Cuma Namazının Farz Olması İçin Gerekli Şartlar

Cuma namazının farz olması için gerekli şartlar nelerdir? Cuma namazı, erkek, hür, mukim ve sağlıklı olan her Müslüman için farzdır. Bu şartların ayrıntı ve istisnaları haberimizde...

Cuma namazı; namaz, oruç, hac, zekat kelimeleri gibi, fıkıh usulü açısından “kapalı anlatım (mücmel)” özelliği olan bir terimdir. Bu yüzden onun kılınış şekil ve şartları âyet, hadis ve sahabe açıklamalarına ihtiyaç gösterir. Çünkü Allah Elçisi “namazı benim kıldığım gibi kılınız” [1] buyurmuştur.

Bir kimseye Cuma namazının farz olması için, vakit namazlarından farklı olarak aşağıdaki şartların bulunması gerekir.

Câbir İbn Abdillah’ın naklettiği bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Allah’a ve âhiret gününe inananlara cuma namazı farzdır. Ancak yolcu, köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan müstesnadır.” [2] Bu istisnaların dışında kalan her müslüman erkek bu namazla yükümlü demektir. Buna göre şartları aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.

CUMA NAMAZININ FARZ OLMASININ ŞARTLARI

1) Erkek Olmak: Cuma namazı, şartları bulunuan beldede, bir engeli olmayan müslüman erkeklere farz olur. Kadınlar ise Cuma namazına katılıp katılmama konusunda serbest bırakılmıştır. Ancak Cuma namazına katılarak cemaatle kılarlarsa bu yeterli olup, öğle namazını kılmaları gerekmez.[3] Cuma namazını kılmayı emreden âyette, erkeklere yönelik hitabın kapsamına kadınların da girip girmediğini dil dışı karinelerle belirlemek gerekir. Kadınların beş vakit farz namaz, Cuma ve bayram namazı gibi namazları cemaatle kılmaları Hz. Peygamber tarafından teşvik edilmiş, hatta cemaate katılmak isterlerse, gece bile olsa kendilerine engel olunmaması istenmiştir.  Abdullah İbn Mes’ûd’un kadınlara hıtaben söylediği şu sözler o günkü sahabe yaklaşımını göstermektedir: “Siz kadınlar Cuma namazını imamla kılarsanız, onunla iki rekât kılın. Tek başınıza kılarsanız, dört rekât kılınız.” [4] Nitekim Bağâvî de “Cuma namazında hazır bulunmaları vâcip olmayanlar, Cuma namazını kılmaları durumunda, öğlenin farzı üzerlerinden sâkıt olur”, demiştir. Buna göre, ortamın hazır olması, mescitlerin bayanların da yararlanabileceği bir mimariye kavuşturulması durumunda, bu ibadetten onların da yararlanması mümkün ve caizdir. Cuma namazının, kadınlar hakkında da öğle namazının yerini tutması bunu gösterir.

Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı da Mayıs 2002’de düzenlediği, “Güncel Dînî Meseleler İstişare Toplantısı-I” de sonuç bildirgesinin .21 maddesinde, kadınların Cuma namazına katılmaları konusunda şu karar yer almıştır: “Kadınlar, günlük namazlara, bayram, Cuma ve cenaze namazlarına iştirak edebilirler. Komisyonumuz, Hz. Peygamber dönemindeki uygulamayı dikkate alarak, Cuma ve bayram namazının kadın ve çocuklar için özendirilmesi gerektiği kanaatindedir.” [5]

2) Hür olmak: Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre, hürriyetini kaybetmiş olan köle ve esirler Cuma namazı ile yükümlü değildir. Çünkü köle ve tutsakların serbestçe Cuma namazına gitmesi mümkün olmayabilir. Ceza evindeki hükümlülerin durumu da böyledir. Ancak bu sayılanların Cuma namazı kılacakları ortam meydana getirilirse, kılacakları namaz öğle için yeterli olur.

3) Mukîm olmak: Yolcuya cuma namazı farz değildir. Çünkü o, yolda ve gittiği yerlerde genel olarak güçlüklerle karşılaşır. Eşyasını koyacak yer bulamaz veya yol arkadaşlarını kaybedebilir. Bu sebeple ona bazı kolaylıklar getirilmiştir. Zuhrî ve İbrahim en-Nehaî gibi kimi müctehitlere göre ise, yolcu Cuma namazı kılınan yerde konaklamış halde iken, orada kaldığı sürece Cuma namazı kılmakla yükümlüdür. Zâhirîlere göre ise Cuma namazı yolcuya da farzdır.

4) Cuma namazına engel olacak bir özrün bulunmaması:

a) Hastalık: Namaza gidince hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimselere Cuma namazı farz olmaz. Yürümekten âciz durumda bulunan çok yaşlı kimselerle, Cuma namazı için mescide gittiği takdirde hastaya zarar geleceğinden korkan hasta bakıcı için de aynı hüküm geçerlidir. Nöbetçi durumunda asker, polis, güvenlik görevlisi olmak, aralıksız çalışmayı gerektiren bir işte bulunmak gibi durumlarda da öğle namazını kılmakla yetinilir. Ancak bu kimseler cemaatle cuma namazına katılırlarsa yeterli olur.[6]

b) Körlük ve kötürümlük: Ebû Yûsuf’a, İmam Muhammed’e ve Hanbelîler’e göre kendisini Cuma namazına götürecek biri bulunan âmâya Cuma namazı farzdır. Çoğunluğa göre ise farz olmaz. Kendisini Cuma namazına götürecek birisi bulunmayan âmâya ise, Cuma namazının farz olmadığı konusunda görüş birliği vardır. Ayakları felç olmuş veya kesilmiş kimselerle yatalak hastalara da Cuma namazı farz değildir.

c) Uygun olmayan hava ve yol şartları: Cuma namazına gittiği takdirde, kişinin önemli ölçüde zarara veya sıkıntıya uğramasına yol açacak çok şiddetli yağmur, kar, aşırı sıcak ve soğuğun bulunması durumunda Cuma namazı yükümlülüğü düşer.[7]

d) Korku: Cuma namazına gittiği takdirde malı, canı veya ırzı tehlikeye düşecek olan kimseye Cuma namazı farz olmaz.

Dipnotlar:

[1] Buhârî, Ezân, 18, Edeb, 27. [2] Ebû Dâvud, Salât, 208, 209, I, 644, H. No: 1067; Dârekutni, II, 3; Begavî, Şerhu’s-sünne, I, 225. Ebû Dâvud, râvî Târık b. Şihâb’ın Nebî (s.a.s)’i gördüğünü fakat ondan hiçbir şey işitmediğini belirtmiştir. Hâkim Nisâbûrî, Târık b. Şihâb’ın hadisi Ebû Musâ el-Eş’arî’den naklettiğini belirtmiştir. bk. Beyhakî, Sünen, II, 3; İbn Hacer, Telhîsü’l-Habîr, IV, 603 vd. [3] Serahsî, age,  II, 22, 23; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I, 591, 851-852. [4] Bağâvî, Şerhu’s-Sünen, IV, 225. [5] Bu toplantı, 15-18 Mayıs 2002’de, İstanbul Tarabya Oteli’nde tefsir, hadis ve fıkıh dalından 80’in üstünde akademisyen ve 30 kadar da, diyanet mensubu bilim adamının katılımıyla yapılmış ve dört gün sürmüştür. [6] Serahsî, age, c, II, s. 22, 23; İbnu’l-Hümam, Fethu’l-Kadîr, I, s. 417 [7] Buhârî, Cum’a, 14, 17.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

CUMA GÜNÜ VE NAMAZININ ÖNEMİ İLE İLGİLİ HADİSLER

Cuma Günü ve Namazının Önemi ile İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.