Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri’nin Sohbeti
Cüneyd-i Bağdadi (k.s.) nasıl sohbet ederdi? Meşhur sufi Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri’nin sohbetini yazımızda okuyabilirsiniz.
Cüneyd-i Bağdâdî -rahmetullâhi aleyh- şöyle sohbet ederdi:
ŞÜKÜR, NİMETİ İSYANDA KULLANMAMAKTIR
Kardeşim! Gebe develer salıverildiğinde yani kıyâmet gününde, senin yerin neresi olacak? Evler çıkarılıp atıldığında senin yurdun nerede olacak? Konaklar dümdüz ova ve çöl hâline geldiğinde senin konağın nerede olacak? Yerlerin yurtların eserleri bile kalmadığı zaman mekânın neresi olacak? Bütün haberlerin kaybolacağı zamandan haberin var mı? Bakışların kaybolduğu sırada neye bakacaksın? Görüş ve düşüncenin kalmadığı sırada sen ne düşüneceksin? Gece ve gündüzün geçişinde sükûnet bulabilecek misin? Kaderin felâketlerinin vukuu sırasında nasıl korunacaksın? Sabra yol kalmadığı sırada nasıl sabır göstereceksin? Ağlayabiliyorsan şimdi ağla! İnsanın acılı, sancılı ve şaşkın ağlaması, ancak değerli dostlarını kaybetmekle, kendisine halef olacak kişilerin yok olmasıyla, çevresindekilerin ortadan kaldırılmasıyla, şefkatli şeyhlerin Hakk’a yürümesiyle, güç kullanarak ortaya çıkan gasp eylemiyle, sarsıcı bir rüzgârın ortaya çıkmasıyla, yıkıcı patlama ve sarsıntıların peş peşe gelmesiyle, her zamanı kapsayan kahrın ortaya çıkmasıyla ve itirafta bulunan çehrelerin parçalanmasıyla olur.
Böyle bir zamanda nereye sığınacaksın? Nereye gideceksin? Rüyalar paramparça, kalpler dağınık, akıllar sökülüp alınmış, haberlerin her türlüsü kaybolmuş; sen ise alışılmamış karanlıklar içindesin. Işıkları sönmüş yıldızlar altında ve karışık yollardasın. Dünyanın karanlığı, usul farklılığı sebebiyle sana yolunu şaşırttı. Dünyanın arz ve seması birbirine kavuşmuştur. Böylece sen denizin derinliklerine ulaşırsın, hem de o dalgalı, azgın denizin derinliklerine. O öyle bir denizdir ki ondan başka her deniz ve derinlik, ona nispetle damla mesâbesindedir. O seni dalgalarının içine atar, korku ve sarsıntı dehşetiyle seni tokatlar. Seni böyle bir helâk yerinden kim kurtarabilir?
Kardeşim, Allah seni seçkin kullarından eylesin, korusun ve sana akıllı insanların ilmini versin. İyiyi daha iyiden ayırıp tanımaya muttalî kılsın. Senden muradını sana tamamlatsın. Seni kendisi için senlikten uzaklaştırsın. Sana gelen delillerden hiçbirinin çıkaramayacağı şekilde seni sadece kendisine yöneltsin. Bu, suretlerin kendisiyle yok olduğu ilkin ilki bir makamdır. Allâh’ın seni kendisiyle yüceltip gaybete erdirdiği bir hâldir. (…)
Havâssın hakîkati seni eksiklik yollarından alıkoysun. Hak Teâlâ seni gizli bir müşâhedeye erdirsin. Bu sâyede Hakk’ın azametiyle meşgul olup zikir sırasında nefsin etkisinden kurtulasın. Allah sana, belâ ânından önce zikrettiği gerçeği göstersin. Çünkü O, her zaman istediğini yapabilen ve buna gücü yetendir.
Allah sana taatıyla ikram etsin. Sana velîlik versin, seni gizleyip yüceltsin. Nebîsi Hz. Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem’in sünnetine muvaffak buyursun. Kitabını idrâk kapılarını açsın. Kendine yakınlığa hazırlasın. Seni kazançlı kılıp ilmini ve mâneviyâtını artırsın. Seni kapısında tutup hizmetinde kullansın. Bu suretle O’na uygun bir kul olasın, O’nun aşk şarabından içebilesin, hayatın daimî bir hayat, yaşantın kalıcı bir yaşantı, ruhun muttasıl bir ruh olabilsin. Hakk’ın nimetleri tamamlanıp yorgunluktan kurtulasın. Selâmet ve âfiyette kemâle eresin.
Allah seni ihlâsa erdirdiği dostlarını kuşattığı himâye kanatlarıyla korusun. Seni ve bizi hoşlandığı yollarda sabit kılsın. Üns ve dostluk kubbelerine yerleştirsin. Kerâmet ve ikram bahçelerine erdirsin. Anasının karnındaki yavruyu koruduğu gibi seni her durumda korusun. Sana hayat sıfatıyla kâim ve ebediyete doğru giden bir hayat lütfetsin. Seni sana âit şeylerden soyutlayıp kendine âit şeylerle donatsın. Böylece sen hayatın süresince sâdece O‘nunla olasın. Ne sen kalasın, ne de sana âit bir şey ve bir bilgi. Sâdece var olan Allah olsun.
Amele sarıl, ölüm seni aceleyle yakalamadan amelinde acele et! Sana gelinmeden sen kendine gel! Dünyadan gelip geçen kardeşlerinle, akran ve emsalinle, dostlarından dünyasını değiştirenlerle Allah sana nasihat edip durmaktadır. İşte senin nasibin, şu kalan ömrün ve ondan yararlandığın kadardır. Bundan başka her şey aleyhinedir, lehine değil.
İlmin Kazınıp Gittiği Bir Hâl Hakkında Ne Dersin?
Şiblî O’na şöyle bir mektup yazmıştı: “Yâ Eba‘l-Kâsım, yükselip ortaya çıkınca etkili olan, etkili olunca da göz kamaştıran, sonra gizlenip istikrar kazanan, delillerin silindiği, düşüncelerin görünmez, dillerin konuşamaz olduğu, ilmin kazınıp gittiği bir hâl hakkında ne dersin? Bu hâlde bulunan birine halkın yoğun bir biçimde gelip gitmesi, onun ancak yalnızlığını ve Hak’tan uzaklığını artırmış olur. Velhâsıl bu hâlde bulunanlar, âdeta zincir ve prangaya vurulmuş gibidirler. Onların aklına galip olan bu hâldir. Onlar Hak ile sınırlıdır. Halk ise onlara ayak bağı olur.” Ardından şu iki beyti yazdı:
“Ey bir tarafı karanlık, semâ hilâli, bir de bakarsın ki iki tarafı da ışır
Ona bakıp kendi hâlime ağlıyordum, dolunay olunca onun hâline ağlamaya başladım.”
Bu mektubu bir çarşambadan öbürüne kadar bir hafta süreyle yanında tuttu. Sonra altına şunları yazdı:
“Yâ Ebâ Bekir, yaratıklar hakkında Allah’tan sakın. Biz söze başlarken önce onu ölçeriz, işin iyi yönlerini söyleriz. Mahzenlerden geçer gibi dikkatli konuşuruz. Sen gelip hemen izarını çıkardın, sırrını ortaya koydun. Oysaki seninle halkın büyükleri arasında bin tabaka var. Senin anlattıkların daha ilk tabakada kaybolur gider.”
Tövbe Günahı Unutmaktır
Kendisi anlatıyor: Bir gün mürşidim Seriyy-i Sakatî kuddise sirruh’un yanına girdim. Onu, hâli değişmiş, üzüntülü bir vaziyette gördüm. Kendisine, “Neyiniz var?” diye sordum. Bana şöyle dedi:
- Yanıma bir genç geldi. Bana tövbenin ne olduğunu sordu. Ben de: “Tövbe, günâhı unutmamaktır.” dedim. Genç bana itiraz ederek, “Bilakis tövbe, günâhını unutmaktır.” dedi. İşte bu durum beni rahatsız etti, onu düşünüyordum. Ben de kendisine:
- Bana göre de gencin söylediği gibidir, dedim. Serîyyi Sakati, “Niçin?” diye sordu. Şöyle cevap verdim:
- Ben cefâ hâlinde bulunuyorken Allah Celle Celâluhû bana tövbe nasip ederek beni vefâ (Hakk’a karşı verdiğim sözü yerine getirme) hâline göndermiş oluyor. Kalbin Allâh’a döndüğü safâ hâlinde cefâ (günah) hâlini zikretmek, ayrı bir cefâ hâlidir.
