Dillere Destan Sahabeler
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- din kardeşlerinden birini üç gün göremezse, onu sorardı. Uzaktaysa onun için dua eder, evindeyse ziyaret eder, hasta ise şifâ dilemeye giderdi.[1] Asr-ı Saâdet’te yaşayan mü’minler aynı ahlak üzereydiler. Öyle ki kardeşlikte dillere destan oldular.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha sonra Mekke’den hicret eden Muhâcirler ile Medîneli Ensâr arasında bir “Kardeşlik Akdi” tesis etti. Muhâcirler, dinleri uğruna işlerini, evlerini, mal ve mülklerini düşmanlarına bırakıp Medîne’ye hicret etmişlerdi. Bu büyük fedâkârlık, Ensâr’ın büyük cömertliğiyle karşılandı. Her bir Muhâcir âileyi, Medîneli bir âile yanına aldı. Böylece aralarında kardeşlik akdi gerçekleştirilen sahâbîler birlikte çalışacak ve elde ettikleri kazancı paylaşacaklardı.
Hattâ Ensâr-ı Kirâm, fazla arâzilerini Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e takdim ederek Muhâcirler arasında taksîm etmesini istediler. Ensâr, bu kadarla da kalmayarak:
“–Yâ Rasûlâllah! Hurmalıklarımızı da Muhâcir kardeşlerimizle aramızda paylaştır!” teklifinde bulundular. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunu kabûl etmeyince Ensâr, Muhâcirlere:
“–Öyleyse ağaçların bakım ve sulama işini siz üzerinize alınız da mahsulde ortak olalım!” dediler. Peygamber Efendimiz’in de uygun görmesiyle her iki taraf:
“–İşittik ve itaat ettik!” diyerek bu teklifi kabûl ettiler. (Buhârî, Hars, 5)
HANGİSİNİ TERCİH EDERSİNİZ?
Ensâr-ı Kirâm, hurmaları devşirdiklerinde bunları ikiye ayırır, bir tarafa çok, diğer tarafa da az hurma koyarlardı. Daha sonra, az olan tarafın altına hurma dalları koyarak o tarafı çok gösterir, Muhâcirler’e:
“–Hangisini tercih ederseniz alın!” derlerdi. Onlar da çok görünen yığın Ensâr kardeşlerimizin olsun diye, az görünen yığını alırlar ve böylece hurmanın çoğu Muhâcirler’e gelirdi. Ensâr da bu yolla az olan kısmın kendilerine kalmasını sağlamış olurlardı... (Heysemî, X, 40)
Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Bahreyn arâzisini ashâbına taksim etmek üzere, önce Ensâr’ı dâvet etmişti. Ensâr -radıyallâhu anhum- kâ’bına erişilmez bir fedâkârlık ve ferâgat göstererek:
“–Yâ Rasûlâllah! Muhâcir kardeşlerimize bunun bir mislini fazlasıyla taksim buyurmadıkça bize bir şey vermeyiniz!” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Ey Ensâr! Mâdem ki (mü’min kardeşlerinizi nefsinize tercih ederek) almak istemiyorsunuz; şu hâlde Kevser Havuzu’nda bana kavuşuncaya kadar (dünyanın iptilâlarına) sabrediniz! Çünkü benden sonra, yakında size başkalarının tercih edileceği bir zaman gelecektir.” buyurdu. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 8)
İSAR FAZİLETİ
Aslında Ensâr’ın sergilediği bu güzel ahlâk, cömertliğin bir ileri derecesi, yani îsâr fazîletiydi. Onlar, kardeşlerini kendilerine tercih ediyor, kendi ihtiyaçları olduğu hâlde diğerlerini önde tutuyorlardı. Cenâb-ı Hak onların bu hâlini medhederek şöyle buyurdu:
“Daha önceden Medîne’yi yurt edinmiş ve gönüllerine îmânı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilen ganimetlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Bunların ardından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş îmanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (el-Haşr, 9-10)
ASR-I SAADETTE KARDEŞLİK ANLAYIŞI
Asr-ı Saâdet’te sadece Ensâr değil, bütün mü’minler aynı ahlâk üzereydiler. Cenâb-ı Hak onları da medhetmiştir.[2]
Peygamber Efendimiz’in getirdiği bu kardeşlik hukûku, hazarda olduğu kadar seferde de mühim bir yere sahipti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sefere çıkarken kardeşlerden birini ordusuna alır; diğerini ise, her iki âilenin de ihtiyaçlarını karşılamak ve şehri müdâfaa etmek üzere Medîne’de bırakırdı.[3]
Hazret-i Ali’nin, o devirdeki kardeşlik anlayışını aksettiren şu sözü ne kadar ibretlidir:
“İki nîmet vardır ki beni hangisinin daha çok sevindirdiğini bilemiyorum: Birincisi, bir kimsenin, ihtiyacını karşılayacağımı ümîd ederek bana gelmesi ve bütün samimiyetiyle benden yardım istemesidir. İkincisi de, Allah Teâlâ’nın, o kimsenin arzusunu benim vâsıtamla yerine getirmesi, yâhut kolaylaştırmasıdır. Bir müslümanın sıkıntısını gidermeyi, dünya dolusu altın ve gümüşe sahip olmaya tercih ederim.” (Ali el-Müttakî, VI, 598/17049)
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- kardeşlik rûhunu kuvvetlendirmek için evlâtlarına şu tavsiyede bulunurdu:
“Yavrularım, birbirinize ikramda bulunup hediyeleşin, çünkü bu, aranızdaki muhabbeti artıran en kuvvetli müessirdir.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 595)
DİN KARDEŞİNİN İHTİYACINI KARŞILAMAK
Abdullah bin Abbas -radıyallâhu anhumâ-, bir gün Efendimiz’in mescidinde îtikâfta iken bir kimse yanına gelerek selâm verdi ve oturdu. İbn-i Abbas -radıyallâhu anhumâ-:
“–Kardeşim, seni kederli ve mahzun görüyorum.” dedi ve konuşmaları şöyle devam etti:
“–Evet ey Rasûlullâh’ın amca oğlu, kederliyim! Falan şahsın benim üzerimde hakkı var. Fakat şu kabrin sahibi (Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-) hakkı için söylüyorum ki borcumu ödeyemiyorum.”
“–Senin için onunla konuşayım mı?”
“–İstersen konuş.”
İbn-i Abbas -radıyallâhu anhumâ- ayakkabılarını giyerek mescidden çıktı. Adam ona:
“–Îtikâfta olduğunu unuttun mu, niçin mescidden çıktın?” diye seslendi. İbn-i Abbas -radıyallâhu anhumâ-:
“–Hayır, ben şu kabirde yatan ve henüz aramızdan yeni ayrılmış olan muhterem zâttan işittim, (bu esnâda gözlerinden yaşlar akıyordu) şöyle buyurdu:
“–Her kim, din kardeşinin bir ihtiyacını karşılamak için gayret eder ve o işi görürse, bu kendisi için on yıl îtikâfta kalmaktan daha hayırlıdır. Hâlbuki bir kimse Allah rızâsı için bir gün îtikâfa girse, Cenâb-ı Hak o kimse ile cehennem arasında üç hendek yaratır ki, her bir hendeğin arası, doğu ile batı arası kadar uzaktır.” (Beyhakî, Şuab, III, 424-425. Ayrıca bkz. Heysemî, VIII, 192)
İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- o zamanki kardeşlikten bahisle şöyle der:
“Biz öyle zamanlar gördük ki, içimizden hiç kimse kendisinin altın ve gümüşe müslüman kardeşinden daha lâyık olduğunu düşünmezdi. Şimdi öyle bir devirdeyiz ki, altın ve gümüş bize müslüman kardeşimizden daha sevimli geliyor. Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işitmiştim:
Kıyâmet gününde nice komşular vardır ki, komşusunun yakasına yapışmış:
«–Yâ Rabbî, bu komşum kapısını yüzüme kapattı; iyilik, ihsan ve yardımını benden esirgedi.» der.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 111; Heysemî, X, 285)
[1] Heysemî, II, 295.
[2] Bkz. el-İnsân, 8-11.
[3] M. Ali Kapar, Hz. Muhammed’in Müşriklerle Münâsebeti, İstanbul 1987, s. 145.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları
YORUMLAR