Dinimizi Yaşamada Kur'ân Bize Yeterli midir?

Cenâb-ı Hak:“(Rasûlüm!) Onu (Kur’ân-ı Kerîm’i) Rûhu’l-emîn (Cebrâil) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, Sen’in kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 193-195) buyuruyor. Yani Efendimiz’in hayatı ve fem-i muhsininden sâdır olan hadîs-i şerîfler Kur’ân’ın hayata tatbîki ve fiilî bir tefsîri mâhiyetindedir. O’ndan ayrı düşmek ise, dalâletin zirvesidir.

Muhabbet, itaati getirir. Nitekim İmâm Mâlik, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile aynîleşmenin vecdi içinde yaşamaya gayret etti. Medîne-i Münevvere’de hayvan üzerine binmedi, def’-i hâcete çıkmadı. Ravza’da imâm iken hep kısık sesle konuştu.

Hattâ bir defasında devrin halîfesi Ebû Câfer Mansur yüksek sesle konuşunca:

“–Yâ Halîfe! Bu mekânda sesini kıs! Allâh’ın ihtârı senden çok fazîletli insanlar üzerine indi.” buyurdu ve şu âyet-i kerîmeyi okudu:

“Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’le yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (el-Hucurât, 2)

Yine ecdâdımız Osmanlı, Peygamber Efendimiz’e muhabbetle itaat düsturunu zedelememek için büyük bir titizlik göstermişlerdir. Hattâ bu hassâsiyetin bir tezâhürü olarak Mescid-i Nebevî’nin tâmirinde her taşı abdestli ve besmele ile yerine koymuşlardır. Çekiçlerine de keçe bağlayarak rûhâniyet-i Rasûlullâh’ı rahatsız etmekten şiddetle sakınmışlardır.

KAHRAMAN ASKERLERE "MEHMETÇİK" ADI VERİLMİŞTİR

Hiç kimse beşerî kemâlâtta Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in seviyesine eremez. Zira O, zirvedeki bir örnektir. Lâkin, kâbiliyeti ve gücü nisbetinde O’nun izinde yürüyen herkes, kendi âleminde bir küçük Muhammed olabilir. Nitekim asırlarca İslâm’ın bayraktarlığını yapmış olan milletimizin, vatan müdâfaasında bulunan kahraman askerlerine “Mehmetçik” adını vermiş olması da bu ince düşünceden mülhemdir.

Habîbullâh Efendimiz’e tâbî olmak husûsunda yine Cenâb-ı Hak, bizlere şöyle emir buyurmaktadır:

“Rasûl size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa ondan da kaçının ve Allah’tan korkun! Çünkü Allâh’ın azâbı şiddetlidir.” (el-Haşr, 7)

“Kim Allâh’a ve Rasûl’e itaat ederse, işte onlar, Allâh’ın kendilerine nîmet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerle beraberdir. Onlar ne güzel dostlardır.” (en-Nisâ, 69)

Şu ilâhî îkaz da, bu tabiiyetten ayrı kalanlar için büyük bir tehdit mâhiyetindedir:

“Ey îmân edenler! Allâh’a itaat edin ve Peygamber’e itaat edin de amellerinizi boşa çıkarmayın!” (Muhammed, 33)

DİNİMİZİ YAŞAMADA KUR'ÂN BİZE YETERLİ MİDİR?

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, dâr-ı bekāya irtihâlinden birkaç gün evvel:

“Mescide açılan bütün (husûsî) kapılar kapansın, sadece Ebû Bekir’in kapısı açık kalsın!” buyurmuşlardı. (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî 3, Menâkıbu’l-Ensâr 45, Salât 80; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 2)

İşârî mânâda bu demektir ki, Allah Rasûlü’ne husûsî yakınlık kapısı, O’na, Hazret-i Sıddîk misâli tam bir sadâkat, teslîmiyet, itaat, fedakârlık, dostluk ve muhabbet ile açılabilir.

Günümüzde maâlesef İslâm hakkında söz söyleyen bazı bedbaht kimselerin, “Bize Kur’ân kâfidir, sünnete ihtiyaç yoktur” şeklinde yanlış bir düşünceyi savunarak, kâfî derecede dîni bilgisi olmayan müslümanları ifsâda çalıştıklarını görmekteyiz. Lâkin yukarıda zikredilen âyet-i kerîmeler açıkça göstermektedir ki, Efendimiz’i örnek almak, O’na tâbî olmak bizzat Rabbimiz’in emridir. Bunun aksini düşünmek -Allah korusun- kulu zındıklığa götüren bir hâdisedir.

Mesela, bize namazı farz kılan Rabbimiz’in bu emrine, ancak Efendimiz’i taklit etmek sûretiyle ittibâ edebiliyoruz. Ahlâkın en yücesini, O’nu taklid etmek sûretiyle öğreniyoruz. Dîni O’ndan öğreniyoruz. Zira Cenâb-ı Hak:

(Rasûlüm!) Onu (Kur’ân-ı Kerîm’i) Rûhu’l-emîn (Cebrâil) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, Sen’in kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 193-195) buyuruyor.

Yani Efendimiz’in hayatı ve fem-i muhsininden sâdır olan hadîs-i şerîfler Kur’ân’ın hayata tatbîki ve fiilî bir tefsîri mâhiyetindedir. O’ndan ayrı düşmek ise, dalâletin zirvesidir.

Cenâb-ı Hak cümlemizi, Habîb-i Ekrem Efendimiz’e cân u gönülden itaat bereketiyle ilâhî muhabbetine nâil kıldığı sâlih kulları zümresine ilhâk eylesin.

Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl: 2016 Ay: Mart Sayı: 133

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.