Derin Şirk Nedir?
Tevhid inancının, devletin işlerine karışmamasını eğitim, hukuk ve medya şartlandırması olarak dayatan, buna karşılık kendisi, toplumun yasama, yürütme ve yargı güçlerinin mevcudiyetine rağmen, bunların dışına çıkan bir ikibaşlılıkla ve medya desteğinde devletin ve ferdin bütün işlerine karışan totaliter güç yapılanmasına derin şirk diyoruz.
Çorak bir toprağın derin çatlaklarla yarılması gibi, insan dimağının rahmetten mahrum kaldığı kurak dönemlerde, hukuk mantığında, iktisadi zihniyette, siyasi uygulamada derin boşluklara düşüldüğü görülüyor. Bu boşlukların şaşkınlıkla, bünyenin kabul etmeyeceği ithal normlar ve ölçülerle doldurulmak istenmesiyse daha çözümsüz bir karmaşaya sebep oluyor. Toplum mühendisliği denen birtakım kuşatıcı ve kapsayıcı yaklaşımlar bu karmaşaya müdahale ederken, bazen dayatmacı ve ideolojik bazen da yıkıcı ve kural tanımaz karakterde olabiliyor. Sonunda olan; ezilen, yok olan veya tanınmaz hale gelen meşruluk kavramına oluyor.
Öncelikle toplumun bütün alanlarına hükmetme iddiasında olan şirk odaklarının menfaatlerine hizmet eden kurum ve kuralları meşru, bütün diğerlerini gayrımeşru gösterme şarlatanlığına karşı durulmalı ve hakiki meşruluk anlayışının yerleştirilmesi iradesi benimsenmelidir.
Tevhid inancının, devletin işlerine karışmamasını eğitim, hukuk ve medya şartlandırması olarak dayatan, buna karşılık kendisi, toplumun yasama, yürütme ve yargı güçlerinin mevcudiyetine rağmen, bunların dışına çıkan bir ikibaşlılıkla ve medya desteğinde devletin ve ferdin bütün işlerine karışan totaliter güç yapılanmasına derin şirk diyoruz.
Sahneye çıkarken veya ülke gündemini tayin ederken kullandığı sıfatlar, ilke dediği Lat ve Uzza benzeri isimler ne olursa olsun, yıllardır karşı karşıya olduğumuz olay budur. Adeta bilgisayar faresi gibi kaçak, kaypak, hareketli bir yapı ile gayet planlı, programlı, kasıtlı bir şekilde tevhid inancına dayalı yapılanmayı uzaklaştırdığı her alana kendisi yerleşmekte, her alanı sanki kendisininmiş gibi sahiplenmektedir.
PUTLARDAN FARKSIZ SINIR TAŞLARI
Böylece tevhid hayatı ile şirk yaşama tarzı arasında aşılması hukuk ihlali sayılan sınır taşları konulmuş, tevhid hayatına ait vazgeçilmez değerler sınır taşları dışında sayılmıştır. Gerekirse yenilen, yok sayılan putlardan farksız olan bu sınır taşları, materyalizm, feminizm, kapitalizm, komünizm ve diktatörlük olarak sıralanabilir. Bunların kolayca farkedilebilecek ortak bir özelliği, toplumun bütününü kavrayıcı, kuşatıcı, totaliter bir yapıda olmalarıdır.
Derin şirk üniversite faaliyetlerini de emrinde tutmaktadır. Şöyle ki, bugünkü uygulamasıyla birçok bilimin işlevi şirk hukuk düzenine malzemeler, doneler hazırlamaktır. İnsan ve eşyanın tabiatına en uygun olan “tasarruf ettiğini tasadduk et” ikazının iktisat ilminin reddetmesi gereken bir hedef haline getirilmesi ve yerine “tasarruf ettiğini yatır” tabusunun yerleştirilmesi, böyle bir malzeme örneğidir. Bunun anlamı insan fıtratındaki yardımlaşma, aile, akraba ve millet fertlerinin birbirlerini destekleme duygusunu körelterek, her türlü materyalist yatırımı iktisadi manada değerli ve verimli gösterme gayretidir. Bu boşuna gayretli yaklaşımda içki, kumar ve şans oyunları da derin devletin asli görevlerindendir. Bu noktanın aslında kayıt dışı ekonomiyi devlet eliyle genişletmek manasına geldiğini “Yaşama sevinci” başlıklı Üçüncü Bölümde ele almıştık.
Gerçi ekonomik büyümeyi sırtlayanın yatırımlar olduğunu kabul eden iktisat teorisi yeni zamanlarda tartışılmakta ve büyümenin lokomotifinin tüketim harcamaları, yeni fikirler, yenilikler veya bilgi olduğu ayrı yaklaşımlar halinde öne sürülmektedir. Fakat lokomotif bunlar bile olsa, bireysel gelirden artanın tasadduku kavramına, ferdi tasarrufu sosyal yardıma yönlendirme eğilimine direnç temelde değişmemektedir.
Sosyal bilimlerin şirk hukukuna malzeme sunması artık olağan gelen, yadırganmayan tabii bir süreçtir. Totaliter şirk odağı, tevhid toplumunun yaşama tarzından bir bölümü hedefine koyduğu zaman, bu bölümü fiilen söndürmek, pörsütmek, devre dışı bırakmak istediği zaman hep aynı araçlarla bunu yapmakta bunu hedefleyen bilim üretmeyi üniversiteden, kurallar üretmeyi hukuk biliminden, bu kuralları tatbik etmeyi siyaset adamlarından beklemektedir.
Dünyadaki seçilmiş, atanmış ve kendi kendilerini atamış ne kadar lider varsa hepsi rejimlerine demokrasi diyebiliyorlar iken, bu kavram bu kadar esnek olduğu halde kutsanabiliyorsa, kutsal sayılabiliyorsa burada da tevhid toplumunun hayat tarzından bir özelliği, bu sihirli kelimeyi kullanarak safdışı etmek kötü-niyeti vardır.
TARİHİN EN BÜYÜK ŞİRK ADAMI
Nasıl? “Memleketin başına geçmek, halkını partilere ayırmak, içlerinden bir topluluğu güçsüz bularak bozgunculuk yapmak”, tarihin en büyük şirk adamlarından biri olan Firavun’un siyasetidir. Siyaset ilmi gayet masumane bir şekilde bu ahlâkı tabu haline getirmiş, milleti parça parça edecek ve birbirine düşürecek seçim sistemlerinin kurallarını geliştirmiştir. Akılcı, rejimleri oturmuş ve dünya konjonktüründe etkili toplumlarda çoğunluk seçim sistemiyle iktidar ve muhalefet hizipleri olarak bölünme yeterli görülürken; idare edilenler statüsündeki rejimleri oturmamış toplumlarda sürekli sayısal-dışı müdahalelerin yapılabilmesi için nisbî temsil seçim sistemi geliştirilmiş, bütün bunlar bu toplumların üniversitelerinde bilimsel diye nitelendirilmiştir. Sonuç, inanç birliği içindeki bir milletin parça parça edilmesi, her parçanın başına getirilen ekseriyeti popülist, yığınları peşinde götürmekten benlik keyfi alan, günlük tatminlerle yetinen, gelecek stratejisi olmayan, fırsatçı, menfî mizaçlı liderlere milletin istikbalinin teslim edilmesidir. Medyaya gelince, bu sahnenin motorluğunu üzerine almıştır ve parti liderlerine karizmatik, büyüleyici liderler imajını yükleyerek, onların ne yaparlarsa yapsınlar sorgulanmadan milletin sırtında ağırlık olmalarını körüklemiştir.
KAYBEDİLEN DEĞER NEDİR?
Burada kaybedilen değer nedir? Toplumun hayat tarzının bir özelliği olan ve asırlarca devam eden birlik, beraberlik ve bütünlük şuuru, adeta sihirli kelimeler kullanılarak tarihe gömülmüştür. “Böl ve hükmet” kuralı bütün ihtişamıyla karşımıza dikilmektedir. Bilimi şirkin hizmetinde kullanma zihniyetinin kemikleşmesi sonucudur ki, son tahlilde insan yapısı olan bir yasal çatıya “Değiştirilemeyecek Hükümler” konulmuş, daha baştan “Kayıtsız Şartsız Egemen” denilen milletin iradesi kayıtlandırılmış ve şartlandırılmıştır.
