Çocuk Ne ile Terbiye Olur?
Çocuk ne ile terbiye olur? Ayşe Gündüz, çocuk terbiyesinde dikkat edilmesi gerekenleri yazdı.
İyi bir anne olmak hepimizin rüyasıydı. Fakat bu “iyi anne” kavramının içini ne ile doldurmuştuk aslında? Buna herkesin kendince vereceği cevap farklı olabilir. Haydi, Kur’ânî bir bakış açısıyla cevap verelim: Yavrusunun hem dünyasına hem âhiretine yatırım yapan, ama âhiretine daha çok ehemmiyet veren bir anneye “iyi anne” diyelim.
Bunu yapmaya çalışırken birçok kitap devirdik belki... Sorduk, soruşturduk. Geldiğim noktada, elbette pedagojik olarak her şeye vâkıf değilim. Buna rağmen bu kadar ayrıntı bilmese miydim, diye düşünmeden edemiyorum. Netice olarak onları aldım bir kenara koydum, lâzım olduğunda kullanmak niyetiyle... Lâkin psikoloji ve pedagoji denizinde yüzdüğüm bu dönemde, es geçtiğimiz bazı gerçeklerle karşılaştı gönlüm. Çünkü bana “sarı ile maviyi karıştır, yeşil olacak” dendi. Bunu uyguladığımızda ortaya yeşil çıkmadığı zamanlar olmadı mı, sizde de... Yani iki kere ikinin dört etmediği zamanlar... Ardından yavrumuza daha çok odaklanıp onu hissedebilmeye çalışarak kendi doğrunuzu bulduğunuz olmadı mı hiç? Olmuştur muhakkak.
İşte bütün bunlarla beraber es geçtiğimiz, üzerinde durmadığımız veya ehemiyetini yeterince idrâk edemediğimiz birkaç tüyo da ben hatırlatayım sizlere... Zira bunlar zaten bildiğimiz, ama bu pencereden bakmadığımız şeyler…
ÇOCUK NE İLE TERBİYE OLUR?
Çocukların “fabrika çıkışı” olmadığını hepimizin yeterince idrâk ettiğini düşünerek yola çıkıyorum şimdi. Çocuklara şekil veren en mühim hususlardan biri, niyetlerimiz... Hayatımız bir “niyetler topluluğu” zaten… Neydi niyet? Bir işe girişmekteki hedefimiz, murâdımız… “Amellerimiz, niyetlere göre şekilleniyorsa” şâyet, yavrumuz niyetlerimizin tesirinde kalmaz mı sanıyoruz?
Dünyaya bir insan gelmesine vesîle olmaktaki niyetimiz meselâ. Eğer büyüyünce bana baksın ise sadece, bunun üzerine çıkması daha zordur. Fakat ulvî bir gâye gütmüşse gönlümüz, toprak gibi verimli olabilir demektir bu.
İsim koyarkenki niyetimiz… Aman hiç kimsede olmasın, farklı olsun mu? Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ-’ya veya Hazret-i Ömer’e benzesin ya da isminin güzel mânâlarını üzerinde taşısın mı? Bunlar aslında ne kadar da mühim ayrıntılar!..
Çocuğu sokağa-parka çıkarırken bile, “eğlensin, hava alsın” diye çıkaracak kadar dar ufuklu olamayız, biz ümmetin hatunları olarak… “Çıksın ferahlasın, bedenen ve rûhen güçlensin, sosyalleşsin insanları sevsin, paylaşmayı öğrensin ki, ümmet-i Muhammed’e faydalı bir nefer olsun!” diye niyet edersek Rabbimizin de niyetimize göre bir tecellî yaratması yolunda fiilî bir duâmız olmuş olur. Çocuğa su verirken, yemek verirken, onu izlerken, severken, oynarken, hep böyle Allâh’ın rızâsını ve rahmetini celbedecek niyetlerle donatırsak gönlümüzü; O Rahmân ve Rahîm olan Rabbimiz, bunun karşılığını elbet dünya ve âhirette bize ihsân edecektir.
Fakat biz yavruların yalan söylemesine, imtihanda aldıkları kötü not kadar bile üzülemiyorsak; dünyalıklara daldı ise gönlümüz, niyetlerimizin ulvî olması pek mümkün değildir. Neye en çok üzüldüysek, neye en çok sevindiysek, bilin ki, onlar terbiye edecektir çocuklarımızı...
Çocuklar da hatasız değildir. Nice hata yapacaklar, karşımıza nice tuhaflıklarla gelecekler belki... Ama bunlara karşı bizim göstereceğimiz tavırlar, hayatımızda cidden kıymet verdiğimiz meseleler üzerinde yoğunlaşacak.
Niyetlerimizin ihlâsı ve güzelliği neticesinde, belki bilmeden yaptığımız hataları Allah hayra çevirecek. Ayrıca niyet, neticeden değil gayret etmekten mes’ul olduğumuz bir meselede Allâh’a dayanıp güvenmeyi de beraberinde getirecektir.
Allâh’a dayanmaya ve ferahlamaya vesîle bir diğer sebep ise, yavruları duâ ile terbiye etmeye çalışmaktır. Biz, “duâ” deyince çok ehemmiyet göstermiyoruz genelde, hattâ zaman zaman basite alıyoruz belki de… Fakat hiç de öyle değil! “Duânız olmasa ne ehemmiyetiniz var.”[1] buyururken Rabbimiz, yaptıklarımıza güvenip yapamadıklarımızdan kahrolmak yerine, bütün âcizliğimizle duâya sarılmalıyız. Ama nasıl? Yana yakıla bir duâ. Sabır ve namazla duâ... Gözyaşları ile duâ, güvenerek duâ... Hâcet namazlarını yoldaşımız yapabiliriz. Gece seher vakitleri bulunmaz fırsat, evlâtlarımız için edilecek duâ açısından… Artık suyun hâfızası olduğunu, suya söylenenlere göre suyun moleküllerinin farklı şekiller aldığını ispat eden araştırmaları hepimiz duymuşuzdur. Yavrularımızın terbiyesi için suya da okuyabiliriz, şifâsını Allah’tan dileyerek... Kur’ân-ı Kerîm’deki duâ âyetleri bizim için biçilmiş kaftan…
Çocuklarımız hakkında ne istiyorsak, nerede zaafları olduğunu düşünüyorsak; oraları bir anne şefkatiyle duâlarımızla sarabiliriz. Meselâ namaz öğretiyoruz ya da namazında bir sıkıntı var. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın duâsı yetişsin imdadımıza...
“Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duâmı kabul et.” (İbrahim, 40)
Bu ve bunun gibi nice âyetler ve duâlar var. Yani ilaç var. Onu gerektiği gibi kullanmayıp heder ediyoruz. Her işimizde bir âyete, bir duâya sarılsak hem gönlümüz genişler, hem işimizde birçok hayır ve bereket hâsıl olur. Bu, çocuğu sütten kesmekten tutun da yemesine-konuşmasına, mânevî hâline, irâdesine… velhâsıl hayatındaki her hususa merhem olacak, bulunmaz bir iksirdir.
Fakat şunu unutmamak gerekir ki, duâ, acziyet içinde yapılır. “Duâ ettim, ama kabul olmuyor!” kibri veya umutsuzluğuyla yapılan duânın şifası ya yoktur ya pek azdır. Duâ edenin değil, duâ edilenin bileceği iştir, netice...
Şimdi de gelelim sadaka mevzuuna… Ne kadar çok duyduk aslında bunları. Ama hep başka şeylere tutunduk bir problemle karşılaşınca. Hiç çocuk terbiyesinde sadakanın iyileştirici gücünü düşünmüş müydük? Oysa sadaka her belâyı defediyordu; her hastalığa ve probleme şifa olabiliyordu, Rabbimizin izni ile... Bu mühim ibadeti de hayatımızdan çıkarmamalıyız. Az veya çok, imkânımıza göre, niyetini ederek ihlâsla verebilmeliyiz. Zira şöyle buyruluyor:
“Sadaka vermede acele edin; çünkü belâ, sadakayı geçemez.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 110)
Bazen sadakalarımızda, infaklarımızda niyet ederken yedi ceddimizin de olumsuz tesirlerini bertaraf edebilmek için de niyet etmeliyiz. Zira artık psikolojide de genetik olarak bazı şeylerin kaydolduğu gerçeği biliniyor.
Bu kategoriye ekleyeceğimiz daha pek çok madde bulabiliriz. Meselâ evimizin maddî-mânevî atmosferi nasıl? Enerjimizi nerelerde tüketiyoruz? Eşimizin, çocuklarımızın hakkını verebiliyor muyuz? Kul hakkı yiyor muyuz? Midemizden haram geçiyor mu? Evimiz Kur’ân ve Sünnet iklimine uygun mu? Kısaca; Allâh’ın bizden râzı olacağı bir hayat yaşamaya çalışıyor muyuz? Bir İslâm şahsiyetine sahip miyiz? Yoksa gönlümüz devamlı dünyalıkların peşinde mi?
İşte bunların hepsi; bizi, yavrularımızı, hattâ çevremizi şekillendirebilecek faktörlerdir. Çünkü evimizin atmosferi Kur’ân ve Sünnet ikliminde ise, çocukların oyun arkadaşları melekler olur. Yok, Allah korusun evimiz günah bataklığında ise; ibadetten, Kur’ân’dan ve hayırdan mahrumsa yahut dünyalıkların girdabında kaybolmuşsak, meleklerin uzaklaşacağı ve şeytanın ortak olacağı bir ev hâlimiz var demektir.
Îman bir sırdır. Kendi irâdemizle bile başa çıkmakta güçlük çekerken, çocuklarımız da olsa, başkalarının hayatında/gönlünde tam bir hüküm sahibi değiliz. Sadece elimizden geleni yapmakla mükellefiz. Ve çocuk terbiyesinde gördüğümüz-görmediğimiz pek çok faktör varken, bütün olumsuzlukları kendimize bağlayıp başarısızlık hâllerinde rûhen/mânen çökmemeliyiz. Bu umutsuzluk ve karamsarlık hâli, nihâî olarak sadece şeytanın sevineceği bir hâldir.
Varsa hatâlarımızı görüp pişman olmak, onları düzeltmeye çalışmak bizi iyileştirir. Fakat yiyip bitiren bir suçluluk hissi, özellikle de kalıcı hâle döndüğünde, rûhen yıkıcıdır.
Gönlümüzdeki güzel niyet ve ulvî dertlere selâm olsun.
“Ve o kullar: «Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!» derler.” (el-Furkân, 74)
Dipnot:
[1] Bkz. el-Furkân, 77.
Kaynak: Ayşe Gündüz, Altınoluk Dergisi, Sayı: 461
YORUMLAR