Cüzi İradenin Etkisi Nedir?
İnsana verilen cüzi iradenin kiminde daha güçlü kiminde daha zayıf olması yaratılıştan mıdır? Cüzi iradenin etkisi nedir?
Son devir mutasavvıflarından Şeyh Muhammed Nûru’l-Arabî’nin “beşerî irâde”yi, yâni cüz’î irâdeyi inkâr ettiği yolunda bir dedikodu yayılır. Bunu duyan Sultan Abdülmecid Han, Hazret-i Pîr’in huzûr derslerine çağrılmasını ve orada kendisine bu meselenin sorulmasını irâde buyurur. Fermân yerine getirilerek Şeyh Muhammed Nûru’l-Arabî huzûr dersine dâvet edilir. Orada kendisine meselenin keyfiyeti suâl olunduğunda Hazret, şöyle cevap verir:
“Kulda cüzî bir irâde elbette mevcuttur. Mes’ûliyetin kaynağı da budur. Ancak herkeste ve her zaman değil. Meselâ ben elbette cüz’î bir irâde sâhibiyim. Lâkin pâdişâhın emriyle geldim. Buradan kalkıp gitmek ise benim elimde değildir. «Gel» denilir geliriz; «git» denilir gideriz. Demek ki burada irâdem -belli bir hususta- yok hükmündedir. Aynı şekilde pâdişâhın huzûrunda bulunduğumdan dolayı yapabileceğim hareketler de sınırlıdır. Bâzı kimseler de aynen bu misâlde olduğu gibi dâimî bir sûrette Rab’lerinin huzûrunda bulunduğunun idrâki içinde yaşarlar. Allah her yerde hâzır ve nâzır olduğu halde pek çok kimse, kendilerini sâdece namazda huzûr-ı ilâhîde kabul ederler. Hâlbuki belli bir mânevî mertebeye yükselmiş olanlar, her an huzûr-ı ilâhîde bulundukları idrâki ile yaşarlar. Böyle kimselerde cüz’î irâdenin var sayılıp-sayılmayacağını varın siz takdîr edin.” demiş ve bu cevap pâdişâhın hoşuna gittiğinden, Şeyh Muhammed Nûru’l-Arabî’ye ihsan ve ikramda bulunmuştur.
SÖZÜN ÖZÜ:
Kul, bir irâde sâhibidir. Bu irâde veya kudret, ona Cenâb-ı Hak tarafından bahşedilmiştir. Allah Teâlâ’nın her oluşta irâdesi bulunmakla birlikte, rızâsı sadece hayırdadır. Bir hocanın gâyesi, talebesinin bilgi ile mücehhez olup sınıf geçmesidir. Talebe çalışmaz ise hocanın yapacağı bir şey yoktur. Yine bir doktorun vazîfesi de, hastasını şifâya kavuşturmaktır. Hasta, verilen reçeteyi tatbîk etmez ise, artık gelişen menfî neticeden sadece hastanın kendisi mes’ûldür. Doktora herhangi bir cürüm isnâd edilemez.
Diğer taraftan irâdeyi, huzûrunda bulunduğumuz zâta teslîm etmek, teslim edilen şeyden daha fazlasının ihsân edilmesine vesîle olur. Yâni bir kul, ihlâs ölçüleri içerisinde kendi bakışını, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz nazarına, ellerini O’nun sonsuz yed-i kudretine, dilini O’nun sonsuz kelâm sıfatına, kulaklarını O’nun nâmütenâhî işitmesine teslim ederse, bakış, duyuş ve idrâk edişi bambaşka olur. Yâni verdiklerinden aslâ mahrum kalmaz. Bilâkis her teslim ettiği şey, sonsuzluğun içinden kendisine nice ebedî nasiplerle döner. Bunun içindir ki, dâimâ huzûr-i ilâhîde bulunduğunun idrâki ile yüce irâdesine teslim olabilen sâlih kulları hakkında Cenâb-ı Hak, hadîs-i kudsîde mecâzen:
“Onların gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olurum...” buyurmaktadır. (Buhârî, Rikâk, 38)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları