Daima Uzleti ve Sükutu Tercih Etti

Abidevi Şahsiyetler

Câfer-i Sâdık (r.a.), mütevâzı bir zât idi. Kimseyi hor görmez, her mü’mini kendisinden daha kıymetli bilirdi. Hiçbir zaman riyâsete, yani insanlara baş olmaya heves etmemiş, dâimâ uzleti ve sükûtu tercih etmiştir. Zira mârifetullah deryâsına dalan kişi, sâhillere tamah etmez; Cenâb-ı Hak ile ünsiyet kuran kişi, insanların medh ü senâsına değer vermez.

Câfer-i Sâdık Hazretleri bir gün hizmetçilerini yanına çağırıp onlara:

“–Gelin sizinle kıyâmet günü için bir anlaşma yapalım: O gün hangimiz kurtulursa, diğerlerine şefâatçi olmak üzere birbirimize söz verelim!” demişti. Onlar:

“–Ey Allah Rasûlü’nün torunu! Sizin ceddiniz bütün âlemlerin şefâatçisi iken, bizim şefâatimize sizin gibi bir zâtın ne ihtiyacı olur?!” dediler.

Câfer-i Sâdık (r.a.), şu tevâzû yüklü cevâbı verdi:

“–Ben kıyâmet gününde, şu hâlim ve bu amellerimle mübârek ceddimin yüzüne bakmaktan hayâ ederim!”[1]

HAKKA LAYIK MUAMELE

Âlim, zâhid bütün insanlar, Câfer-i Sâdık Hazretleri’nden feyz almak isterlerdi. Nitekim Dâvud-i Tâî (r.a.) bir gün yanına gelerek, kalbinin karardığından bahsedip nasihat talebinde bulundu.

Câfer-i Sâdık (r.a.):

“–Sen asrımızın en zâhidisin, benim nasihatime ne ihtiyacın olacak?” dedi.

Dâvud-i Tâî (r.a.):

“–Ey Allah Rasûlü’nün evlâdı! Senin insanlara üstünlüğün var. Onun için senin herkese vaaz etmen lâzım!” dedi.

Câfer-i Sâdık (r.a.) yine yüksek tevâzuunu ve Allah korkusunu ifâde eden şu muhteşem cevâbı verdi:

“–Ey Dâvud! Ben kıyâmet gününde mübârek ceddimin benim yakama yapışıp; «Bana tâbî olmanın hakkını neden vermedin? Bu iş haseple-neseple olmaz, Hakk’a lâyık muâmeleyle olur!» diye çıkışmasından korkuyorum!”

Bunun üzerine Dâvud-i Tâî Hazretleri:

“Yâ İlâhî! Nebîler neslinden olup, ceddi Rasûl, annesi Betûl olan birisi böyle korku içinde yaşarsa, Dâvud kim oluyor da ameli ve muâmelesiyle kendini beğeniyor!” diye ağlamaya başladı.[2]

BENCİL DAVRANIP BÜYÜKLENME

Câfer-i Sâdık (r.a.) insanları tevâzû sahibi olmaya teşvik eder, bencil davranıp büyüklenenleri de îkâz ederdi. Nitekim bir gün bir kabîleye rastlamıştı:

“–Sizin efendiniz kim?” diye sordu. İçlerinden biri:

“–Ben!” dedi. Hazret bu cevaptan hoşlanmadı ve onu îkâz ederek:

“–Eğer sen bunların efendisi olsaydın; «Ben» demezdin! (Onların hizmetkârı olduğunu söylerdin.)” buyurdu.[3]

Çünkü enâniyet/benlik, gerçek efendiliğe mânîdir.

Onun şu sözü de bu hususta çok mânidardır:

“Öncesi korku, sonu özür olan günah, kulu Hakk’a yaklaştırır. Öncesi güven, sonu kibir olan ibadet de, kulu Hak Teâlâ’dan uzaklaştırır. Kendini beğenmiş olan itaatkâr, aslında âsîdir. Özür dileyen âsî de hakîkatte itaatkârdır.”[4]

Câfer-i Sâdık Hazretleri, hiçbir zaman riyâsete, yani insanlara baş olmaya heves etmemiş, dâimâ uzleti ve sükûtu tercih etmiştir. Zira mârifetullah deryâsına dalan kişi, sâhillere tamah etmez; Cenâb-ı Hak ile ünsiyet kuran kişi, insanların medh ü senâsına değer vermez.


[1] Attâr, Tezkire, s. 53.

[2] Attâr, Tezkire, s. 53.

[3] Hânî, el-Hadâik, s. 132.

[4] Attâr, Tezkire, s. 55.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları