Çocuğa Terbiye Nasıl Verilir?

Evlâdın yetiştirilmesinde âileye düşen pay büyüktür. Âilenin verdiği ilk mânevî terbiye çocuğa iyi işlenmişse, tesiri ömür boyu kalıcı olur. Âileden başka, bu vazifeyi yerine getirecek başka bir müessese yoktur.

Âhiret hayatının malı-mülkü, servet ve makamı ise, Allâh’a kulluktan geçer. Bu dünyada Allâh’a kul olarak güzel söz ve davranışlarda bulunan, kısacası “sâlih ameller” ve “sadaka-i câriyeler” biriktiren insanlar, o dünyada biriktirdikleri bu güzel azıkla mutlu olurlar, yüzleri güler. Ama anne-babalar ve onların yetiştirdiği çocuklar, bu dünyada kul hakkı, günah ve kötü ameller biriktirmek sûretiyle yaşayıp ölmüşlerse, âhirette de karşılarına bu topladıkları çıkacaktır. Zira âhiret yurdu, “biriktirme yeri” değil, biriktirilenlerin neticelerinin görüldüğü “karşılık yurdu”dur. Buradan kim ne yüklenip gitmişse, heybesinden sadece onlar çıkar.

ÇOCUĞA GÖSTERİLECEK GERÇEK MERHAMET

Gerçek merhamet, çocuğun ayağına diken battığında üzülmek değil, bedeni günahla kirlendiğinde uykusuz kalabilmektir. Gerçek sevgi, biraz daha uyusun diyerek çocuğu namaza kaldırmamak değil, hiç cehennem azabı çekmesin diye etrafında pervane olmaktır.

Biz îmânımız sebebiyle sonsuz bir âhirete nasıl inanıyorsak, orada amellerimizin karşımıza çıkacağından nasıl eminsek; eş ve evlâtlarımızın sorumluluğundan hesaba çekileceğimizden de o kadar emin olmalıyız. O gün yüz akıyla büyük ve zorlu hesap gününden kurtulmak istiyorsak, dünyadaki bazı sıkıntı ve meşakkatleri gönül rahatlığıyla göğüslemek mecburiyetindeyiz.

Her şeyin bir bedeli vardır. İyiliğin karşılığı iyilik, kötülüğün cezası da kötülüktür. Kötülük yapmaya devam ettiği hâlde, karşısına iyilik çıkacağını ummak ne büyük bir gaflet ve aldanıştır. Bu, toprağa diken ekip de karşılığında sebze-meyve devşireceğini düşünen bir insanın kendisini kandırması gibidir. Çocuklar, bizim toprağa attığımız tohumlar gibidir. Onlara ne kadar itina gösterir, yabancı otlardan ne kadar korur, ihtiyacı olan suyu, toprağı, ışığı ne kadar temin edersek, o kadar serpilir, büyür. Onu ne kadar kendi hâline bırakırsak, yaşaması için gerekli şeylerden ne kadar mahrum edersek, o kadar perişan olur ve bizi de perişan eder.

ANNE-BABAYA DÜŞEN SORUMLULUK

Anne-baba; çocuklarının eğitim ve gelişiminden birinci derecede sorumludur. Kendisi ne öğreteceğini, nasıl öğreteceğini bilmiyorsa, bilen kimseleri bulmak ve çocuklarının bu ehil insanlardan istifade etmesini temin etmek de yine ebeveynin sorumluluğundadır. Para verip gönderdiği bir okul veya dershane ile ne kadar ilgileniyorsa, çocuğunun âhiret âlemi için eğitim ve terbiyesiyle de en az o kadar ilgilenmesi gerekir. Aksi hâlde dünyayı, âhiretin önüne geçirmiş olur ki, neticesi mâlumdur.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Hepiniz çobansınız. Ve yine hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.” buyurmuştur. (Buharî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20)

Daha önce de dediğimiz gibi, çocuklar, anne-babaya verilmiş ilâhî bir emânettir. Emânete riâyet etmek ve onu gözetmek ise, dinimizin en önemli emirlerindendir. Nitekim Cenâb-ı Hak, şöyle buyurmaktadır:

“Ey îmân edenler! Sakın bile bile Allâh’a ve Peygambere hıyânet etmeyiniz, aranızdaki emânetlere de hıyânet etmeyiniz.” (el-Enfâl, 27)

“O, müminler ki, emânetlerine ve ahitlerine riayetkârdır.” (el-Mü’minûn, 8)

İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, çocuğun anne-baba yanındaki konumunu şöyle anlatıyor:

“Çocuk, ebeveynin yanında bir emânettir. Onun tertemiz kalbi, her nakış ve sûretten hoş, berrak ve mücerred (soyut) bir cevherdir. Neye meylettirilirse ona meyleder. Kendisine hayırlı, güzel şeyler öğretilirse hayır üzere büyür. Dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşur. Anne-babası onun sevâbına ortak olur. Eğer şerre alıştırılır, bu doğrultuda yetiştirilirse, şakî olup dünyada da âhirette de helâk olur. Çünkü ondan velisi sorumludur.”[1]

EVLAT NİMETİNE ŞÜKRETMEK

Bununla birlikte çocuklar, Allah Teâlâ’nın ana-babaya ihsan ettiği nîmetlerdir. Her nîmetin kendi cinsinden bir şükrü vardır. Eğer nîmetin şükrü yerine getirilmez veya nankörlük edilirse, nîmet elden gider. Ana-baba, kendisine bahşedilen evlât nîmetini, İslâm îtikad ve ahlâkı ile terbiye etmeli ve bu sûretle nîmetin şükrünü îfâ etmelidir. Aksi hâlde çocuk, anne-baba için daha bu dünyada bile büyük bir fitne ve imtihan sebebi olabilir.

Anne-baba bütün tedbirleri aldığı, elinden geleni yaptığı hâlde evlâdı gönlünün istediği şekilde “Allâh’a kulluk yapmıyor” olabilir. Bu da Rabbimizin çetin imtihanlarından biridir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Nûh gibi bir yüce peygamberin evlâdının babasının yolundan gitmediği, kâfir kimselerle beraber azgın suların altında kalarak helâk olduğu anlatılmaktadır. Rabbimiz, bu şekilde imtihan olacak anne ve babaları da, yaşanmış bu misalle teskin ve tesellî etmektedir. Bizim vazifemiz, üzerimize düşeni yapmaktır. Kalplerde hidâyeti tecellî ettirecek olan, gayret ve fedakârlıklarımızın neticesini verecek olan, Allah Teâlâ’dır.

İnsan kendi niyet, gayret ve fedakârlıklarını ortaya koyar, Rabbimiz de onun niyet ve amelinin karşılığını bazen bu dünyada hemen gösterir, bazen de mükâfat ve karşılığını âhirete erteler. Her iki hâlde de kula düşen seferdir, zafer değil!.. O kulluk vazifesini yerine getirmek için âzamî gücünü sarf eder, Rabbimiz imtihan îcâbı onun bu amelinin karşılığını bazen bu dünyada, bazen de öbür dünyada verir. Her iki hâlde de kula düşen sabır, şükür ve teslimiyetten vazgeçmemesi ve dünya imtihanını kaybetmemesidir. Zira bazen varlık, bazen de yokluk; imtihanı kaybetmeye sebep olabilir.

Ancak anne-babaların üzerine düşen sorumluluğu unutup ihmal ederek her şeyi kadere havale etmesi de uygun bir davranış değildir. Bu dünyada kendi gönlünü ve vicdanını teskin etse de, herkesin yaptığının zerre miktarınca unutulmadığı o günde, ilâhî adâlet önünde hesap kolay değildir.

EVLADA VERİLEN İLK MANEVİ TERBİYE KALICIDIR

Hâsılı, evlâdın yetiştirilmesinde âileye düşen pay büyüktür. Âilenin verdiği ilk mânevî terbiye çocuğa iyi işlenmişse, tesiri ömür boyu kalıcı olur. Âileden başka, bu vazifeyi yerine getirecek başka bir müessese yoktur.

Rabbimiz, sâlih ve sâliha nesiller yetiştirmek hususunda bizleri muvaffak kılsın. Dünyanın süsü, ziyneti ve fitnesi demek olan “evlat imtihanı”ndan bizleri yüz akıyla çıkarsın. Bize, neslimizden “sadaka-i câriye” olacak ameller ve evlâtlar nasip eylesin. Bizi, unutarak, hatayla yaptığımız şeyler yüzünden hesaba çekmesin. Kusurlarımızı örtsün. Seyyiâtımızı, lütfuyla hasenâta tebdîl eylesin. Âmin.

[1] Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, VI, sh. 247.

Kaynak: Nurten Selma Çevikoğlu, Şebnem Dergisi, 154. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.