Çocuğun Nesebinin Sabit Olma Yolları

İslama göre çocuğun nesebinin sabit olma yolları nelerdir?

Çocuğun ana tarafından nesebi, onu doğuran kadındır. Doğan çocuğun meşrû veya gayri meşrû bir cinsel birleşmeden olması, nesebin anaya bağlanmasında etkili olmaz. Çocuğun babaya nisbeti ise dört durumda söz konusu olabilir. Bunlar; sahih veya fâsit evlilik, şüpheye dayalı cinsel birleşme veya babanın çocuğun nesebini tanımasından ibarettir.

İslâm, zina ürünü çocuğun nesebini erkeğe bağlamayı kabul etmemiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Çocuk yatak sahibi olan erkeğe aittir. Zina eden için ise mahrumluk vardır.[1] Madde madde nesebin sabit olma yolları.

NESEBİN SABİT OLMA YOLLARI

1) Sahih evlilikte nesebin sabit olması

Evlilik içinde doğan çocuğun nesebinin, babaya bağlanması gerektiğinde, İslâm fakihleri görüş birliği içindedir. Delil; “Çocuk yatak sahibi olan erkeğe aittir.” hadisidir. Burada yatak sahibinden maksat, doğan çocuğun annesi ile evli bulunan erkektir. Ancak çocuğun nesebinin babaya bağlanabilmesi için, aşağıdaki şartların gerçekleşmesi gerekir. Aksi durumda baba çocuğun nesebini reddedebilir.

a) Kocanın baba olabilecek nitelikleri taşıması:

Evli erkek ergen olmalı veya kendisine cinsel istek duyulan bir fizik olgunluğa (murâhık) ulaşmış bulunmalıdır. Hanefîlere göre on iki, Hanbelîlere göre on yaşına ulaşan, fakat henüz ergen olmamış bulunan erkek çocuğu “murahik” sayılır. Buna göre, evli olup, ergen olmayan veya murahik sayılacak fizik olgunluğa ulaşmamış bulunan erkekten nesep sabit olmaz.

Şâfi ve Mâlikîlere göre, kendisinden nesep sabit olması için evli erkeğin ergen olması şarttır.

b) Evlilikle doğum arasında en az altı ayın geçmesi:

En kısa gebelik süresi altı aydır. Âyette şöyle buyurulur:

“Çocuğun ana karnında taşınması ile sütten kesilmesinin toplam süresi otuz aydır.” [2]

وَفِصَالُهُ ف۪ي عَامَيْنِ “Çocuğun sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür.” [3]

“Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler.” [4]

Yukarıdaki ilk âyet gebelik ve doğumdan sonra sütten ayrılma toplam süresini otuz ay, ikinci ve üçüncü âyetler ise sütten ayrılmayı iki yıl olarak belirleyince, bu iki süre arasındaki altı ay, gebeliğin en kısa süresi olarak ortaya çıkar. Nitekim evlilikten altı ay sonra doğum yapan bir kadının durumu Hz. Osman’a (ö.35/655) götürülmüş, zina had cezası uygulamayı düşündüğü sırada Abdullah b. Abbas (ö.68/687) yukarıdaki ilk iki âyeti okuyarak, bunun İslâm’a göre normal bir doğum sayılması gerektiğini söylemiştir. Bunun üzerine Halife Osman (r.a.)cezayı uygulamaktan vazgeçmiştir.

Altı aylık en kısa gebelik süresi Ebû Hanîfe’ye göre nikâh akdinden, çoğunluk müctehitlere göre ise cinsel birleşmeden veya cinsel birleşmenin mümkün olduğu tarihten itibaren hesaplanır.[5]

c) Doğumun evlilikten itibaren altı ayla gebeliğin en uzun süresi arasında gerçekleşmesi:

Doğum genellikle dokuz ay sonra gerçekleşir. Gebeliğin en uzun süresi ise iki yıldır. Delil Hz. Âişe’den (ö.57/676) nakledilen şu sözdür: “Çocuk, annesinin karnında iki yıldan fazla kalmaz.”[6] Buna göre, kocanın ölümü veya boşanma tarihinden itibaren, iki yıl içinde doğacak çocuğun nesebi vefat eden veya boşayan kocaya bağlanır.

Çoğunluk müctehitlere göre, gebeliğin en kısa süresi altı ay, en uzun süresi ise dört yıldır. Delil örftür. Nitekim tecrübelere göre gebeliği dört yıl süren kadınlar vardır. Aclan oğulları kadınlarını buna örnek verebiliriz. Buna göre, bir kadın kocasının ölümü veya boşandığı tarihten itibaren yeniden evlenmediği, herhangi bir erkekle cinsel temasta bulunmadığı, doğum yapmadığı veya iddet beklerken hayız görmediği takdirde dört yıl içinde doğum yaparsa çocuğun nesebi bu ölen veya boşayan kocaya bağlanır. İddeti de bu doğumla sona erer.

Mâlikîlerden meşhur görüşe göre en uzun gebelik süresi beş yıl, İbn Hazm (ö.456/1063) ve Hz. Ömer’e (ö.23/643) göre dokuz aydır.[7]

Sonuç olarak, bu konuda açık bir nass bulunmadığı için tecrübelere dayanarak içtihat yapılmıştır. Bu durum, çoğunlukla karşılaşılan doğum vak’alarına göre bir yılı geçmez. Gebeliğin en uzun süresini belirlemek, kocanın ölümü veya boşanma gibi durumlarda, kadının başka erkekten olan gayri meşrû çocuğunu, evlilik içinde doğmuş gibi göstermek veya onu eski kocasına mirasçı yapmak gibi bir haksızlığı önlemek için gereklidir. Günümüzde böyle bir nesep şüphesi durumunda tarafların adlî tıbba başvurarak DNA testi yoluyla gerçek babayı tesbit ettirmeleri mümkündür.

2) Fâsit evlilik

Fâsit nikâh, nesebin sabit olması bakımından sahih nikâh gibidir. Bununla çocuğun korunması hedeflenmiş ana) babanın nikâh konusunda yaptıkları yanlışlıktan dolayı çocuğun zarar görmesi önlenmek istenmiştir.

Fâsit evlilikte nesebin sabit olması için üç şartın gerçekleşmesi gerekir. Bunlar sahih evlilikte öngörülen şartlar olup şunlardır.

Kocanın gebe bırakacak durumda olması. Bunun Şâfiî ve Mâlikîlere göre ergen olmakla, Hanefî ve Hanbelîlere göre ise ergen veya murahık bulunmakla gerçekleştiğini yukarıda belirtmiştik.

Cinsel birleşmenin gerçekleşmesi gerekir. Fasit nikâhta, sahih halvet (eşlerin yalnız başbaşa kalması) nesebin sabit olması için yeterli sayılmaz. Çünkü nikah fasit olunca böyle bir başbaşa kalmada cinsel temas helâl değildir.

Kadının cinsel birleşmeden itibaren en erken altı ay sonra doğum yapmış olması gerekir. Burada çocuğun nesebi mulâane yolu ile reddedilemez. Çünkü mulâane’ye yalnız sahih evlilikte başvurulabilir. Çoğunluk müctehitlere göre ise fâsit evlilikte de mulâane yoluyla nesep reddedilebilir.[8]

Sonuç olarak fâsit nikâhta cinsel birleşmeden sonra eşlerin birbirini terkettiği veya hakimin ayrılık kararı verdiği tarihten itibaren kadın gebeliğin en uzun süresi geçmeden önce doğum yapsa, çocuğun nesebi baba yönünden sabit olur. En uzun gebelik süresi geçtikten sonra doğacak çocuğun nesebi, fâsit nikâhlı eski kocaya bağlanamaz.[9]

Dipnotlar:

[1]. Buhârî, Büyü’, 3, 100, Husûmât, 6, Vesâyâ, 4, Megâzi, 53, Feraiz, 18, 28; Müslim, Radâ, 36, 38; Ebû Dâvûd, Talâk, 34. [2]. el-Ahkâf, 46/15. [3]. Lukmân, 31/14. [4]. Bakara, 2/233. [5]. Kâsânî, age, III, 211, 212; İbnü’l-Hümâm, age, III, 300; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-­Müctehid, II, 352. [6]. Dârekutnî ve Beyhakî sünenlerinde nakletmişlerdir. [7]. İbn Rüşd, age, II, 352; Zühaylî age, VII, 676, 677; Bilmen, İstilahat-ı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul, ty, II, 398. [8]. bk. Kasânî, age, III, 211 vd.; İbnü’l-Hümâm, age, 301 vd.; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, II, 587 vd.; İbn Kudâme el-Muğnî, Kahire 1970, VII, 428 vd.; Zühaylî, age, Dimaşk 1985, VII, 686, 687. [9]. Zühaylî, age, VII, 687; Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İst. 1983, s. 250 vd.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

NESEP NEDİR?

Nesep Nedir?

İSLAM’IN ÇOCUKLARI KORUMAK İÇİN ALDIĞI ÖNLEMLER

İslam’ın Çocukları Korumak İçin Aldığı Önlemler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.