Dindar Kadınların Tahsil ve Çalışma Hayatındaki Zorlukları

Bugün yaşadığımız hayat dindar kadınları hem tahsil hem de eğitim hayatında birçok problemle karşı karşıya bırakıyor. Okuyup ev hanımı olmak isteyen ile okuyup kariyer yapan dindar kadınların hayatta yaşadıkları zorluklar, yakın gelecekte çok daha fazla çözüm bekleyen sorunlarımız arasında olacak.

Geçtiğimiz yıl bir öğrenci yurdunda, çoğunluğu bizim gibi ailelerin çocukları olan üniversiteli kızlarımızla sohbete çağrılmıştım. Biraz sohbetten sonra;

“Gençler biz yetişkinleri hep dinliyor, biraz da biz onları dinleyelim.” niyetiyle, soru ve fikirleri varsa söylemelerini istedim. Önce çekindiler, sonra yavaş yavaş açıldılar. Bir kızımız şöyle dedi:

“Ben mimarlıkta okuyorum. Son sınıfa geldiğim hâlde hâlâ okulu bırakmayı düşündüğüm oluyor. Niye okuyorum ki? Nasıl olsa çalışamayacağım. Çalışsam günaha gireceğim, biz hanımlar için mahremiyet şartlarına uygun bir çalışma ortamı yok. «Bu okulu niye seçmişim?» diyorum. Hayatım boyunca erkeklerle iç içe olmam gerekecek. Onlar da günaha girecek ben de. Bizim de gözümüz görüyor, gönlümüz kayıyor. Kültür için okuyacak olsam, ne öğreniyorum ki? Kendi medeniyetimi öğrenmiyorum, hep batıyı öğreniyorum.”

Kızımızı sözünü kesmeden dinledim. Akıllıca konuşuyordu. Kendisini tebrik ettim, böyle bir sorgulama içinde olmasından dolayı. Elbet bir gün bizim de kendi medeniyetimizi kuracağımız zamanlar geleceğini, ümidini kesmemesini söyledim.

OKURKEN KIZ ÇOCUKLARININ TERCİHLERİNE YÖN VERENLER

Gençlerimizi eğitim hayatında, bu işin profesyonelleri denilen bir kadroya teslim ediyoruz. Onlar da kız öğrencileri erkeklerle eşit gören batı zihniyetiyle onlara telkinde bulunuyorlar. Bizim toplumumuza uygun bir yönlendirme yapmıyorlar.

Bugün Avrupa’da çalışan kadınların yetişkin kadın nüfusuna oranı, yüzde altmış ilâ yetmiş arasında. Bizde ise kadınlarımızın yüzde yirmi-otuz kadarı çalışıyor. Onların da üçte biri; ziraat sahasında, kendi ailesinin toprağında, işinde çalışıyor. Üniversiteler her yıl mezunlarının yarısına yakın kız öğrenci yetiştiriyor, ama bunların çok azı çalışıyor.

Bunun gayet anlaşılır sebepleri var. Bir kızın kocasıyla aynı şehirde ve kendi tahsil gördüğü sahada iş bulması bir kısmet meselesi. Ev işleriyle ve çocuk sahibi olmakla bir arada işini yürütebilmesi için ise, ailesine yakın olup onlardan destek alması lâzım. Ancak bu gibi şartlar bir araya gelirse, çalışmak mümkün olabiliyor. Tesettürüne gayretli, hayâlı, edepli, mesafesine dikkat eden bir hanımın tam bu şartlara uygun iş bulması ise; çok nâdir bazı meslekler için mümkün olabiliyor. Ancak çocuklarımızın tercihlerine yön verenler bu hususlara dikkat ediyor mu?

Eğitime harcanan yıllar, bir insanın hayatının en değerli çağı. Ama bu kıymetli çağı değerlendirirken hangi düşüncelerle hareket ediyoruz? Varlıklı bir ailenin kızı, dört yıllık üniversite tahsilinden sonra ev hanımı olmuş. Arkadaşları soruyor:

“–Madem çalışmayacaktın, neden okudun?”

Cevap veriyor:

“–Okumasaydım doktor karısı olabilir miydim?”

Eski zamanlarda insanlar; köylerde, mahallelerde birbirlerini uzun zaman tanırlardı. Mâneviyata önem verildiği ölçüde; insanlar birbirlerini değerlendirirken temiz geçmişi, asâleti, huyu ve ahlâkına bakarlardı. Aileler çocuklarını evlendirirken bu hususlara önem veriyordu. Büyük şehirlerde insanlar komşularını bile asansörlerde görüyor. Geçmişini, bugününü bilmediği, pek tanımadığı ve derdiyle dertlenmediği, hâliyle ilgilenmediği bu insanları; ekseriyetle dış görünüş, tahsil, meslek, etiket, statü ve hayat standardı ile değerlendiriyor. Bilhassa gençler evlenecekleri kişileri seçerken bu anlayıştan etkileniyor.

'İYİ GELİR GETİREN MESLEK SAHİBİ OLSUNLAR' YA MANEVİ EĞİTİM!

Biz yetişkinler de piyasanın ihtiyaç duyduğu elemanları yetiştiren bir eğitim modeli tasarlarken; gençleri puanlarına göre tasnif edip kalite kalite ayırarak, onları bu etiket merakına yönlendirmiş oluyoruz.

Ne tuhaftır ki, oğullarımızı yetiştirirken;

“Aman ev geçindirecekler, iyi gelir getiren bir meslek sahibi olsunlar!” deyip mânevî eğitime önem vermiyoruz. Sonra da erkek çocuklarımız, fizikî görünüşüne ve etiketine bakarak seçim yapacak zihniyette yetişiyor. Bizim babalarımız fakülte mezunu olsalar da; ilkokul mezunu, ev hanımı ile evli olmaktan gocunmazdı. Ama hiç hanımını çalıştırmayı düşünmeyen bir erkek bile, arkadaşlarına karşı; «Hanımım tahsilli» diyebilmek için, kadın erkek karışık oturup kalkarken, koluna takıp yanında gezdirirken, yanına yakışsın diye tercihini etikete bakarak yapıyor. Bunun yanında; “Tek maaşla evimi geçindiremezsem…” endişesiyle çalışan hanım isteyenler de az değil.

Yukarıda bahsettiğim yurdun idarecileriyle konuşurken; kızların okumaya o kadar meraklı olmadığı, daha çok ailelerinin okumalarını istedikleri konusundan bahis geçti. Bilhassa anneler; kızlarının evlilikteki problemlere sabredemeyeceklerini, kayınvalidelerinden, kocalarından bir eziyet görseler hemen valizi alıp baba evine döneceklerini düşünüyorlar. “Okusunlar da, evliliklerinde ezilmesinler.” diye düşünüyorlar. Tahsilli ve bilhassa çalışan gelinlere; ev hanımı gelinlere yapıldığı kadar baskı yapılmadığı yönünde, pek de yabana atamayacağımız tespitler yapılıyor. Çok çeşitli düşüncelerle kızlarını okutanların oranı her geçen gün yükseliyor.

İSLAM'A UYGUN ŞEKİLDE OKUYUP ÇALIŞMAK MÜMKÜN MÜ?

İslâm’da kızların, kadınların ev geçindirme mükellefiyeti yok; ama aslında okumalarını, çalışmalarını tamamen yasaklayan bir hüküm de yok. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bazı tâcire kadınlar gelip, ticarette malları hakkında nasıl konuştuklarını anlatarak fetvâ soruyorlardı. Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz;

“Kadınlar ticaret yapamaz!” dememiş, nelere dikkat etmeleri gerektiğini anlatmıştı. (İbn-i Sa‘d, et-Tabakāt, VIII, 312; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 245)

Osmanlı toplumunda da yoksul ve biraz yaşlıca kadınlar, bohçacılık tabir edilen pazarlama işleri yaparlardı. Çarşı-pazarda dolaşmayan asilzade hanımların siparişlerini getirir ve bu arada çöpçatanlık gibi bazı işlere de yardım ederlerdi.

İslâm dîni ne kadını erkekle eşit tutmuş ne de tamamen âciz ve mahrum bırakmıştır. İslâm’da hükümler daha çok kadınların emniyet ve mahremiyetinin temin edilmesi noktasında. Esasen emniyet ve mahremiyet hususundaki tehlikeler sadece çalışma hayatında yaşanmıyor. Bir gelini kayınbiraderiyle, eniştesiyle aynı evde hattâ zaman zaman da baş başa zaman geçirecek şekilde oturtmak da İslâm’a uygun değil. Hem evlerde, hem çalışma sahasında mahremiyete dikkat edilmesi gerekiyor ve istenirse bu konularda pekâlâ düzenleme yapılabilir.

MÜSLÜMANLARIN ÇÖZÜM ÜRETMESİ GEREKEN ALAN

Kızların okuması, kadınların çalışması konusunda müslümanlar arasında bir fikir birliği olmadığı için; bu konuda çözüm üretil-e-miyor. Ya tamamen; “Evde otursunlar, okurlarsa dikbaşlı olurlar!” genellemesi yapılıyor ya da kızlarımız tamamen kadın-erkek karışık ortamlarda, yetersiz bir tesettürle çalışıyor.

Eskiden zaten üretimin çoğu evlerde olduğu için, kadınların yeterince meşguliyeti vardı. Bugün tüketimin bile çoğu ev dışında gerçekleşiyor. Çocuklar beş-altı yaşından itibaren günün çoğunu ev dışında geçiriyor. Kadınlar bütün gün durmadan tesbih mi çekecek? Televizyon karşısında, gezmelerde boş konuşmalarla zaman geçiriliyor. Hattâ daha beteri var.

Bugün aile büyükleriyle bir arada veya yakın adreslerde oturanlar azaldı. Akrabalık, komşuluk bağları koptu. Kimsenin birbirini tanımadığı sitelerde hanımlar, bütün gün nefsiyle baş başa. “Boş kalana şeytan bir iş bulurmuş.” Bir de internet, nefsâniyeti tahrik eden hemen her şeyi parmakların ucuna kadar getiriyor. Kalplerde kuvvetli bir Allah korkusu olmadıktan sonra, hiç kimse güvende değil. Bu sebeple kızlar okumasın, çalışmasın demek yerine;

TAHSİL VE ÇALIŞMA HAYATINI İSLAM'A GÖRE NASIL DÜZENLEMELİYİZ?

“Tahsil ve çalışma hayatını İslâm’a göre nasıl düzenlemeliyiz?” şeklinde düşünme vakti geldi. Yoksa hayat şartları baskın çıkıp, ölçülerimizi târumâr ediyor.

Kur’ânî ve dînî tahsil görüp, bu sahalarda Diyanet ve vakıf-dernek hizmetlerinde çalışmak, elbette en güzel yollardan biri. Fakat herkes bu sahada kabiliyetli değil. Bu alan da herkesi alabilecek kadar geniş değil.

Arabistan’da; market kasiyerleri, mağaza çalışanları bile peçeli, eldivenli çalışıyor. Aslında birçok sahada kadın müşteri ve hizmet alıcılarının, kendi hemcinsinden hizmet verene ihtiyaç duyduğunu görüyoruz. Sağlık, eğitim ve benzeri birçok sahada mahremiyet ölçülerine uygun hizmet verilirse, bundan herkes memnun kalacaktır. Yeter ki bizler, karma olmayan eğitim ve hizmet müesseselerini gündemimize alalım. Madem şehir hayatında yaşıyoruz, şehirlerimizin her tarafını İslâm’a uygun bir şekilde düzenleyebiliriz.

Kaynak: H. Kübra Ergin, Yüzakı Dergisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.