Diğergâmlık, Bütün İnsanlığa Yardım Etmektir
Diğergâmlık, insanların sadece maddî ihtiyaçlarıyla değil bütün sıkıntılarıyla meşgul olmayı gerektirir.
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- sefere giderken ve savaş esnâsında en önde bulunur, herkes O’na sığınırdı.[1] Dönüşte ise kâfilenin arkasından gelir, yürümekte güçlük çeken zayıflara yardımcı olur, onları terkisine bindirir ve kendilerine duâ ederdi.[2]
Bu hususta güzel bir misâl de şu hâdisedir:
ON DİRHEM İLE GELEN BEREKET
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- bir gün bir elbise dükkânına varıp dört dirheme bir gömlek satın almıştı. Gömleği giyerek dışarı çıktı. O esnâda Ensâr’dan bir zât ile karşılaştı. O kişi:
“–Yâ Rasûlâllah! Bana bir gömlek giydir, Allah Sana Cennet elbiseleri giydirsin!” dedi.
Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- hemen gömleği çıkarıp o sahâbîye giydirdi. Dükkâna geri dönerek dört dirheme bir gömlek daha aldı. Yanında iki dirhemi kalmıştı.
Birden yolda ağlamakta olan küçük bir hizmetçi kız gördü ve:
“–Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Kızcağız:
“–Yâ Rasûlâllah! Yanlarında çalıştığım âile bana iki dirhem verip un almaya göndermişti, parayı kaybettim!” dedi.
Nebiyy-i Ekrem -sallâllahu aleyhi ve sellem- kalan iki dirhemi de ona verdi. Dönüp giderken kızcağızın hâlâ ağlamakta olduğunu gördü. Yanına çağırıp:
“–Niçin ağlıyorsun, dirhemleri aldın?!” buyurdu. Kızcağız:
“–Geciktiğim için bena cefâ ederler diye korkuyorum!” dedi.
Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- onunla birlikte, hizmet ettiği âilenin evine kadar gitti ve selâm verdi. Evdekiler Efendimiz’in sesini tanıdılar, ancak cevap vermediler. Peygamberimiz ikinci kez selâm verdi, yine karşılık vermediler. Üçüncü selâmında “Aleyküm selâm” diyerek büyük bir sevinçle dışarı çıktılar. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:
“–İlk selâmı duymadınız mı?” buyurdu.
“–Duyduk yâ Rasûlâllah, ancak çokça selâm verip bizi bereketlendirmenizi arzu ettik, onun için hemen cevap vermedik. Sizi buraya kadar getiren nedir, annelerimiz babalarımız size fedâ olsun?!” dediler.
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:
“–Bu kızcağız sizin kendisine cefâ etmenizden korktu.” buyurdu.
Bu sözü işiten ev sahibi:
“–Mâdem siz onunla birlikte buraya kadar teşrif ettiniz, o artık Allah için hürdür!” dedi. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- de onları hayırla ve Cennet’le müjdeledi. Sonra da şöyle buyurdu:
“–Allah on dirheme ne kadar da bereket lûtfetti. Onunla Peygamber’ine ve Ensâr’dan bir zâta birer gömlek giydirdi ve bir köleyi de âzâd eyledi. Allâh’a hamd olsun! Bütün bunları kudretiyle bizlere lûtfeden O’dur.” (Heysemî, IX, 13-14)
ASHÂB-I KİRÂM'DAKİ PEYGAMBER AHLÂKI
Ashâb-ı kirâm da aynı ahlâk üzereydi. Nitekim Abdullah bin Abbâs -rahmetullahi aleyh-, bir gün Peygamber Efendimiz’in mescidinde îtikâfta iken bir kimse yanına gelerek selâm verip oturmuştu. İbn-i Abbâs -rahmetullahi aleyh-:
“–Kardeşim, seni kederli ve mahzun görüyorum?!” dedi ve konuşmaları şöyle devam etti:
“–Evet ey Rasûlullâh’ın amca oğlu, kederliyim! Falan şahsın benim üzerimde hakkı var. Fakat şu kabrin sahibi (Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-) hakkı için söylüyorum ki borcumu ödeyemiyorum.”
“–Senin için onunla konuşayım mı?”
“–İstersen konuş.”
İbn-i Abbâs -rahmetullahi aleyh- ayakkabılarını giyerek mescidden çıktı. Sıkıntıda olan zât ona:
“–Îtikâfta olduğunu unuttun mu, niçin mescidden çıktın?” diye seslendi. İbn-i Abbâs -rahmetullahi aleyh- şöyle dedi:
“–Hayır! Ben, şu kabirde yatan ve henüz aramızdan yeni ayrılmış olan Muhterem Zât’tan -sallâllahu aleyhi ve sellem- duydum, -bunları söylerken gözlerinden yaşlar akıyordu- şöyle buyuruyordu:
«–Her kim, kardeşinin bir ihtiyacını karşılamak için gayret eder ve o işi görürse, bu kendisi için on yıl îtikâfta kalmaktan daha hayırlıdır. Hâlbuki bir kimse Allah rızâsı için bir gün îtikâfa girse, Cenâb-ı Hak o kimse ile Cehennem arasında üç hendek yaratır ki, her bir hendeğin arası, doğu ile batı arası kadar uzaktır.»” (Beyhakî, Şuab, III, 424-425. Ayrıca bkz. Heysemî, VIII, 192)
ÜMMETİN DERDİYLE DERTLENEN ALLAH DOSTLARI
İslâm’ın getirdiği diğergamlığın güzel bir misâlini de Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruh- anlatır:
“Zamanımızda binlerce velî vardı. Fakat asrın kutubluğu vazifesi Ebû Hafs adında bir demirciye verilmişti. Bunun hikmetine muttalî olmak için dükkânına gittim. Kendisini çok dertli gördüm ve sebebini sordum. Büyük bir hüzünle şöyle dedi:
«–Acaba benim derdimden daha büyük bir dert, benden daha dertli bir insan var mı? Düşünüyorum da acaba kıyâmet gününde bu kadar ibâdullâhın hâli nice olur?»
Ardından ağlamaya başladı ve beni de ağlattı. Merak edip sordum:
«–Halkın azâba dûçâr olmasından niçin bu kadar kederleniyorsun?»
Ebû Hafs Hazretleri cevâben:
«–Benim fıtratım merhamet ve şefkat mayasıyla yoğrulmuştur. Şayet ehl-i Cehennem’in bütün azâbı bana yükletilip onlar affedilse, ben bundan ziyâdesiyle memnun ve derdimden de halâs olurum...» dedi.
Bunun üzerine anladım ki, Ebû Hafs Hazretleri “nefsî nefsî” diyenlerden değil, peygamber meşrebinde olup “ümmetî ümmetî” diyenlerdendir. Onun yanında bir müddet kaldım. Bu arada kendisine bâzı Kur’ân sûrelerini tâlim ettim. Ancak kırk senedir tahsil ve idrâk edemediğim dereceye onun vesîlesiyle ulaştım. Bâtınım feyz-i Rabbânî ile doldu. Yine anladım ki, kutbiyet, ayrı bir sırdır. Fazîlet, sadece ilim ve çok ibâdet ile değil, onların irfâna dönüşmesi ve Cenâb-ı Hakk’ın mevhibe ve teveccühü iledir. Şu kadar var ki, bu teveccüh ve mevhibenin Ebû Hafs Hazretleri’ne nasîb olmasında, ondaki engin şefkat ve merhametin tabiat-i asliye hâline gelmiş bulunmasının bereketini de unutmamak gerekir.”
Dipnotlar: [1] Bkz. Müslim, Cihâd, 79; Ahmed, I, 86, 126. [2] Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 94/2639.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları