Çocuğa Değerler Eğitimi Nasıl Verilmeli?

Çocuklara değerler eğitimi nasıl verilmeli? Çocuğumuza milli ve manevi değerlerimizi nasıl öğretebiliriz?

Kişilik gelişimimizin önemli bir kısmını çocukluk döneminde ailede ediniriz. Daha sonra çevrenin tesiriyle bu gelişme devam eder.

Yapılan araştırmaların birinde ailelerin, çocuğun ahlâkî değerlerinden ziyâde, okul başarıları ve mutlu olmaları ile ilgilendiklerini ortaya koymuştur. Yine bu anket, “Ailem yardımsever veya çevreye duyarlı olmamdan çok, okul başarımı önemsiyor.” diyen çocuk ve yetişkinlerin sayısının, diğerlerinden üç kat fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır.

ÇOCUĞUMUZA DEĞERLERİMİZİ NASIL ÖĞRETEBİLİRİZ?

Kişilik gelişiminin önemli bir bölümünü aile içinde tamamlayan çocuk, duyduklarının ve gördüklerinin aynısını hayatına taşımaya çalışacaktır. Çocuk, dünyaya geldiğinde tamamen boş bir sayfa gibidir. Oraya ne yazıp çizersek veya nasıl doldurursak onu görürüz. Bu mânâda Yaratan’ın bize emaneti olan çocuklarımıza, yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmeyi öğretmeliyiz.

Çevreye hassas ve mahlûkâta karşı şefkat dolu fertler yetiştirmek için, çevredeki her türlü varlığın gerekli olduğunu ve onları incitmemek, hor kullanmamak, israf etmemek gerektiğini söyleyebiliriz.

Hayattaki en önemli şeyin kendisi olmadığını, istediği her şeyin mutlaka gerçekleşmesi gerekmediğini, her şeyi hoyratça kullanıp tüketmenin en çok insanın kendisine zarar verdiğini yaşayarak öğretmeliyiz.

Aynı şekilde başkalarını mutlu etmenin, onlarla bir şeyler paylaşmanın, insanın kendisini de mutlu ettiğini hissettirmeli; bir hayvanı sevmenin, ona bir şeyler vermenin, bir bitkiyi sulamanın, bir fakiri güldürmenin heyecan ve sevincini ona da yaşatmalıyız.

Çocuk, ben merkezcidir. Dünyanın merkezinde kendisini, isteklerini ve ihtiyaçlarını görür. Bu, bir yere kadar normaldir. Anne-babanın en güzel terbiyesi, dünyanın onun etrafında dönmediğini, dönmemesi gerektiğini evlâdına hissettirmektir. Böylece onu bencillikten fedakârlığa, “alıcı” olmaktan “verici” olmaya, tüketicilikten üreticiliğe sevk edebiliriz.

Çocuğumuza, başkalarının mutluluğunun en az onun mutluluğu kadar önemli olduğunu, yaratılmış bütün varlıkların saygıyı hak ettiğini öğretmeliyiz. Saygıyı, çocuğumuza hakka riâyeti ön planda tutarak vermeliyiz. Hakka riâyetin önemini bilen çocuk, kendi hakkını ararken de başkalarının hakkını korurken de bu çizgiyi aşmaz, kimsenin hakkını ihlâl etmez.

Çocuğumuzun eğitim ve terbiyesinde dikkat edeceğimiz diğer başlıklar da şunlar olmalı:

  • Kibar ve saygılı olmanın yeri ve zamanı yoktur. Bu hasletler, bizim karakterimizin ayrılmaz bir parçası olmalıdır.
  • Yapılan iyilikten dolayı her defasında bir karşılık beklenmemelidir. Bu iyilikleri, abartılı dille övmek de doğru değildir. Yoksa çocuk, küçük-büyük her yaptığı iyilik karşısında alkışlanmayı ve bolca takdir edilmeyi bekler. İyiliğin, bir dünyevî alışveriş olmadığı düşüncesi yerleştirilmelidir o tertemiz gönüllere… Ancak kendisine yapılan her türlü iyiliğe karşı teşekkür ve minnet hissi taşımalı; vicdan sahibi, merhametli, vefâkâr ve fedakâr, kısacası örnek bir insan olmalıdır.
  • Ahlâkî esaslar ve insânî değerler öğretilirken katı kurallardan ziyade, hissederek ve yaşayarak öğretmek, bu davranışların yerleşmesine vesîle olacaktır. Meselâ çocuk, sokaktaki kediye, anne-babası kendisine kızacak diye değil, onun can taşıdığını ve böyle bir muâmeleyi hak etmediğini düşünerek taş atmamalıdır. Maksat, çocuğumuzda kalıcı bir davranış güzelliği oluşturarak merhamet, sevgi, saygı, adâlet ve hakkâniyet şuuru yerleştirmektir.

Hiçbir zaman baskıcı olmamalıyız. Hoşgörülü ve yerine göre toleranslı davranmak daima iyi neticeler verir. Sürekli akıl verilen ve zorlanan çocukta “inatlaşma” meydana gelebilir. Öğretilmek istenen değerler bizzat yaşanırsa, çocuğun bunları örnek alması kolaylaşır.

Kaynak: Ayşe Bay, Altınoluk Dergisi, Sayı: 449

İslam ve İhsan

UNUTULAN DEĞERLERİMİZ NELERDİR?

Unutulan Değerlerimiz Nelerdir?

ESKİ İSTANBULLULARIN UNUTULAN İNCELİKLERİ

Eski İstanbulluların Unutulan İncelikleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.