Dinin Beş Temel Esâsı
“İslâm” kelimesi, selâmet, kurtuluş, barış, huzur, emniyet, teslim olup rahata ermek gibi mânâlara gelir. Bu da İslâm dîninin her yönüyle bütün âleme tam bir selâmet, kurtuluş ve huzur bahşettiğini gösterir. Yani İslâm sadece insanlara değil, hayvanlara, bitkilere ve hatta cansız varlıklara bile rahat ve huzur bahşeder.
Nitekim Peygamber -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in 23 senelik nübüvvet hayatı terörün her çeşidi ile mücâdele ederek geçmiş ve nihayetinde bu âleme ebedî bir huzur ve emniyet kaynağı olan bir hak din lûtfedilmiştir.
İNSANLAR HUZUR BULUR
İslâm, insanı her türlü zulüm, haksızlık ve şekàvetten selâmete çıkarır. İslâm âlimleri, dînin gâyesinin “zarûrât-ı dîniyye” denilen şu beş temel esası yerleştirmek ve muhafaza etmek olduğunu ifade ederler:
- Dînin muhafazası,
- Canın muhafazası,
- Aklın muhafazası,
- Nâmus ve haysiyetin, dolayısıyla neslin muhafazası,
- Malın muhafazası.
Bu beş esas muhafaza edildiğinde, insan tam bir huzur ve emniyete kavuşur.
İslâm, bu esasların her birini muhafaza için çok sağlam kâideler koymuş, haramlar ve helâller tâyin etmiştir. İslâm’ın muâmelât kısmı, daha çok bunlarla ilgili ahkâmı inceler.
İSLÂM'DAN ÖNCE İNSANLIK ACINACAK HÂLDEYDİ
İslâm gelmeden önce insanlık îtikad, ibadet, muâmelât ve günlük yaşayış itibârıyla acınacak bir hâldeydi. Can, mal, nâmus emniyeti olmadığı gibi, insanı yüceltecek bir inanç, ibadet ve ahlâk da yoktu. İnsanlar helvadan yaptıkları putlara tapar, acıktıklarında onları yerlerdi. Kölelerine ağaçtan ve taştan putlar yaptırır, sonra da onlardan himmet beklerlerdi. Yolcular bir yerde konakladığında dört tane taş alır, üçünü tencerenin altına ocak yapar, birine de ilâh diye taparlardı.
Ebû Recâ el-Utâridî bu hususta şöyle der:
“Biz bir taşa ibadet ederdik. Ondan daha güzelini bulduğumuzda elimizdekini atar diğerini alırdık. Taş bulamadığımız zaman, bir miktar toprak yığar, bir koyun getirip üzerine süt sağar ve onu tavaf ederdik.” (Buhârî, Meğâzî, 70)
İSLÂM ŞEREF VE HAYSİYETİ YÜCELTTİ
İslâm, insânî haysiyeti ayaklar altına alan bu ve benzeri yanlış inançları kaldırdı. İnsanın şeref ve haysiyetini yücelten ulvî inançlar, ibadetler ve ahlâkî duygular getirdi. Beşerî hayatın her alanını en güzel şekilde tanzim etti. İslâm’ın bahşettiği ulvî duyguları tadan müslümanlar, diğer insanların da bu büyük nîmetten istifâde etmesi için çok büyük fedâkârlıklarda bulundular. Buna dâir güzel bir misâl şöyledir:
Daha evvel müslüman olan Ümmü Süleym -radıyallahu anh-, kendisiyle evlenmeyi çok isteyen Ebû Talha’ya, putları terk ederek İslâm’a girmesini şart koştu. Ona:
“–Taptığın şu taşları bir düşün! Sana ne fayda verebilirler ne de zarar! Bir de ağaçtan yaptığınız putları düşün! Bir marangoz gelip sizin için ağacı kesip biçiyor, siz de ilâh diye ona tapıyorsunuz. Ateşe atsanız yanıp kül olur. Yerden biten ve Habeşî bir kölenin yonttuğu odunlara tapmaya utanmıyor musunuz? Eğer şehâdet getirir, Peygamber Efendimiz’e tâbî olursan, hiçbir şey istemeden seninle evlenirim!” dedi.
EVLİLİK MİHRİ: İSLAM
Defâlarca işittiği bu sözler, nihâyet Ebû Talha’ya tesir etti ve îmanla şereflenmesine vesîle oldu. Buna çok sevinen Ümmü Süleym -radıyallahu anh-, istediği kadar dünyalık alabilme imkânı varken, Kelime-i Şehâdet’i mihir olarak kabul etti ve hiçbir şey taleb etmeden Ebû Talha -radıyallahu anh- ile evlendi. Yani onun mihri “İslâm” oldu.[1]
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- bütün insanlığın emniyet ve huzûrunu sağlayacak olan esâsı, gâyet veciz bir şekilde şöyle ifade buyurmuştur:
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de istemedikçe, gerçek mânâda îmân etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71-72)
Hakîkaten insanlar bu hadîs-i şerifte buyrulan diğergâmlığı tatbik ettiklerinde toplumda problemler asgarîye inecek, haksızlıklar son bulacaktır.
Dipnot: [1]Bkz. Nesâî, Nikâh, 63/3340-1; İbn-i Sa’d, Tabakàt, VIII, 426-427; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 333.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları