Çocuk Sahibi Olamayan Çiftlerin Psikolojisi Nasıl Olur?
Nimet nasıl olur da mihnete dönüşebilir ki? Anne-babanın yolunu gözlediği, canından bir parça olarak gördüğü, her şeyden ve herkesten sakındığı evlâdı nasıl onun imtihanı olabilir? Ya evlât sahibi olamayanlar! Çocuk sahibi olamamak neler hissettirir? Fatma Çatak Hanımefendi yazdı...
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“Göklerin ve yerin mutlak mülkiyet ve hâkimiyeti Allâh’ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocuklar bağışlar, dilediğine erkek çocuklar bahşeder. Yahut erkekli, kızlı, ikisinden de verir. Dilediğini de kısır bırakır. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilen, her şeye gücü yetendir.” (eş-Şûrâ, 49-50)
Nikah akdi ile başlayan evlilik yolculuğu, evlât ile taçlanıp perçinleniyor. Evlâdın ana rahmine düşmesinden dünyaya gelişine kadar geçen dönem, anne-baba adayları için heyecanlı ve umut dolu bir bekleyişin adı oluyor. Evlât, aile için bir sürur kaynağı olurken, neslin ve ümmetin devamına da vesile oluyor. Bu sebeple Rabbimizin kullarına verdiği sayısız nimetler içinde îman ve sağlıktan sonra gelen en büyük nimet, belki de evlât nimeti... Anne-babanın helâl kazancı, ağızlarına giren lokmaları, ağızlarından çıkan sözleri, ortamları, meşguliyetleri, duygu ve düşünce dünyaları… Her biri evlâdın şahsiyetinde öyle kıymetli bir yere sahip ki…
YA EVLÂT SAHİBİ OLAMAYANLAR!
Dünyanın çeşit çeşit imtihanları arasında belki de en derin imtihan; evlât imtihanı…
Yokluğuyla imtihan; âfakta ve enfüste yaşanan bir sabır çilesi… Muayeneler, tahliller, tedaviler, duâyla, umutla ve gözyaşı ile geçen günler geceler… Etraftan gelen:
“-Daha çocuk yok mu?” sorularıyla dolu dış sesler…
Az kilo alsa, az zayıflasa, az sevinse, az üzülse… Hemen her şeyi “çocuğa” yoran o dış sesler… Kıyaslamalar, tavsiyeler, okumalar, üflemeler, nasihatler, eleştiriler, hor görmeler, incitmeler, tepeden bakmalar, âh vâhlar! Bunların her birinin duâ, yakarış, gözyaşı, bekleyiş, imrenme, ama en çok da kırılma, incinme; zamanla duyarsızlaşma, sonra da yalnızlaşma ile nihayet bulması…
Cenâb-ı Hakk’ın zenginlik verdiği kullar var, ama herkes zengin değil. Hac nimeti ile taltif ettiği kulları var, ama nasibi olmayan gidemiyor. Sağlığı yerinde olan kulları var, ama hasta kulları da çok… Evlât verdiği kulları var, ama herkesin evlâdı yok. Bu imtihanı böyle değerlendirmek, akıl sınırlarını zorlayan hakikatleri beşer sınırlarında bırakarak takdîre teslim olmak; evlâtsızlık imtihanına en ulvî bakış olsa gerek!..
Bir yanda evlât yokluğu ile sınanan kullar, bir yanda varlığıyla sınanan ebeveynler… Günümüzde evlât sahibi pek çok ebeveyn, bu nimetin getirdiği imtihanla yüzleşmekte... Çünkü her nimetin bir de külfeti var. Genetik, doğuştan yahut sonradan başlayan hastalıklar, madde ya da teknolojiye dayalı bağımlılıklar, yanlış arkadaş seçimi gibi sâikler, kimi ebeveynler için zaman zaman evlât nimetini mihnete çevirebiliyor. Sabredip bu nimeti külfeti ile göğüsleyenler kazanıyor. Diğer yandan evlâtla sınanmanın da en zor imtihanlardan olduğu biliniyor.
Nimet nasıl olur da mihnete dönüşebilir ki? Anne-babanın yolunu gözlediği, canından bir parça olarak gördüğü, her şeyden ve herkesten sakındığı evlâdı nasıl onun imtihanı olabilir? Elbette ki, yine anne-babanın eliyle… Ebeveynlerin tarifine göre; “Ne oluyorsa, ergenlik çağı ve sonrasında oluyor!..” Ya öncesi?
Aslında ne oluyorsa, evlâtlar dijital dünyayı kontrolsüz kullanınca oluyor. Bu kontrolsüzlüğün tetikleyicisi de yine ebeveynler… Okul öncesi dönemde çocuklara sınırsız ve rastgele kullandırılan cep telefonu, tablet ve bilgisayar gibi dijital âletler; ilkokul dönemi ile birlikte kontrolün kaybedilmesine yol açıyor. Bugün birçok ilkokul öğretmeni öğrencilerinin; konuşma ve öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği, odaklanma problemi, oyun kuramama, bir gruba dahil olamama ve en mühimi de başladığı işi bitirememe problemlerinden şikayet ediyor.
Evlât terbiyesi; yedirme, içirme, giydirme üçgenine hapsedilecek bir vazife olarak görülmeye başlandı. Aslında evlâdı için çok gayret eder görünen, ama bu gayreti “şekilde kalan” ebeveynleri görür olduk. Evlâtlar, bakım vermenin ötesinde; sevgi, takdir görme, taltif edilme, beraber kaliteli zaman geçirme gibi duygu bağını güçlendiren şeylere daha çok muhtaçtır. Zamanın anne-babaları evlâdının istekleri peşinde koşarken, onların ihtiyaçlarını erteleyebilmektedir.
Bugün topluma baktığımız zaman bebeklikten itibaren bir “ekran” tanışıklığı görüyoruz çocuklarda… Videolarla başlayan bu tanışıklık, zamanla oyunlara, sonrasında ileri seviye oyunlara, daha sonrasında ise anne-baba ve aileden bağını koparırcasına dijital dünya ile münasebete doğru ilerliyor.
Evlâtlara kontrolsüz ve sınırsız sunulan dijital aletler, onları oyalamanın ötesinde, onları çıkmaz sokaklara sürüklüyor. Çocuklukta masum oyunlarla başlayan bu macera, çocukları bağımlılık derecesinde dijital dünyaya hapsediyor. Oyunlarda kazanma hırsıyla geçirilen süreler; amaçsız, faydasız ve sırf eğlenceyi hedefleyen videolar, sosyal medya mecralarında girişilen sanal tartışmalar, trollemeler, yine sosyal hesaplarda beğenilme eksenli paylaşımlar, fotoğraflar, yorumlar…
ERGENLİKLE ZİRVEYE ULAŞAN DİJİTAL BAĞIMLILIK
Sonrasında sanal oyun, sanal para ve sanal ticaret sitelerinin tuzağına doğru bir yol alış başlıyor. Evlâtlara yapılacak en büyük yatırım, sevgi ve güven yatırımıdır. Bugün psikolojide “Güvenli Bağlanma” denilen kavram; evlâdın nerede ve hangi zaman diliminde olursa olsun, ebeveyne, inancına, değerlerine, tam bir bağlılık ortaya koymasıdır.
İlk altı sene evlâdına bağlanma yollarını açan ebeveynler, sonraki gelişim dönemlerinde, irâde ve ibadet eğitiminde kolay kolay problem yaşamazlar. Bu kavram, tasavvuftaki “râbıta”ya benzetilebilir. Müridin, mürşidine hangi zaman ve zeminde olursa olsun, gönülden bağlı olması hâli, aslında “Güvenli Bağlanma”nın adıdır.
Evlât terbiyesi, ana rahminden başlayarak son nefese kadar giden yoğun bir mesaidir. İmtihanın rengini belirleyen de anne-babadır. Çocuk hem nîmettir, hem mihnet! Anne-babanın birbirini sevmesi, birbirine saygı duyması, ailenin sınırlarına riâyet etmesi, dînini ve inancını muhabbetle yaşaması; çocuğun duygu ve düşünce dünyasında çok çabuk yankı bulur. Bu durum kültürümüzde şöyle ifadesini bulur: “Görgülü kuşlar, gördüğünü işler!”
Kaynak: Fatma Çatak, Altınoluk Dergisi, Sayı: 452