplum yapımızda yoktur. Toplum mühendisliğini kendisine görev addetmiş bazı batı destekli kurumlar, kendilerine göre ilerleyememiş toplumlarda ilk ameliyat yaptıkları kurum aile kurumudur. Bir zamanlar ve hala nüfus planlaması yapılan ülkemizde, yine batı referanslı birtakım sözleşmeler adı altında kendi kötü niyetli emellerini gerçekleştirme derdindeler. ‘Kadın erkek eşitliği’ veya ‘kadına karşı pozitif ayrımcılık’, ‘erkek egemen topluma karşı çıkma’ gibi başlıklar altında güya iyi niyetli ‘kadın hakları savunuculuğu’ kılıfı altında ailenin temelini sarsmaya dönük faaliyetler yürütülmektedir.
Son yıllarda her türlü ortamda tartışmaya açılan ve cinsiyet üzerinden ileri sürülen düşüncelerin güçlü bir filtreden geçirilmesi gerekmektedir. Başta kavramları doğru kullanmak ve o kavramlara yüklediğimiz anlamları doğru algılamak gerekir. Bir defa ‘cinsiyet’in eşitliği, kadın ve erkeğin yaratılışına aykırı bir durumdur. Eğer bir eşitlik olması gerekiyor idiyse o zaman cinsiyet diye bir farlılığın olmasına gerek duyulmazdı. Yaratılış, iki farklı cins üzerinden devam etmektedir. İnsan neslinin, hayvan neslinin veya diğer nebatatın devamı bir erkek ve bir dişiden mütevellit hayatiyetini sürdürmektedir. Bu yüzden meseleyi ‘eşitlik’ bağlamında değil fıtratın gerekleri zemininde değerlendirmek gerekir.
FITRİ ROLLERİMİZİ DEĞİŞTİREMEYİZ
Bu konuyu irdelerken asıl olan bir gerçeklik var ki o da insanın fıtratıdır. Yaratılışın doğası itibariyle olması gereken bir hakikattir. Fıtrat, mecrasında akan bir su gibidir. Engel koysanız da o akacak ve yolunu tayin edecektir. Fıtratımız gereği üzerimize yüklenilen roller aslında dünyaya gelişimizden itibaren bizim kimliğimizi oluşturmaktadır. Yani cinsiyet olarak farklılıklar aslında rollerimizin de farklı olması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu farklılığı göz ardı edip bir rol çalma gayreti veya rol karmaşası yaşamanın insanlığın ahengi için tehlikeli bir durum olduğunu bilmek gerekir. Fıtri rollerimizi değiştiremeyiz. Allah erkek cinsi ile kadın cinsini birbirlerini tamamlayıcı unsurlar olarak yaratmıştır. Biri diğerinin zıddı veya rakibi değildir. Evliliklerin de temelinde bu tamamlama duygusu yatmaktadır. İnsanlar tarih boyunca evlenerek çoğalmış, evliliği bir yuva, bir huzur ortamı olarak görmüş ve iki cinsin de ruhi ve bedeni sükûneti için fıtri bir beraberlik olarak telakki etmişlerdir. Dolayısı ile aile kurumuna müdahale, kimin ne yapacağının belirsizleşmesi ve cinsiyetleri üzerinden tahakküm kurma çabası aynı zamanda rollerin çatışmasını doğurur. Bu konuda herkes olduğu ve durduğu yerin saygın olduğuna inanmalı, her cins diğerinin yaratılış gerçeğine derin bir hürmet göstermeli ve fıtrata ters olan her türlü bakış açısının sakatlığına inanmalıdır. O zaman daha sağlıklı bir zeminde ilerlenmiş olunur.
Modern hayatın meseleyi cinsiyet eşitliği veya ailede eşlerin haklarının aynı düzlemde değerlendirme yaklaşımı, beraberinde birçok problemi de getirmiştir. Modern akıl, kadına yüklediği anlamı erkeğe veya erkeğe yüklediği sorumluluğun aynısını kadına da yüklediği ve aynı beklenti içinde olduğu için, özellikle özgürleşen kadının ekonomik bağımsızlığının çok önemli olduğunu vurguluyor. Adeta birbirine hiçbir konuda ihtiyaç duymayan, sadece belli konularda menfaat duygusu ile hareket eden eş tipini ortaya çıkarmak istiyor. Böyle bir yaklaşım neticesinde olması gereken fedakârlık, saygınlık ta ortadan kalkmış oluyor. Bu da toplumda belirgin bir rol karmaşasını ortaya çıkarıyor. Rollerin değişmesi veya çatışması daha çok ekonomik özgürlük isteğinden ortaya çıkıyor. Hâlbuki İslam anlayışında evin geçimini, maişetini erkek üstlenir. Birinci derecede sorumluluk erkeğe aittir. Baba, eşine bakmakla, çocuklarının nafakasını kazanmakla yükümlüdür. Kadın ise kendinin iffetini, eşinin izzetini korumak, çocukları ile ilgili üzerine düşen sorumluluklarını yürütmek, evin diğer işlerinin koordinesini sağlamakla mükelleftir. İki taraftan, aynı beklentiye girildiği zaman özellikle de ‘ekonomik özgürlük’ diğerinin üzerine hâkimiyet kurma veya kendine özel bir alan oluşturma düşüncesi ile olursa o zaman o beraberliğe evlilik demek doğru olmaz.
FITRATA, GEÇMİŞE, İNSANLIK GERÇEĞİNE AYKIRI
Bugün geldiğimiz noktada özellikle kadınlar üzerinden bir ‘erkeksiz dünya’ vurgusu işlenmektedir. Fıtrata, geçmişe, insanlık gerçeğine aykırı bu yaklaşım maalesef birçok ulusal veya uluslararası sözde kadın haklarını savunma gayesi ile kurulmuş kuruluşlar tarafından sürekli gündeme getiriliyor. Kadınlara karşı yapılan, münferit yanlış davranışları, birçok yönü ile içeriği meçhul cinayetleri, ‘erkeği şeytanlaştırma’, erkeği değersizleştirme’ düşüncesi olarak ortaya çıkıyor ve toplumda ‘erkek düşmanlığı’ sürekli işleniyor. Bu, ucu kaçan bir ip gibi haklı ve haksız olanının kim olduğu bilinmez bir hale gelmiş bir konu oluyor.
Dolayısı ile cinsiyet üzerinden ortaya atılan her türlü düşüncenin, fikrin bir netice veremeyeceğini bilmek gerekiyor. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kadın- erkek birbirinin rakibi, karşıtı değil birbirinin yardımcısı, tamamlayıcısıdır. Kurânî ifade ile birbirine emanettir. Emanet olan da her zaman korunan ve gözetilendir. Kültür emperyalizmine maruz kalarak, başkalarının gözlükleri ile kendi meselelerimize bakarak doğru olanı, bize uygun olanı bulamayız. Kendi coğrafyamızın kadim kültürü, İslam’ın bize öğrettiği prensipler çerçevesinde meselelere bakış açısı geliştirerek daha isabetli bir neticeye ulaşabiliriz. İnsanı özgürlük değil, fıtratına uygun yaşamak huzurlu kılar. Kadının bireysel özgürleşmesinin de sakıncaları vardır, erkek egemen bir bakış açısının da problemleri vardır. Dolayısı ile sağlıklı bir toplum için vazgeçilmez olan aile mefhumu bizim en hassas alanımız olmalıdır. Çünkü aile denilince, mahremiyet, namus, gelecek, mutluluk, özgüven ve umut kavramları da beraberinde yaşanılan bir olgudur. Cinsiyetlerin eşitlenmesi aldatmacasının temelinde bir toplumun kökünden yokluğa mahkûm edilmesi düşüncesi yatmaktadır.
Kaynak: Salih Zeki Meriç, Altınoluk Dergisi - 2019 Aralık, Sayı: 406
YORUMLAR