Sözü uzatmadan ve dağıtmadan vurgulanacak konu şudur: Şirk odaklarının menfaatlerine hizmet eden kurum ve kuralları meşru, bütün diğerlerini gayrımeşru gösterme şarlatanlığı üzerine kurulan bilim adamı-hukukçu-siyasetçi ve medya ortaklığının önünde duracak ve bu cepheyi karşısına alacak bir meydan okuma iradesine ihtiyaç vardır. Ancak bu meydan okuma, kargaşaya kargaşayla mukabele etmek kaosuna yol açmadan, kargaşayı “değiştirilmesi teklif edilemeyecek” tabu sayan insana bunun bir yanlışlık olduğunu kabul ettirme, ikna etme süreci olarak anlaşılmalıdır.
Ne var ki, insana ümitsizlik yükleyecek derecede katı, zalim ve şiddete meyilli sunî dinlerin, insan ruhundaki derin fırtınalara, onun cevap arayan ve çözüm bekleyen sorularına verebileceği ciddi bir karşılık kesinlikle yoktur. Bu karşılığı samimiyetle arayan insan, toplumdaki statüsü, konumu ne olursa olsun beynindeki kilitlenmeden ancak tevhidle kurtulabilir. Sözgelimi bir yargıcın bir vicdan muhasebesi olmayacak mıdır? Şüphesiz olacaktır ve kalbini rahatlatıcı formülü, bu kalpte olan bitenden habersiz sunî bir dinde değil, bu kalbin sahibinin ona duyuracağında bulacaktır.
İnsanı insan yapan değerlerin geniş ölçüde içinin boşaldığı bu dönemde hilkatin tacı olduğunu anlayabileceği, kainat kitabındaki yerini bulabileceği bir toplum düzenine nasıl geçebilecek sorusuna gelmiş oluyoruz.
Tabu sistemlerinin, sunî dinlerin ikna süreciyle aşılabileceğine inanan ve bunun için adeta bir meydan okuma iradesi taşıyan bir topluluk, felsefî bir düşünce örgüsü yaklaşımıyla değil, mevcut toplum yapısı statiğini hendesî bir sabırla tahlil ederek, bu statiğin en az sarsıntıyla tahribatsız bir şekilde değiştirilmesini hedefleyen bir ittifak modeli ortaya koyacaktır. Bu iradeden beklenen insanın ve eşyanın tabiatına aykırı olarak toplum düzenine monte edilmiş ilmek ve düğümlerin bir-bir çözülmesi, çok karmaşık ve sunî yüzeyli plâtformlardan, daha basit ve itinayla arıtılmış plâtformlara doğru, ama özellikle meşruluk içinde kalarak, bu sebeple statik hukuk plâtformlarından dinamik hukuk plâtformlarına doğru bir güncelleştirme gayreti gösterilmesidir.
YENİ DÜNYA DÜZENİ KAVRAMI
Çok çetin geçeceği açık olan bu çalışmanın da başarıldığı ve insanımızın medeniyetimize kazandırıldığı varsayılsa bile, bu başarı sınavımızın sonucunu sürekli gözetleyen ve pusuda bekleyen bir tehlikeyle daha karşılaşacağımızı bilmeliyiz. O da hizipler halinde bizi kuşatmaya çalışacak olan dış-düşman veya dış-düşmanlar ittifakıdır. Esasen Yeni Dünya Düzeni kavramı, yerine oturmamış, oluşma halinde böyle bir ittifak arayışıdır ve bu metin boyunca savunulan tevhid toplumlarının asli değerlerini, dolayısıyla bu toplumları dışladığı ölçüde dış düşmanlar ittifakıyla aynı şeydir.