Mübârek başını salladı, sükût etti.
Kur’ân Ayetini Dinleyince Bayıldı
Yine anlatıyor: Seriyy-i Sakatî’nin yanına vardım. Onun yanında baygın yatan birini gördüm. Serîyy bana dedi ki:
- Bu adam bir Kur’ân âyeti dinledi ve bayıldı.
- Dinleyip bayıldığı o âyeti kendisine tekrar okuyun, dedim.
Okudu. Adam ayıldı. Serîyy bana: “Sen bunu nereden biliyorsun?” diye sordu. Ben de:
- Yakup kıssasından, çünkü O’nun gözlerinin görmez hâle gelmesi de, açılması da hep aynı şey yüzündendi. Eğer onun gözünün kapanması Hak sebebiyle olsaydı, mahlûkun gömleği sâyesinde açılmazdı. Cevabım hocamın hoşuna gitti.
Şükür Nedir?
Şiddetli bir hastalığa tutulmuştu, şöyle diyordu: “Zünnûn’un şu sözünden başka söylenecek bir şeyim yok: ‘Ey verdiklerine şükredilen, bize şükretmeyi nasip eyle!’”
Hocası Serîyy bir seferinde ona: “Şükür nedir?” diye sormuştu. O da: “Şükür, Allâh’ın sana verdiği nimeti Allâh’a isyanda kullanmamandır” demişti. Bu cevâbı çok beğenen hocası zaman zaman bunu tekrarlamasını isterdi. Biri gelir de kendinde bulunmayan bir hâle âit soru soracak olursa: “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” der, soru tekrarlanacak olursa: “Hasbunallâh ve ni’me’l-vekîl.” diye eklerdi.
Derdi ki; ilim ehli sûfîler, kendi usullerinin şu beş şey olduğunda ittifak etmişlerdir; gündüzleri sâim (oruçlu), geceleri kâim (namazda) olmak, ihlâsla amel, îfâsı süresince amellere dikkat ve titizlik, her hâl u kârda Allâh’a tevekkül.
“Müritler için hikâyelerin tesiri nedir?” diye soruldu: “Hikâyeler, mü’minlerin kalplerini güçlendiren ilâhî askerlerdir dedi ve şu âyet-i kerimeyi okudu: “Peygamberlerin haberlerinden senin gönlünü teskin edeceğimiz her haberi (kıssa) sana anlatıyoruz.” (Hud, 120)
Cerîrî’den rivâyetle Vecîhî anlatıyor: “Hacdan dönmüştüm. Ziyaretlerime Cüneyd’den başlayayım da o bana gelmek için yorulmasın, diye düşündüm. Öğle namazını kıldım, arkamı dönünce bir de baktım ki Cüneyd gelmiş. “Efendim, sizin buraya kadar yorulmamanız için önce ben size gelmeye niyet etmiştim” dedim. Bana şöyle mukabele etti: ‘Yâ Ebâ Muhammed, seni ziyaret etmem senin hakkın, düşündüğün ise senin büyüklüğün.’”
Ca’fer’in anlattığına göre yanına bir adam geldi ve bütün malını mülkünü elinden çıkarıp onlarla birlikte fakirlik üzere bulunmak istediğini belirtti. Ona: “Bütün mallarını elinden çıkarma. Kendine yetecek bir miktar ayır, fazlasını ver. Kendine ayırdığını da azık yap ve helâl rızık peşinde koş! Yanındakilerin hepsini verme. Çünkü ben, nefsinin senden bu konuda talepte bulunmayacağından emin değilim. Allah Rasûlü bir şey yapmak istediğinde sağlam yapardı” dedi.
Cerîrî anlatıyor: Ebu’l-Kâsım Cüneyd’in ölümünde bulundum. Devamlı secde hâlindeydi. Kendisine dedim ki: “Yâ Eba’l-Kâsım, sen şu makama ulaşmış kişi değil misin? Gördüğüme göre gayretin de son noktaya gelmiş, biraz dinlensen?” Bana şu karşılığı verdi: “Yâ Ebâ Muhammed, şu anda bana en lâzım olan bu!” Secde hâli, dünyasını değiştirinceye kadar devam etti. Ben de yanında bulundum.
CÜNEYD-İ BAĞDADİ’NİN (K.S.) DUASI
Şöyle duâ ederdi:
Ey dinleyenlerin en hayırlısı, senin cömertlik ve şeref hazineni istiyorum. Ey kerem sâhiplerinin en yücesi, senin fazlı keremini talep ediyorum. Ey müsâmahalıların en üstünü, senin ihsanını ve merhametini diliyorum. Ey verenlerin en iyisi, gönlü kırık ve boynu bükük bir hâlde, sana şiddetle ihtiyaç duyan ve fakat senin, ihtiyacını zaruret ölçüsünde verdiklerinin hâliyle senden istiyorum. Bu hâlde olanların sana olan özlemi büyüktür. Onlar senin irâden olmadan hiçbir şeyin olmayacağını, sen izin vermeden kimsenin şefaat edemeyeceğini bilirler. Senin örttüğün nice kusur, uzaklaştırdığın nice belâ, bağışladığın nice günah vardır.
Ey yardım dileyenlerin sesini duyan, susanların gönüllerinde gizlediklerini bilen, hareket hâlinde olanların tenhada yaptıklarını gören, ihtiyacımı senden istiyorum. Kötü amellerimin, sesimin sana ulaşmasına engel olmamasını diliyorum. Sırrımda gizlediklerimin beni mahcup etmemesini umuyorum. İnsanların görmediği yerlerde işlediğim ama senin bildiğin kusurlarımdan dolayı beni hemen cezalandırma! Her zaman bana şefkatle muamele buyur. Her durumda bana lütufkâr ol!
İlâhî Rabbim, ben Sana sığınıyorum. Senden yardım diliyorum. Gönül hastalıklarından ve kalbimin bu tür hastalıklara tutulmasından beni kurtarmanı diliyorum. Ki böylece sadrım bu hastalıklarla dolmasın. Aklım ve dilim zikrinden haz alsın. Bedenim hizmetten geri kalmasın. Ben noksanlık ve kusurların etkisi altındayım. Senden bu duyguları zihnimden çıkarmanı istiyorum. Gece ve gündüzümü zikrinle mamur kılmanı talep ediyorum. Beni hizmet ve ibâdete erdir. Böylece varidat tek, hâl bir olsun. Gevşeme ve bıkkınlık meydana gelmesin. Yola çıkınca süratle koşup sana gelelim. Bizi güzel lezzetlerinle rızıklandır, ey kerem sâhiplerinin en kerimi!
İlâhî! Sana yakîn hâsıl etmiş olan için senden daha hükmü güzel kim olabilir? Senden sakınıp sana yönelen için rahmeti senden geniş kim bulunabilir? Seni murat eden ve taatına yönelen için merhamet ve şefkati senden daha çabuk kim vardır? Bunların hepsi senin nimetlerin içinde yüzüyorlar. Senin onlara olan fazlın sâyesinde sana kulluk ediyorlar. Onların sana olan kaygıları gizlidir. Onların irâdeleri senin katına, kalpleri seninle sana yöneliktir. Senden başka bütün hazlarından fânî olmuşlardır. Sâdece seninle cem’ hâlindedirler. Gece gündüz her durumda sana dönüktürler. Seni her şeye tercih ederler. Ben de seni istiyorum.
İlâhî, ben Senden fazlı ihsanınla beni gözetmeni, korumanı bana merhametle muamele etmeni istiyorum. Ben sana sığınıyorum. Senden yardım diliyorum. Seni umuyorum, senden korkuyorum. Her türlü dünya ve âhiret işinde sana güveniyorum. Senden başka ilâh yok. Seni tesbih ediyorum, çünkü ben zâlimlerden oldum.
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları