Dili Korumak İle İlgili Hadisler

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in İnsanlar için Allah yolunda cihâd'dan daha hayırlı buyurduğu hadis-i şerifi ve dili korumakla ilgili hadisleri istifadenize sunuyoruz.

ÖZÜR DİLEMENİ GEREKTİREN BİR SÖZÜ SÖZLEME

Günümüzde insanî münâsebetlerde yaşanan pek çok sıkıntı, dilin yanlış kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Zira dil, hayrın anahtarı olabileceği gibi, doğru kullanılmadığında şerre de anahtar olabilir. Bunun için dilimizin kalplere batan bir diken olmamasına çok dikkat etmemiz îcâb eder. Nitekim ecdâdımız; “Kılıç yarası onulur, dil yarası onulmaz.” demişlerdir.

Dolayısıyla konuşmadan önce düşünmek, sözün varacağı noktayı iyi hesaplamak gerekir. Zira konuşmak, eline bir taş alıp atmak gibidir. O taşın nereye düşeceğine dikkat etmelidir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bu hakîkate işâretle:

“...Özür dilemeni gerektiren bir sözü söyleme!..” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce, Zühd, 15)

Söylenmiş bir söz, yaydan çıkmış bir ok gibidir; bir daha geri dönmesi mümkün değildir. İnsan, söylemeden önce sözünün hâkimi iken, söyledikten sonra onun mahkûmu olur. Söylenmemiş bir sözü her zaman söyleme imkânı vardır. Fakat söylenen bir sözü de dâimâ müdâfaa etmek veya hesabını vermek gerekir.

Kâmil mü’minler, evvelâ söyleyecekleri sözün fayda verip vermeyeceğine dikkat eder, kendilerine veya muhâtaplarına zarar verecekse sükûtu tercih ederler. Ayrıca, hangi sözü hangi seviyede ve nasıl söyleyeceklerine de îtinâ gösterirler.

Şeyh Sâdî buyurur:

“Gün görmüş, tecrübeli, hikmet ehli, olgun bir insan ilk önce düşünür, sonra söz söyler. Sen de düşünmeden söze başlama. İyi konuş, geç konuşsan da bir ziyânı yok. Önce düşün, sonra gerektiği kadar konuş. Başkaları seni susturmadan sen susmasını bil…”

MUHÂTABINA GÖRE KONUŞMA ÜSLÛBU

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ne güzel îkaz eder:

“Ne söylediğini, kime söylediğini ve ne zaman söylediğini iyi düşün!”

Mü’min, firâset sahibi olmalı, konuşma üslûbunu muhâtabına göre ayarlamalıdır. Zira bir kimseyi sevindiren bir davranış, bir başkasını üzebilir. Dolayısıyla muhâtabının psikolojik durumunu tespit edebilmek ve iki üç merhale sonrasını düşünerek söz söylemek gerekir. Yani en sonda söylenecek bir sözü en başta söylememek îcâb eder. İnsanlar da dâimâ böyle firâset sahibi kimselerin nasihat ve beyanlarına hayran olur ve îtimâd ederler.

Bunun içindir ki Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanlara ilgi duyacakları konulardan bahseder ve muhâtabının idrak seviyesine göre konuşma üslûbunu ayarlardı. Bir bedevîye, onun anlayabileceği temel esasları tebliğ eder; yüksek istîdatlı sahâbîlerine ise havâs seviyesindeki sır ve hikmetleri de naklederdi.

Nitekim Peygamber Efendimiz’in Hazret-i Ebû Bekir ile husûsî bir sohbetine şâhid olan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- büyük ilim ve irfânına rağmen:

“Ben onların yanında sanki Arapça bilmeyen biri gibi kaldım. Sözlerinden bir şey anlayamadım.” demiştir.

İşte böyle yüksek hakîkatlerin sığ idrakler tarafından yanlış anlaşılmasına mahal vermemek içindir ki Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- :

“Ey İbn-i Abbâs! İnsanlara akıllarının almayacağı bir söz söyleme. Zira böyle yapman, fitneye düşmelerine sebep olur.” buyurmuştur. (Deylemî, V, 359)

Hazret-i Mevlânâ da âdeta bu hadîs-i şerîfin şerhi mâhiyetinde:

“Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma!” diye nasihat etmiştir.

İNSANLAR İÇİN ALLAH YOLUNDA CİHATDAN DAHA HAYIRLI OLAN ŞEY!

Bir gün Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- devesinin üzerinde, arkadaşları da O’nun önünde gidiyorlardı. Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- :

“–Ey Allâh’ın Elçisi! Siz’i rahatsız etmeyeceksem, yanınıza yaklaşmama izin verir misiniz?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz izin verince Muâz -radıyallâhu anh- :

“–Canım Sana fedâ olsun, yâ Rasûlallâh! Cenâb-ı Mevlâ’dan niyâzım, bizim emânetimizi Sen’den önce almasıdır. Allah göstermesin ama, Sen bizden önce vefât edersen, Sen’den sonra hangi ibâdetleri yapalım?” diye sordu.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu soruya cevap vermedi. Bunun üzerine Muâz -radıyallâhu anh- :

“–Allah yolunda cihâd mı edelim?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- :

“–Allah yolunda cihâd güzel şeydir; ama insanlar için bundan daha hayırlısı vardır.” buyurdu.

“–Yani oruç tutmak, zekât vermek mi?”

“–Oruç tutmak, zekât vermek de güzeldir.”

Muâz -radıyallâhu anh- bu minvâl üzere insanoğlunun yaptığı bütün iyilikleri sayıp döktü. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her defasında:

“–İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır.” buyuruyordu.

Hazret-i Muâz -radıyallâhu anh- :

“–Anam-babam Sana kurban olsun, insanlar için bunlardan daha hayırlı olan nedir?” diye sorunca Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ağzını gösterdi ve:

“–Hayır konuşmayacaksa susmak.” buyurdu.

Muâz -radıyallâhu anh- :

“–Konuştuklarımızdan dolayı hesaba mı çekileceğiz?” diye sordu.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i Muâz’ın dizine hafifçe vurarak ona şunları söyledi:

“–Allah hayrını versin ey Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki? Kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya hayırlı söz söylesin veya sussun, zararlı söz söylemesin! Sizler hayırlı söz söyleyerek kazançlı çıkınız; zararlı söz söylemeyerek rahat ve huzûra kavuşunuz.” (Hâkim, IV, 319/7774)

AĞIZDAN ÇIKAN HER SÖZ YAZILIYOR!

Dolayısıyla mü’min, söylemiş olduğu sözlerin ilâhî kameralar tarafından dâimâ kaydedildiğini aslâ unutmamalıdır. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf, 18)

Bu dünyada her sözümüzden dolayı hesaba çekilmesek bile, âhirette mutlakâ hesaba çekileceğiz. Bu yüzden ağzımıza giren lokmalar kadar ağzımızdan çıkan sözlere de ciddiyetle dikkat etmemiz şarttır. Yine bu hikmete binâendir ki, Kur’ân-ı Kerîm’de, söz söyleme âdâbına, yani nasıl konuşulup nasıl konuşulmayacağı husûsuna büyük ehemmiyet verilmektedir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -1-

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.