Diri Kalplerin Özelliği
Bu kalbler, peygamberlerin ve evliyâullâhın kalbleridir. Bu kimselerde Allâh Teâlâ’nın bir kısım sıfatları tecellî etmiştir. Diri kalbli olanlar, Allâh -celle celâlühû-, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve Kur’ân-ı Kerîm ahlâkı ile kemâle ermiş kişilerdir.
Sekizinci Hicrî asırda yaşayan büyük velîlerden Necmeddîn-i Kübrâ Hazretleri, talebeleriyle birlikte sâlih bir zâtın cenâzesine iştirâk eder. Mevtâya telkinde bulunulduğu sırada Necmeddîn-i Kübrâ Hazretleri, tebessüm eder. Talebeleri, hocalarının böyle bir anda tebessüm etmesine hayret edip bunun hikmetini sorarlar. Hazret açıklamak istemez. Fakat ısrâr edilince şöyle der:
“–Telkini, diri ölüye yapar. Hâlbuki burada telkin veren kimsenin kalbi gâfil; mezara giren mevtânın kalbi ise dipdiri. Gâfil birinin kalben diri olana telkin vermesine taaccüp ettim.”
ALLAH'IN MUHÂFAZASINA GİRENLER
Yüce Allâh’ı zikir hâlinde olan kalbler, O’nun himâye ve muhâfazasına girer. O zaman kalb, ilâhî esrâr âlemine doğru merhale almaya başlar. İlâhî âlemin sırları, eşyânın hakîkati, insan ve kâinâtın esrârı ortaya çıkar. Kul, kalb-i selîm tecellîlerine mazhar olur.
Hak Teâlâ buyurur:
وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلاَ أَوْلاَدُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفَى إِلاَّ مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَأُولئِكَ لَهُمْ جَزَاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ
“Size katımızda mertebece yakınlık sağlayacak olan ne mallarınız ne de evlâdlarınızdır! Ancak îmân edip sâlih amel işleyenler müstesnâ. Onlara işledikleri ameller sebebiyle kat kat mükâfât vardır. İşte onlar (cennetteki) yüksek köşklerde emniyet içinde olan kimselerdir.” (Sebe’, 37)
Bir başka âyet-i celîlede de şöyle buyrulmaktadır:
يَوْمَ لاَ يَنْفَعُ مَالٌ وَلاَ بَنُونَ. إِلاَّ مَنْ أَتَى اللهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
“O gün, ne mal fayda verir, ne de evlâd. Ancak Allâh’a kalb-i selîm (temiz bir kalb) ile gelenler müstesnâ.” (eş-Şuarâ, 88-89)
Demek ki Hakk’a yakınlık, ancak temizlenmiş, selâmete ermiş bir kalb ile mümkündür. Bütün ibâdetlerde, bu hakîkat çok mühimdir. Nitekim âyet-i kerîmede kurban ibâdetiyle alâkalı olarak şöyle buyrulmaktadır:
لَنْ يَنَالَ اللهَ لُحُومُهَا وَلاَ دِمَاؤُهَا وَلكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنْكُمْ
“Onların (kurbanlarınızın) ne etleri, ne de kanları Allâh’a ulaşır; fakat O’na sâdece sizin takvânız ulaşır!..” (el-Hacc, 37)
ÎMÂNLI ÖLMENİN YOLU
İlâhî hazîneler ve sırlar, insana ithâf edilmiştir. Cenâb-ı Hak, yüce varlığını, insanın kudsî yapısında tanıtmayı murâd etmiştir. Bu sebeple insan, şerefini, haysiyetini ve mükerremliğini idrâk ettiği zaman hakîkî mânâda insan hâline gelir.
Îmânlı ölmenin, ilâhî neşveler ve safâlara kavuşmanın yolu, diri bir kalble dâimî olarak ihsan şuurunda yaşamaktan geçmektedir.
Allâh -celle celâlühû-, cümlemize, ölmeden önce böyle bir kalbe sâhip olmayı ve bununla Rabbimizi her an zikretmeyi nasîb eylesin!
Âmîn!..
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları