Çocuk Terbiyesinde Ana Baba Örnekliği

Aile Hayatımız

 Çocuklarını terbiye eden anne babaların en başta kendilerinin örneklik teşkil ettiğini unutmamaları gerekir. Bu anlamda anne ve babalar nasıl bir örneklik göstermelidir.

Anne ve babalar her hususda yavrularına numune olmalıdırlar. Bir taraftan çocuklara telkinat yaparken diğer taraftan kendileri de çocuğun yanında yasakladıkları şeyleri yaparlarsa onun pek hükmü ve faidesi olmaz.

Hulâsa nefislerden fedâkârlık yapmak gerekir. Anne-baba fosur fosur sigara içerken, çocuklarına onun zararından ne kadar anlatırlarsa anlatsınlar bir faide olmaz, diğer kötülükler de aynıdır.

ÇOCUĞA ÖĞRETİLECEK DAVRANIŞLAR

Anne-baba çok dikkatli olup çocuklarının terbiyesi hususunda tir tir titremelidir. Çocuğa ders veren hocası ne telkinat yapıyor, çocuğun arkadaşı kimlerdir? Bu hususda ihmal ve lakaydlık muvafık olmaz.

Gene buyuruyorlar:

Çocuk yedi yaşına gelince, tatlı ve kolay bir ifade ile namaz kılmayı ve abdest almayı öğretmelidir. On yaşına gelince namaza başlatmalıdır. Yalan söylemenin, haram yemenin kötülüklerini anlatmalıdır.

Meselâ yemekten maksad, kulun Rabbına ibâdet etmesi için lüzumlu olduğunu, dünyadan maksad âhiret için hazırlık yeri olduğunu, ölümün aniden gelebileceğini, dünyada hazırlıklı olan bahtiyar kişilerin cennete ve Allahü Teâlâ’nın rızasını kazanmasına sebeb olacağı da öğretilmelidir.

ÇOCUK İSTİKAMET ÜZERE YETİŞTİRİLMELİ

Cennet ve cehennem hallerini ve sıfatlarını çocuğa anlatmalı, işlerdeki sevab ve ikâbı bildirmelidir. Çocuk küçük yaşda böyle terbiye edilirse taş üzerindeki yazı gibi olur. Sonra yapılırsa duvardaki toprak ve sıva gibi dökülür.

Çocuk istikamet üzere yetiştirilmelidir. Çok kimselerin nazarında, çocuklarının, istisnâî bir yaratılışda oldukları kanaati vardır. Halbuki bundan büyük bir aldanma olamaz.

Bir baba, oğluna veya yakınlarından birisine verdiği paranın hesabını müfredatlı bir şekilde istemelidir.

Eski insanlar bu hususda çok dikkatli idiler. Merhum babacığım bir gün benden beş kuruş istediler (o zamanlar yevmî gazete ücretleri beş kuruş idi). Onunla gazete aldılar ve okudular. Takriben on beş gün geçmiş idi ki, “oğlum senden aldığım şu beş kuruşu al” diye iade ettiler. Bu hareket de ehl-i feraset için çok ince âdâb ve istikamet düstûru vardır. Bunu çok akraba ve ahbablarıma anlatmış isem de sanki masal dinler gibi dinlediler, hiç umursamadılar.

Muamelede ana-babaya karşı olan bu lakaydîlik düsturu zaman gelir herkese karşı tatbik edilir. Yani haksızlık ve yolsuzluğa kadar yol açılmış olur. Bu şekilde yetişen gençlerin, haram helâl, hak hukuk zihinlerini işgal etmez olur (ebeveyn arasındaki hediyeleşmeler ve bağışlamalar müstesna).

BÜTÜN HATALARIN MENBÂI ACELECİLİK

Ticâret hayatında da, ticarî muamele ve kaidelere riâyet edilmelidir. Bunun da ana unsuru istikamettir. Ufak veya büyük bir menfaat temini için verilen sözden rücû etmek (dönmek) büyük günahlardandır. Bu gibi kaypaklıklar Allahü Teâlâ ve Tekaddes hazretlerinin gazabına sebeb olur. Söz ağızdan çıkdıktan sonra dönüş olmaz.

Herhangi bir hususda karar verirken, iyice düşünmeli, ondan sonra karar vermelidir. Bütün hataların menbâı acelecilikdir.

Mutabakata varıldığında iki şahid huzurunda bir kağıd üzerine tafsilâtlı bir şekilde kaydedib, iki taraf ve şahidler onu imzalamalıdırlar. Bu Cenâb-ı Hakk’ın emridir. Sûre-i Bakara’da uzun uzun tafsilât vardır. Borçlu borcunu gününde ödemeli, fırsat bilip de maddî bir menfaat temini için gecikdirmemelidir.

Borçlu günü geldiği halde mâlî sıkıntıya düşer ise alacaklı, alacağını tehir ederse, büyük bir iyilikde bulunmuş olur.

Hulâsa ticaret âdâbını iyice öğrenmeden ticarete başlamamalıdır. Çok iyi insanlar vardır ki, ticâret âdâbını tam manâsıyla bilmedikleri için, ihtilâfa düşerler, eski samimiyet ve sevgilerinin yerini düşmanlık alır.

Et-Tearruf şerhinde der ki:

“Bu taifenin sözleri fazla remiz ve işaretdir. Çünkü, onların sözlerinin çoğu âlem-i gaybdan haber mahiyetindedir. Alemi gaybden konuşmak ise remz ve işaretsiz olmaz. İlimde esas, malum ve zahirdir.

Fakihler ilm-i şeriatten bahsederlerken nasıl “Şu lafız dostlarımızın şu hususdaki mezheblerinin çoğu olduğuna delâlet eder” diyorlarsa ve ilm-i zahirin nasıl kendilerine göre ıstılahları var ise, ilm-i ahvâl olan bâtın ilminin de kendine göre remz ve işaretleri vardır. Üstelik haller amellerin neticeleridir.

AMELİ DOĞRU OLMAYAN KİMSE HAL EHLİ OLAMAZ

Ameli doğru olmayan kimse hal ehli olamaz. Burada âmelin mânâsı şeriatı ayakda tutmak, hâlin mânâsı da sırrı temizlemekdir. Âdaba kim, daha çok riayet ediyor ise bâtın safasına, yani iç temizliğine en çok nail olan odur. Görmez misin ki, peygamberler hazerâtı bâtın temizliği cihetiyle bütün halkdan üstündürler. Çünkü zahirde de şeriat âdâbına riayet etmektedirler. Şeriat, her an âdâbı gözetmekdir. Bâtının sıhhati, Hakk’a yakınlığına yol açar. Kimin edebi fazla ise onun Hak Teâlâ hazretlerine yakınlığı fazladır.

Rabbânî âlim Muhammed bin Hasen eş- Şeybânî -kuddise sirruh- -ki İmâm-ı A’zam Ebû Hanife hazretlerinin ikinci talebesidir- ibâdetleri tasnif eden bir kitab te’lif etmişdi. Ona:

Zühd’e dair de bir kitab te’lif etmeyecek misi niz? diye Cevaben:

İşte Kitabu’l-Büyû’u (yani alışveriş ahkâmını) tasnif etdim, Ona:

Namaz ve oruç zühde büyûdan (alışveriş ilmi) daha yakındır,

Cevaben dedi ki: Hata ediyorsunuz, bütün zühdün esâsı helâl lokma yemekdir. Eğer bir kimse müslümanlıkdaki alışverişin ahkâmını bilmezse harama düşer.

Kaynak: Sâdık Dânâ, Âile Saâdeti, Erkam Yayınları