Yeni Dünya Düzeninin belirgin karakteristiği, toplumların kendi kaderlerini tayin haklarının geri alınışı ve bunu yaparken çağdaş iletişim araçlarının gözünden kaçmadığı için küreselleşme, globalleşme gibi masum kavramlar kullanarak, yaptığının doğru olduğuna inandırma gayretidir. Kağıt üzerinde devlet siyasi statüleri değişmemekte, ama o toplumların müreffeh standartlarda bir ekonomik gelişme göstermesine izin verilmemektedir. Bir zamanların cazibeli kendi kaderini tayin hakkı ekonomik gelecek için geçerli olmamaktadır.
Böyle bir realitede “Medeniyetler Çatışması” “Tarihin Sonu” tartışması niçin ortaya atılmıştır? Ferdin kendi benliğindeki çatışma, çocuk-anne-baba çatışması, sendika-işveren çatışması ve daha bir yığın çatışma yüklü bir yoğunluktan ancak çatışma haberi çıkabilirdi. Medeniyet denemeyecek bir kesafet, çok değişik milletlerin değerler mozayiğinden oluşan bir yoğunluk söz konusudur. Şirkin medeniyeti yoktur; olamaz, çünkü onu inşa edemez ve kuramaz. Onun yok etmek istediği tevhid medeniyetidir ve nereye el atsa burcu burcu dirilikte bir inanç medeniyetiyle karşılaşmaktadır.
AYDIN CİNAYETİ
Diyalog mu? Çağrılarıyla, çağıranlarıyla her zamanki gibi tecdidi, ıslahı ve dinde reformu gündeme getirerek tevhid yaşama tarzını tartışmaya açan bir kapı görünümünde bir kavram diyalog... Batılı yoğunluk modernizm ve modernizm ötesi denen çatışma aşamalarıyla yaşadığı tatminsizliği, kendi dışındaki coğrafyalara taşımak istiyor. Çünkü tevhid inancının yapısında tartışma yoktur, teslimiyet vardır; o halde inanç medeniyetinin tartışılması yanlıştır. Bunun yerine bugün yeryüzüne yayılan kanın ve vahşetin sorumluluğu sorgulanmalıdır. Bu sorumluluğu tevhid inancıyla özdeşleştirmek, milletlerarası haber ajanslarının tuzak kavramlarıyla terörizmle inancı, mana olarak değil kelime olarak dahi yan yana getirmek bir aydın cinayetidir.
Sonra şirk kanadından gelen diyalog çağrıları samimî de değildir. Çünkü arka bahçe olarak görülen ülkelerin birinde tecdid ve ıslah masaya getirilirken, bir başka ülkede şirkin siyasi iradesi bu ikna süreçlerini yok sayan tasarrufların içindedir; tevhid yaşama tarzını sindirmenin kara projelerini yapmaktadır.
Şüphesiz bütün hümanistler bu anlatılan stratejinin kurucu ortağı değillerdir. Ancak onlar da, bu acımasız trajedi dünya genelinde kan ve irin neşrederken fanteziyle meşgullerdir. Onlar, elektronik ağlara aktarılan dergiler, kitaplar, TV programları, web siteleri, haber grupları ve net konferanslarından oluşan bir dijital topluma koşarken, tüm uzaya yayılacak bir elektronik medya ile bütün dünya ilişkilerini bir köy ölçeğine indirgerken, kendilerine diyaloğun yerini alacak bir empoze etme elbisesi biçmektedirler. Neyin empoze edileceğine gelince, mutlak artının olduğu kadar mutlak eksinin de yer alabileceği belirsiz bir değerler sistemi söz konusudur. Bu değerler sistemi dünya köyü ölçeğindeki bütün materyalist, feminist, kapitalist, komünist ve totaliter değerlerle doldurulmaya çalışıldıkça, internet sörfleri eninde sonunda bir global etik, bir küresel ahlâk boşluğuna gelip dayanacaktır. Bu değerler sistemi, kendisi henüz satrançtaki atağını yapmamış, empozeyi değil kardeşliği esas alan özgün bir inanç sitemi olmak zorundadır.
Kaynak: Şuûri Cankut Saylan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 150