Çocuklarımızı Bekleyen Tehlike!

Çocuklarımızı bu zamanda ne gibi tehlikeler beklemektedir? Bu tehlikelere karşı anne-babaların mes’uliyeti nedir? Çocuklarını güzel yetiştirmek isteyenler mutlaka bu yazıyı okusun!..

Bugün çocuklarımızı bekleyen tehlikelerin başında onların mâneviyattan uzak yetiştirilmeleri gelmektedir. Yani sadece dünyaya dönük bir eğitim neticesinde uhrevî pencerenin kapalı kalması... Yani kalbî hayatın zaafa dûçâr olması… Bilmek gerekir ki, uhrevî haslet ve güzelliklerle yeşermeyen bir nesil huzur bulamaz; çantası diploma tomarları ile dolsa bile... Toplumda nesil enkâzının sayısız hazin misâlleri vardır.

Bugün pek çok kötü alışkanlıklar var. Bilhassa narkotiğin pençesinde can verenler, kadınlık haysiyetinin korunmayıp gittikçe küçük yaşlara doğru zehrini akıtan iffet zedelenmesi… Bunlar evlâtlarımızı hangi tehlikelerin beklediğini daha iyi gösteriyor. Bunu görürsek, çözümün de, sînelere îman ve onun yüce ahlâkını yerleştirmekle mümkün olduğunu daha iyi anlarız. Vahyin nûru ile tanışmayan kalpler hakikî saâdeti nasıl bulabilir? Bu hususta İstiklâl şâiri M. Âkif’in şu yüksek hassâsiyeti içinde olmalıyız:

Îmandır o cevher ki, ilâhî, ne büyüktür,

Îmansız olan paslı yürek sînede yüktür…

Dînî mevzûlarda cehâlet, pek korkunç bir karanlıktır. Zira kişi bilmediğinin düşmanı olur. Dinden uzaklaşmak rûhânî duygulardan mahrûmiyete sebep olur ve vicdan ufkunu daraltır. İç ve dış nûrları söndürür. Kitap ve sünnetin ince hikmetlerinden, rûhânî aydınlığından mahrûm eder. İnsana, Hâlık tarafından lütfedilen cevherleri kaybettirip kişiyi et ve kemik doldurulmuş bir deri torbaya döndürür ki, bu da, insanı yalnız menfaatini düşünür hâle getirir.

DİNİ TERBİYENİN İHMALİ NELERE YOL AÇIYOR?

Halk arasında bilinen ve sıkça anlatılan bir hikâye vardır. Baba evlâdının din, diyânet ve fazîletten mahrûmiyetini gördükçe:

“–Evlâdım, sen adam olmazsın!..” der. Çocuk, babasına inat, mekteplere gider, tahsilini tamamlayıp bulunduğu şehre vâli olur. Babasının sözünü kendisine hatırlatmak için adamlarını gönderir ve onu makâmına dâvet eder. Babası huzuruna gelince:

“–Baba, baba!.. Sen bana adam olamazsın diyordun; gördün mü bak işte vâli oldum!..” der. Babası oğluna mânidâr bir şekilde bakar ve şöyle karşılık verir:

“–Evlât, ben sana «Vâli olamazsın.» demedim; «Adam olamazsın!..» dedim. Eğer sen adam olmuş olsaydın, babanı makâmına çağırmaz, kendin onun ayağına giderdin!..”

İşte tam bu misâldeki gibi, dînî terbiyenin ihmali, maddeyi putlaştırma illetini doğurur ki, o da dinden uzaklaşmanın temel sebeplerindendir.

Maddeyi putlaştırma; bir felsefe değil, zavallılıktır. Hikmet değil, illet ve zulmettir. Mânevî duyguların uyuşturulması, toplumun bir canlı cenâzeye dönmesi, başka bir ifadeyle ölmeden evvel taş ve toprak altına gömülmek demektir.

KUR'ÂN-I KERİM'E GÖRE ÇOCUK YETİŞTİRME

Beşeriyetin insan olma haysiyetine kavuşabilmesi için Kur’ân-ı Kerîm’in îkazlarına gönül vermek îcap eder.

Allah -celle celâlühû- bizlere en büyük nîmetini şu şekilde bildirmektedir:

“O Rahmân ki, Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyânı da tâlim etti. (…) Göğü yükseltti ve dengeyi koydu. (Öyleyse sen de bu dengeyi bozma!)(er-Rahmân, 1-4, 7)

Cihanı, ilâhî ölçüler ve mîzanlarla donatan Rabbimiz, kâinât ölçü ve nizâmından başka, Kur’ânî mîzanlar ile de bildiriyor ki; dünyada olduğu gibi ölüm ötesinde de mîzanlar vardır. Dünya ve âhiret, hep mîzanlarla doludur. Hayat ve ölüm, ayrı ayrı, hassas ve şaşmaz mîzanlardır. Her hâlimizin ölçüler içinde olması, gelecek nesle de ibadet, hâl, davranış ve bir ahlâk numûnesi olması zarûridir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (ez-Zilzâl, 7-8)

Cihan, ilâhî ölçü ve mîzanlarla donatılır ve Kur’ân bize mîzanlar sergilerken, gelişigüzel yaşayıp bu ilâhî ölçülerin dışında bulunanların hâli ne müthiş ve hazin bir gaflettir.

Rahmân Sûresi’ndeki bu âyetin ışığında, evlâtlarımıza yaratılış sırrını, Kur’ân’ı ve kulluğu en güzel şekilde anlatmak ve öğretmek zarûrîdir.

Kısacası çocuklarımız, âyette buyurulan kâinattaki ilâhî denge ve âhengi bozmayan güzel ve şerefli mevkilerini koruyacak bir kıvamda eğitilmelidirler. Hiç şüphesiz bu da; âile ocağında, anne ve babanın mahâretli gönüllerinden tecellî edecektir.

Böyle bir tecellî ise, çocuğunun istikbâlini ciddî olarak düşünen anne ve babaların mahsûlüdür. Tabiî sadece bugüne ayarlı bir istikbâl (gelecek) değil, aynı zamanda sonsuz saâdete uzanan ebedî bir istikbâli kastediyoruz. Maâlesef bugün adına istikbâl denilerek yalnız günü kurtarma yolunda evlâtlarımızın yarınları tehlikeye atılıyor. Nice yanlış işler, hep: «Ne yapalım; yavrumuzun istikbâli daha önemli!» bahâneleriyle evlâtlarımızı Hak katında günâha ve isyana sürüklüyor.

cocuklari_bekleyen_tehlike4

ÇOCUKLARIMIZI MÂNEVİ DUYGULARLA YETİŞRİMENİN ÖNEMİ

Biz yavrumuzu ne kadar mânevî duygularla yetiştirirsek o kadar Cenâb-ı Hak onun istikbâlini parlak eyler. Osmanlı’nın yirmi dört milyon kilometrekare genişlemesinin sırrı, bu anlayıştan kaynaklanmaktadır. Yine zor zamanlarda Allah’ın yardım etmesi de, buna bağlıdır. En son Çanakkale ve İstiklâl Savaşı zaferleri de bu hakîkatin bir bereket ve tecellîsidir. Âkif ne güzel ifade eder:

Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhâmı

Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı!..

O hâlde çocuklarımızı alabildiğine Kur’ân ahlâkı, tefekkürü ve istikâmeti üzere eğitmek sûretiyle kendisine, âilesine, daha önemlisi dinine, vatanına ve milletine sahip çıkacak hayırlı evlât olarak yetiştirmek mecburiyetindeyiz. M. Âkif, mısralarında bu hâli ne güzel îzâh eder:

Sahipsiz olan memleketin batması haktır,

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır…

ANNE VE BABALARIN BİRİNCİ VAZİFESİ

Bu da, ifade ettiğimiz gibi herkesten önce anne ve babaların birinci vazîfesidir. Bilmelidir ki, Çanakkale ve İstiklâl harbi gibi nice büyük zaferler, zâhirde o zaferlerde rol oynayan kumandan, gâzî ve şühedânın eseri olduğu gibi diğer bir yönden de onları yetiştirip, kınalayarak vatan müdafaasına gönderen anne ve babaların eseridir.

Bu neticelere hasretle şâir, âile yuvasının bugünkü hâline ve nasıl olması gerektiğine dikkat çeker:

Dağlarda değil, ey baba, evlerde erozyon,

Bâzen çocuğun rûhuna hortum, televizyon!

Tekrar, gül ekilsin, kişinin cenneti evdir,

Ey anne, senindir bu görev, evleri sevdir!... [Seyrî]

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Huzurlu Aile Yuvası, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.