Dilin Gül Olsun Diken Değil

Cemiyet Hayatımız

Müminin dili nasıl olmalıdır? Konuşurken nelere dikkat etmeliyiz? Kuran'ı Kerim Müslümanın konuşma adabını nasıl anlatıyor? İşte cevabı...

Mü’minin dili, rahmet dili olacak. Gönülleri ihyâ edecek. Onları aslâ incitmeyecek. Hiçbir zaman gönüllere diken batırmayacak.

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

قَوْلًا كَرِيماً, yani ikramkâr ve iltifatkâr söz söyle![1]

قَوْلًا مَيْسُوراً, yani gönül alıcı, rûhu dinlendirici, tesellî edici bir söz söyle![2]

قَوْلًا مَعْرُوفاً, yani güzel söz ve tatlı dille konuş![3]

Yine; قَوْلًا مَعْرُوفاً, yani yerinde ve uygun bir söz söyle![4]

قَوْلًا لَيِّناً, yani yumuşak söz söyle! Bir zâlime karşı bile yumuşak konuşacaksın.[5]

Mü’minin, nâzik ve latîf bir dili olacak. Bir rahmet insanı, aslâ kaba olmayacak. Zira;

“Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19)

Mü’minin; incitici ve ezâ verici değil, gönle şifâ verip hâli ıslâh edici bir dili olacak.

Ebu’l-Hasan Harakānî Hazretleri der ki:

“Bir din kardeşini incitmeden sabahtan akşama çıkan bir mü’min, o gün akşama kadar Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile beraber yaşamış gibidir. Eğer bir mü’mini incitirse Allah Teâlâ onun o günkü ibadetini kabul etmez.”

Mevlânâ Hazretleri de:

“Tatlı suyun başı kalabalık olur.” buyuruyor. Eğer tatlı su gibi olursak, o zaman bir rahmet insanı olmuş oluruz.

Yine rahmet insanının, imhâ eden değil, inşâ eden bir dili olacak. Yani fitne-fesat çıkaran değil, gönüllerde dostluk ve muhabbet köprüleri inşâ eden bir dili olacak. Münâkaşa çıkaran değil, sulh, selâmet ve ülfet oluşturan bir dili olacak.

Mü’min, münâkaşaya mahal vermemeli, münâkaşa ortamında da bulunmamalıdır. Zira âyet-i kerîmede buyrulur:

“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).” (el-Furkân, 63)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2020 Ay: OcakSayı: 160

Dipnotlar:

[1] Bkz. el-İsrâ, 23.

[2] Bkz. el-İsrâ, 28.

[3] Bkz. en-Nisâ 5, 8.

[4] Bkz. el-Ahzâb, 32.

[5] Bkz. Tâhâ, 44.