Çocuklarımızı Nasıl Yetiştirmeliyiz?

ÇOCUKLAR İÇİN

Çocuklarımızı nasıl yetiştirmeliyiz? Bizler onları ne kadar dünya için, ne kadar âhiret için yetiştiriyoruz? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi açıklıyor.

ÇOCUKLARIMIZI NASIL YETİŞTİRMELİYİZ?

Gençlerimizi güzel yetiştirmemiz çok mühim.

Zira evlâtlar, anne-babalara ve topluma ilâhî bir emânettir.

Çocuklar, cennete lâyık bir sâfiyetle doğarlar. Fakat anne-babalar çocuklarının mânevî terbiyelerini ihmâl ederlerse, o cennet kuşlarını -Allah korusun- yanlış bir yere uçururlar…

Bu itibarla bizim vazifemiz, evlâtlarımızı saâdet yurdu olan cennete hazırlamaktır.

Fakat düşmanlar da boş durmuyor. Yavrularımızın duygu dünyasını şekillendirerek ayaklarına nefsânî prangalar takmaya çalışıyorlar.

Tarih boyunca, Haçlı seferleri kılıç kılıca harp şeklinde devam etti.

Bugün ise şekil değiştirerek devam ediyor;

  • Çirkef medyalar,
  • Aldatıcı reklâmlar,
  • Şahsiyeti yok eden modalar,
  • İnternetin kirli sokakları ile gençlerimizin mâneviyatına zehir serpiliyor. Din düşmanları, yavrularımızın ruh dünyasını dumûra uğratıyor, duygularını değiştiriyor. Gençlerimiz dinden uzaklaşıyor, dünyevîleşiyor.

Mevlânâ Hazretleri’nin bir misâli vardır:

“Kuzunun kurttan kaçmasına şaşılmaz. Zira kurt, kuzunun düşmanı ve avcısıdır.

Asıl hayret edilecek şey; kuzunun kurda sevdâlanıp gönül kaptırmasıdır…”

Bugün evlâtlarımız, düşmanlarına âşık, kendi medeniyetlerine nefret kusan hastalara dönüşüyorlar.

Eskiden geniş ve büyük aileler vardı. Bugün denildiği gibi “çekirdek aile” yoktu. Bu sebeple de çocuğun güzel ahlâk ile terbiyesinde sâliha annenin ve sâlih babanın yanı sıra, dedenin, ninenin ve akrabaların çok mühim vazifeleri olurdu.

Yani bir çocuk, her taraftan güzel ahlâk numûnesi insanların nezâretinde yetişerek tabiî şekilde terbiye edilmiş olurdu.

Güngörmüş, ağzı duâlı dedelerden ilim ve irfan;

İslâm nezâket, zarâfet ve edebiyle kemâl bulmuş ninelerden âdâb ve erkân öğrenilirdi.

Mahalle, sokak ve çarşı bile İslâm âdâbıyla yaşayan büyüklerin bulunduğu birer mektep gibiydi, birer dergâh gibiydi.

Böylece evlâtlar, her yönden gelen müsbet telkinlerin bereketiyle, sağlam bir şahsiyet ve karakter kazanıyordu.

Bugün ise bunlar gitgide kayboldu. Evlâtlar televizyon internet, reklâm ve modaların eline düştü.

Maalesef modern hayatın dayattığı yapı, bugün evlâtları o güzel terbiyeden mahrum bıraktı. Dede ve nineler ayrı bir evde. Anne-baba da maîşet temini için iş hayatının koşturmacasında.

Dolayısıyla yalnız kalan çocuklarımızın şahsiyet ve karakterini;

–Okulda seküler eğitim sistemi ve arkadaş çevresi,

–Evde ve sokakta ise televizyon ve internet şekillendiriyor.

Bu sebeple de evlâtlarımız arasında gafil insanlara özenme ve taklit başladı.

Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi:

“Savaş, harpte yenilince değil; düşmana benzeyince kaybedilir.”

Unutmayalım ki,

Evlâtlarımızın sîneleri, bereketli bir toprak gibidir.

O temiz toprağa; mâneviyat, muhabbet ve güzel ahlâk tohumları ekmemiz zarurîdir.

Nasıl ki hayatı dünyevî planda yaşayan kimseler, çocuklarının fânî istikbâli için en iyi kolejleri arıyorlarsa,

Bir müslüman anne-baba da evlâdına dünyevî ve uhrevî tahsili mezceden eğitim kurumlarını arayıp bulmalı. Yavrusunun orada eğitim almasına gayret etmeli.

Bugün anne-babaların böyle ağır bir mes’ûliyeti var.

Tabiî ki bu mesʼûliyet, evlâtları sadece yaz tatilinde bir-iki ay camiye göndermekle bitmez. Kısa bir Kur’ân Kursu eğitimi ile çocuğun gönlüne İslâm kültürü, îman şuuru ve Kurʼân ahlâkı lâyıkıyla aşılanamaz.

Bu eğitim daha ana kucağında, baba ocağında başlayacak. Anaokulu ve ilkokuldan sonra da Kur’ân Kursları ve İmam-Hatiplere yönlendirmekle devam edecek.

Bu gayretler; hem kendi kurtuluşumuz için, hem de evlâtlarımızla cennette beraberliğimiz için zarurîdir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bilhassa gençlere çok ehemmiyet verir, en çok onlarla alâkadar olurdu. Ashâb-ı Suffeʼyi yetiştirir, onları insan olan her yere seferber ederdi.

Bir milletin istikbâlini görmek, keramet veya kehânet değildir. O milletin gençliği, enerjisini nereye sarf ediyor, buna bakmak kâfîdir.

Eğer bir milletin gençliği, enerjisini, ilme, irfana, ahlâka, hayır yoluna sarf ediyorsa, o milletin istikbâli parlaktır.

Bunun zıddına, gençler enerjilerini nefsâniyete, zevk u sefaya, zamane şerlerine harcıyorsa, o milletin istikbâli de felâkettir.

Bir harpte gerçek şehidler veriliyorsa zafer mukadderdir. (Bu hakikati Çanakkale’de görüyoruz.) Fakat iç dünyası boş -af edersiniz- molozlar ölüyorsa netice hezimettir.

Bunun için evlâtlarımızı îmanlı, ahlâklı ve vatanperver olarak yetiştirmek; hem dînî, hem de millî bir mesʼûliyettir.

Gençlerimizi şuurlu müʼminler olarak yetiştirmek çok mühim. Biz bunun ehemmiyetini tarihte, Çanakkaleʼde, İstiklâl Harbiʼnde, en son olarak da 15 Temmuzʼda müşâhede ettik.

Mehmed Âkifʼin dediği gibi:

Sahipsiz olan memleketin batması haktır,

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır!

Unutmayalım ki bugün Türkiyemiz İslâmʼın son karakoludur. İslâm dünyasının yegâne sözcüsüdür. Eğer bu karakol zarar görürse bütün İslâm dünyası zarar görür. Huzûr-i İlâhîʼde bunun hesabını veremeyiz.

Onun için, gençlerimize çok ehemmiyet verelim. Bilhassa küçük yaşlarından itibaren onları din, îman, vatan, millet sevgisi üzere yetiştirmeye gayret edelim.

Hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor:

“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin:

–Peygamber sevgisi,

–Ehl-i Beyt sevgisi ve

–Kur’ân kıraati…

Çünkü hamele-i Kur’ân (Kur’ân’ı öğrenen, öğreten ve bu yolda hizmet edenler), hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde, peygamberler ve Hak dostları ile birlikte Arş’ın gölgesindedirler.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, I, 226)

Bizler de onları ne kadar dünya için, ne kadar âhiret için yetiştiriyoruz?