Dış Organlarımız Nelerdir?
Yüce Allah’ın insanlara olan lütuf ve ihsânları sayılamayacak kadar çoktur. İnsanın elden gidince değerini anladığı dış organlar nelerdir?
Dış organlarımızın yapısı ve görevleri:
1- GÖZ
Yüce Allah’ın insanlara olan lütuf ve ihsânları sayılamayacak kadar çoktur.
Nitekim bu hususta şöyle buyrulur:
“Allah’ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz!” (İbrâhîm, 14/34; Nahl, 16/18) İnsanın yaratılması ve insana görür göz, işitir kulak, konuşur dil, yürür ayak, tutar el, düşünür akıl ve kalp vb. verilmesi, insan için ne büyük nimettir. Bu husus Kur’ân’da şöyle hatırlatılır:
“Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez hâlde çıkarmıştır.
Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalp vermiştir.” (Nahl, 16/78)
“Sizin için kulaklar, gözler ve kalpler var eden O’dur. Pek az şükrediyorsunuz.” (Mü’minûn, 23/78) Yüce Allah, insanın bu hususları düşünmesini ve böylece Yüce Yaratıcı’nın kendisine olan nimetlerini unutmamasını istiyor.
-Allah korusun- İnsan; görme, işitme vb. organlarından birini kaybetse, o zaman bunların ne kadar büyük nimetler olduğunu çok iyi anlar. İnsan zayıf bir yaratık olduğu için nimetlerin içinde yüzerken, bunların kıymetini tam olarak anlayamıyor. Bunlar elden gidince değerlerini anlıyor.
Mühim olan, nimetlerden faydalanırken, bunların, Allah’ın lütfu olduğunu bilmek ve bunların şükrünü edâ etmektir. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurur:
“De ki: Ne dersiniz? Eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizin de üstüne mühür vurursa, Allah’tan başka bunları size geri verecek tanrı kimdir?..” (En’âm, 6/46) Yani böyle bir tanrı yoktur. Hiç kimsenin de buna gücü yetmez. O hâlde sahip olduğunuz organlarınızın kıymetini bilin. Bunları veren Allah’a şükürde kusur etmeyin.
Yüce Allah, insana iki göz, bir dil ve iki dudak verdiğini bildirir:
“Biz onun için iki göz, bir dil ve iki dudak var etmedik mi? Biz ona (doğru ve eğri olmak üzere) iki de yol göstermedik mi?” (Beled, 90/8-10) Yüce Allah, insana hem iki göz, iki dudak ve bir dil verdiğini; hem de doğru ve eğri yolları gösterdiğini bildiriyor. Yani insan sahip olduğu değerli organlarının Allah’ın bir ihsânı olduğunu bilmeli, bunların şükrünü edâ etmeli, aklını ve kalbini doğru kullanarak Allah’ın gösterdiği doğru yola girmelidir. Allah, insana, doğru ve eğri olmak üzere iki yol göstermiş, ancak doğru yoldan gitmesini istemiştir.
İnsan, sırf aklıyla îmânı küfrü, hakkı bâtılı, hayrı şerri, doğruyu eğriyi vb. bilemez. Bunların tam ve doğru olarak bilinmesi, Allah’ın bildirmesine bağlıdır. İşte Yüce Allah, Peygamberleri bunun için göndermiş, kitapları bunun için indirmiştir.[1]
Görme organımız olan gözlerimiz dünyaya açılan pencerelerimizdir. Yüce Yaratıcı, bütün organlarımızı olduğu gibi onları da vücûdumuzun en uygun yerine koymuştur.
Görme olayı, fevkalâde bir şekilde gerçekleşir. Bunun meydana gelişi esnasında çok muazzam kanunlar işletilmektedir. Görüntünün bize ulaşmasında, gözün içerisinde ışığın geçirdiği safhalar, insanı hayrete düşüren hârikalardır. En mühimi, gözü meydana getiren hücrelerin görme kabiliyetini nasıl kazanmış olduklarıdır. Bütün bunları tesâdüfle açıklamak mümkün değildir. Kısacası göze görme kabiliyetini veren Yüce Allah’tır.
- Gözün Yapısı ve Görevleri:
Çok hassas bir yapıya sahip olan gözlerimiz fevkalâde itinalı bir koruma ve bakım sistemiyle donatılmıştır. Gözün yukarısına yerleştirilen kaşlar, alından gelen terlerin göze ulaşmasına engel olurlar. Ayrıca fazla ışığı emerek gözün rahatsız olmasını önlerler. İsteğimiz dışında, otomatik olarak çalışan göz kapaklarımız ve onların üzerinde yaratılan kirpikler de gözü dışarıdan gelebilecek toz vb. zararlı maddelerden korurlar.
Gözlerimiz, göz çukurları içinde sağa, sola, yukarı aşağı hareket edebilirler. Bu hareketlerin yapılması için altı tane kas vazifelendirilmiştir. Bu kasların düzenli çalışmaması halinde şaşılık gibi bir çok göz kusurları meydana gelir.
Gözün hareketlerini kolaylaştırmak ve gözü devamlı nemli tutmak için özel bir yıkama yağlama tertibatı kurulmuştur. Göz kapaklarının iç kısımlarında yaratılan yağ bezleri bu vazifeyi yerine getirdiği gibi, alın kemiğinin içindeki bir çukurda yer alan gözyaşı bezleri de salgıladıkları gözyaşıyla gözü devamlı olarak yıkarlar. Göz yuvarlaklarının etrafı ayrıca zarla kaplanarak koruma altına alınmıştır.[2]
Görme duyusunun merkezi olan göz içinde, görme sinirlerinin uçlarından oluşan 130 milyon ışık alıcı proses bulunur. Gözleri, tozdan ve her türlü zararlı maddelerden, kirpiklerin bağlı bulunduğu göz kapakları korur. Bunların hareketleri irâde dışıdır. Ayrıca fazla ışığa karşı da gözü korur. Gözyaşı denilen sıvı ise, çok kuvvetli bir temizleyicidir. Bu durumda göz, kendisini temizleyen ve koruyan iyi bir cihaz ile çevrilmiş bulunuyor.[3]
Göz, her bakımdan bir ilâhî sanat hârikasıdır. Anatomik yapısıyla, verdiği hizmetle Yüce Allah’ın varlığının ve kudretinin erişilmezliğinin ve benzersizliğinin izlerini yansıtmaktadır. O hâlde Allah’ın yüceliğini hatırlatan bu nimeti, hakkı, doğruyu, güzeli görüp anlamakta kullanmalı; günah olan hususlara kapalı tutmalıdır.
2- DİL
İnsan için her organı çok mühim vazifeler yapar. Bunlardan biri de dildir.
- Dilin Görevleri:
Dil, konuşma organıdır. Konuşurken kelimeleri bununla söyleriz. Dil, aynı zamanda ağızdaki lokmaları çevirmek suretiyle sindirim faaliyetine de yardımcı olur. Dilin bir diğer vazifesi de tad almaktır.
İnsana konuşmayı öğreten Allah Teâlâ’dır. Bu hususta şöyle buyrulur:
“Rahmân olan Allah Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti.” (Rahmân, 55/1-4) Rahmân olan, rahmeti, merhameti sonsuz olan Allah, insanı yaratmış ve ona Kur’ân’ı öğretmiştir. Rahmetinin bir eseri olmak üzere insana Kur’ân’ı indirmiş; îmâna, ibâdete, muâmelâta, ahlâka vb. dair neler istiyorsa bunları Kur’ân’da bildirmiş, Kur’ân’ı insanların anlamalarını kolaylaştırmıştır. Allah’ın verdiği akıl, kalp, gönül ve ilimle insanlar Allah kelâmı Kur’ân’ı anlayabiliyorlar.
Yine Yüce Allah, insana, beyânı öğretti. Duygu ve düşüncelerini anlatma ve açıklama kâbiliyeti ihsân etti. Bu, yaratıklardan sadece insana bahşedilen bir husûsiyettir. Yüce Allah, ilk insan olan Hz. Âdem’i yarattığı zaman ona eşyanın isimlerini öğretmişti. Zâten bu sayededir ki insanlar konuşabiliyor, anlaşabiliyor. Yüce Allah, yarattığı varlıklar arasında insana ayrı bir yer vermiştir. Bütün yaratıkları insanın hizmetine vermiştir. İnsana konuşma ve anlaşma özelliği vermiştir. İnsan, Allah’ın kendisine olan bu lütuflarını asla unutmamalıdır.
3- DERİ
Vücûdumuzu örten sağlam ve güzel bir perde vardır ki bu perde, deridir. Deri, Allah’ın güzel sanatına delâlet eden en ince ve akıl durdurucu belgelerindendir. Deri, insanın görünüşüne bir güzellik kazandırmaktadır. Alt ve üst deri olmak üzere iki tabakadan meydana gelir.
- Derinin Görevleri:
1) Vücûdu dış etkilerden korumak. Bu etkiler herhangi bir darbe olabileceği gibi, soğuk ve sıcak gibi iklim faktörleri de olabilir.
2) Dokunma, ısı, ağrı ve basınç tesirlerini almak.
3) Vücut sıcaklığını korumak.
4) Bir ölçüde solunum ve boşaltım faaliyeti yapmak.
Bu vazifeleri yerine getiren derimizin yapısı da çok canlı ve ilgi çekicidir. Üst derinin en dış tabakası ölü hücrelerden meydana gelir. Keselendiğimiz zaman vücudumuzdan çıkan kir, bu ölü hücrelerdir.
Kıllar, saçlar, ter ve yağ bezleri üst deri hücrelerinden meydana gelir. Ayrıca el ve ayak parmaklarının uçlarında oluşan tırnaklar da üst deri hücrelerinden yapılmaktadır.
Derideki kıllar vücudun çeşitli yerlerinde çeşitli şekiller alarak saç, kaş, sakal, bıyık gibi hallere girerler. Her şeyde olduğu gibi kılların yaratılmasında da pek büyük hikmetler vardır. Meselâ başımızın üzerinde saçlar yaratılmasaydı hem insanın görünüşü çekiciliğini kaybedecek, hem de başın dış tesirlere karşı korunmasında eksiklik ortaya çıkacaktı.
Vücûdumuzun çeşitli yerlerindeki kılların kendileri için belirlenen miktar ve hızlarda uzamaları da ilgi çekicidir ve bir plan ve program eseridir. Bıyık, sakal, kaş ve saçlardaki kıllar aynı keratin dokusundan yapıldıkları hâlde meselâ kaşlar belli bir boydan fazla uzamazlar.
Kılların vücut dışında görünen kısımlarından başka, deri içinde kökleri, içerlerinde kılın beslenmesini sağlayan damarlar ve hassaslığı temin eden sinir uçlarını muhtevi kıl özleri de bulunur. Her bir kıl için ayrı kılcal damarlar ve sinir uçları tahsis edilmiştir. Her hangi bir uyaran karşısında tüylerimizin diken diken olması, bu sinirler sayesinde mümkün olmaktadır.
Alt deride yer alan ve üst deri hücrelerinden yapılan ter bezleri, gözenek denilen kanallarla dışarı açılırlar. Bu bezler vasıtasıyla deri solunumu ve boşaltımı gerçekleşir. Sinir uçları ve kılcal damarların bulunduğu alt deriden sonra üst deriyi besleyen bir yağ tabakasının bulunduğu görülür.
Deriye rengini veren, üst deride bulunan ve melamin maddesi taşıyan hücrelerdir.
Derinin en mühim husûsiyetlerinden birisi, dokunma organı oluşudur. Dokunma hissi husûsiyetle ellerde ve parmak uçlarında kuvvetlidir. Bu hisle cisimlerin sertlik ve sıcaklık gibi husûsiyetlerini tanıdıktan başka, dışarıdan maruz kaldığımız bir basınç veya teması duyabiliriz.
Yediğimiz ekmek, et, fasulye vb. cinsinden yiyecekler ve içtiğimiz sular, kıl hücresine gelip sanki kıl fabrikasına girmiş gibi başkalaşıp kıl şekline dönüşüyor. Ölü gıdaların canlı hale gelmesi ve bu kadar başkalaşması Sanatkârının ilmini ve kudretini gösterir.[4]
- Derinin Önemi:
Deri, vücûdun içindeki fazla suyu (teri) dışarıya verir. Fakat teri dışarıya atan bu gözenekler içeriye su ve gazları geçirmez. Deri her zaman havada dolaşan mikrop ve bakterilerin hücumuna maruzdur. Bundan dolayı mikrop öldürücü nitelikte bir sıvı salgılar. Mikroplar galip gelip derinin sınırına saldırdığında ise, aklın idrâkten âciz kaldığı, düzenli bir savaş başlar. Bir düşmanın girdiğini haber vererek bütün vücut, organlarını uyarmak için alarma geçer. Bu alarm zilleri, vücûdun hissettiği ağrılardır. Bunun üzerine sınırı bekleyen muhafız grubu harekete geçer, düşmanıyla amansız bir mücâdeleye girişir. Ya düşmanını mağlup edip kapıdan dışarı atar, yahut da mağlup olarak ölür. İkinci ve üçüncü gruplar, ölenlerin yerini alır ve böylece savaş devam edip gider. Bu muhafızlar, sayıları otuz milyar civarında olan akyuvarlardır. Deri üzerinde, içinde irin bulunan kırmızı bir sivilce görüldüğünde bilinmelidir ki, burada vazifesi uğruna ölen bir çok muhafız bulunmaktadır. Deri üzerindeki kızarmalarda da, saldırgan bir düşmanla çarpışan akyuvarlar bulunur.
Derinin en mühim vazifelerinden biri de, vücûdun sıcaklığını belli bir derecede tutmasıdır. Zira, derideki kan damarları, hava ısındığında, ısıyı yayabilmek için açılır. Ter bezleri fazla olan suyu dışarıya atar. Böylece vücûda temas eden havanın ısı derecesi düşer. Havanın ısısı düşünce kılcal damarlar kasılır, sıcaklığını korur ve terde azalma olur. İşte bu acaip cihaz, Allah’ın yardımıyla vücûdun sıcaklığını devamlı olarak 37 derecede tutmak için kurulmuştur.
Hiç bir insanın derisi bir diğerine benzemez. Ayrıca hiç durmadan yenilenmektedir. Bu seneki derimiz, geçen seneki derinin aynısı değildir. Derinin yenilenmesi, derinin bulunduğu tabakalardaki hücrelerin gelişmesine paralel olarak devam eder. Hücrelerin her yeni tabakası, derinin yüzeyini oluşturur.
İlmin bu kadar ilerlemesine rağmen, insanı hayrette bırakan ve zorunlu olarak Allah’ın varlığına ve kudretini kabule götüren keşfe muhtaç bir çok esrar henüz çözülememiştir.[5]
- Parmak İzi:
İnsanların göz, kulak, burun vb. organları az çok birbirine benzer. Fakat parmak uçlarının ayrı bir özelliği vardır. Dünyada gelmiş geçmiş insanların hiçbirinin parmak izleri birbirine benzemez. Bu farklılıklar sebebiyle pek çok suçlunun tesbiti kolaylaşmıştır. Parmak izi, ilk defa Sir Edward Henry tarafından 1875 yılında bulunmuş, kısa süren bir deney devresinden sonra bir çok polis örgütü tarafından kullanılmaya başlanmıştır.[6]
Kıyâme sûresinde şöyle buyrulur:
“Evet, Biz onu, parmak uçlarına varıncaya kadar bütün incelikleriyle yeniden yapmaya kâdiriz.” (Kıyâme, 75/4) Bu âyette ifâde edilmek istenen mânâ şudur:
“İnsan, Biz onun kemiklerini derleyip toplayamayacağımızı mı zannediyor? Biz Kıyâmet günü parmak uçlarını dünyadaki hali üzere düzeltmeye elbette kudretliyiz.” Allah Teâlâ’nın burada bir diğer organı değil de parmak uçlarını derleyip toplayacağını ifâde etmesinin elbette özel bir anlamı vardır. Bu âyette, insanların parmak uçlarının farklı yaratıldığına işaret edilmektedir. Hiç bir insanın parmak izinin diğerininkine benzememesi, Yüce Yaratıcı’nın ilminin, kudretinin belirtisinden başka bir şey değildir. Her insanın yüzüne ayrı bir sûret ve güzellik verilmesi de, Yüce Yaratıcı’nın varlığını haykırmaktadır.[7]
4- KULAK
Varlıkların titreşim hareketleri sonucunda hasıl olan ses dalgaları, kulaklarımız vasıtasıyla bize ulaşır. Başımızın her iki yanında eşit ve simetrik olarak yerleştirilen kulaklarımız ses alma organlarımızdır.
- Kulak Yapısı ve Görevleri:
Kulak, yapısı itibariyle, dış, orta ve iç kulaklar olmak üzere üç kısımda incelenmektedir. Ses dalgalarını toplayan kulak kepçesi, dış kulak kanalı ve bu kanalın sonundaki kulak zarı, dış kulağı meydana getirirler. Kulak kepçesinin kıvrımlı olması, orta kulağa gönderilecek sesin anaforla toplanmasını sağlar. Kulaktan içeri giren ses dalgaları kanaldan geçerek kulak zarını titreştirirler. Çok hassas bir yaratılışta olan kulak zarının gergin durması ve dalgalardan etkilenmemesi için, orta kulaktan nefes borusuna “östaki borusu” denen bir kanal açılmıştır. Bu suretle hem dışarıdan, hem de nefes borusundan gelen hava birbirini dengelemektedir.
Orta kulakta birbirlerine eklemlerle bağlanmış olan üç küçük kemik bulunur. Adlarını şekillerinden alan bu üç küçük kemik sırasıyla çekiç, örs ve özengi kemikleridir. Kulak zarıyla temas halinde olan çekiç kemiği ses titreşimini örs kemiğine, o da özengiye iletir.
İçi sıvı ile dolu olan ve şekil itibariyle salyangoz kabuğuna benzeyen iç kulakta işitme sinirleri bulunur. Bu sinirler özengi tarafından iç kulağa iletilen titreşimi beyne aktarırlar ve böyle işitmiş oluruz.
İşitme duyusu, dış kulak ile başlar. Sesin havada meydana getirdiği titreşimler, dış kulak kepçesine, buradan da iç kulak boşluğuna geçer. Kulakta yüz bin işitme hücresi bulunur. Sinirler, insan aklının alamayacağı incelik ve azamet dolu sinirciklerle sona erer.
İç kulakta burgu ile yarım daire arasında bir çok kanal bulunur. Sadece burguya mahsus, beyindeki işitme sinirlerine bağlı dört bin küçük yay vardır.
Sayıları binlere ulaşan ve her birinin özel bir bileşimi olan yayların uzunluğu ve hacmi tam olarak bilinemiyor. İşitme olayı, insanı hayrette bırakacak derecede incelikler ve hârikalarla gerçekleşmektedir.[8]
İnsan kulağı, 20 ile 20 bin frekans arasındaki sesleri duyabilmektedir. Bu rakamların altında veya üstündeki titreşimleri işitemeyiz. Bunda büyük hikmetler vardır. Eğer daha yüksek frekanstaki sesleri duyacak olsaydık, bütün dünya bizim için dayanılmaz gürültülerle dolacaktı. Buna karşılık küçük frekanslı sesleri işitebilecek bir kulak yapısına sahip olsaydık, yine bizim için dünyada rahat ve huzur kalmayacaktı. Vücut hücrelerimizdeki devamlı faaliyetlerin gürültülerini veya mikropların ayak seslerini işitebilseydik halimiz ne olurdu?
Kulağın diğer mühim bir vazifesi de vücutta dengeyi sağlamasıdır. Ayakta durabilmemiz, başımızı dik tutabilmemiz, oturmamız, yürümemiz… bunların dengeli bir şekilde gerçekleştirilmesi, iç kulaktaki denge mekânizmasının düzenli çalışmasına bağlıdır.
İç kulakta, kulak sıvısıyla dolu yarım daire şeklinde üç organ vardır. Bunların uçlarında iç kulağın ortasındaki boşluğa açılan ampuller bulunur. Ampullerdeki denge hücreleri vücut hareketlerine paralel olarak ileri geri hareket ederler. Bu hareketleri esnasında kendilerine bağlı bulunan denge sinirlerini uyarırlar. Bu uyarıların beyne ulaşmasıyla vücûdumuz normal hareketlerini dengeli bir şekilde yürütebilir. Fakat bazan beklenmedik durumlarda bu denge bozulur ve dengemizi yitirip düşebiliriz.
Nizamın ve düzenin direği olan denge, atomlardan galaksilere kadar bütün evrende geçerli olan bir kanun olduğu gibi, insanda da geçerlidir. Bundan dolayı bütün evreni aynı kanunla, düzenle yaratan Yüce Yaratıcı’nın varlığı ve birliği zorunludur.[9]
5- BURUN
Vücudumuzun en uygun yerine yerleştirilen burnumuz hem solunum faaliyetinde çalışır, hem de koklama organı olarak vazife yapar.
- Burun Yapısı ve Görevleri:
Burun kemiği ve kıkırdaktan meydana gelen burnumuzun alt kısmında iki dehlizi andıran burun delikleri vardır. İç kısmı sümüksel zarla kaplanmış olan bu organımızın burun deliği başlangıcında kıllar bulunur. Bu kılların vazifesi, içeri giren havadaki toz ve kirleri tutmaktır.
Burnun içini nemli tutan sümüksü zarın altında kan damarları ve koku alma sinirleri bulunur. Koku alma sinirleri daha çok burnun tavan kısmında toplanmışlardır. Cisimlerden dağılan koku zerrecikleri burnun içindeki sümüksel zara çarparak zardaki sıvıyla birleşirler. Bu birleşme sonucunda kimyevî bir madde meydana gelir ve sinir uçları bu madde tarafından uyarılır.
Koku almamızı sağlayan burnumuz, herhangi bir tehlike karşısında alarm cihazı olarak çalıştığı gibi, güzel kokuları hissederek hayatımıza lezzet katar. Bu evrenden faydalanmayı en mükemmel şekliyle mümkün kılacak bütün cihazlar Allah tarafından insana verilmiştir.[10]
Hava, burun deliklerinden içeri girdiğinde, kıllar tarafından temizlenir. Hava buradan geçerken aynı zamanda ısınır, içeriye girinceye kadar belli bir dereceye ulaşarak soğuk havanın vereceği zarar önlenmiş olur. Doktorlar, ağızdan nefes alıp vermeyi tavsiye etmezler. Çünkü soğuk hava doğrudan akciğere ulaşarak anjine ve akciğer iltihaplanmasına sebep olabilir. Burundan geçerken ısındığı için bu zararlar önlenmiş olur.[11]
6- DİŞLER
Vücûdumuzun her organı başlı başına Allah’ın varlığına delildir. Bunlardan birisi de dişlerdir. Dişlerin sıralanışı bir hârikadır.
- Dişlerin Görevi:
Ağzın ön yüzünde kesici dişler yer alır. Bunlar sayesinde en katı yiyecekler bile ufaltılır. Bunun yanında yardımcı rolü oynayan köpek dişleri yer alır. Daha sonra küçük azılar ve büyük azılar yer alır. Bunlarla yiyecekler parçalanır ve boğazdan geçecek şekilde öğütülür. Diş hekimliği ile uğraşanlar, takma diş yaparken bu sırayı bozup daha başka bir dizi kurmak istemişlerse de bir türlü aynı vazifeyi görecek şekilde dişlere yeni bir şekil verememişler, kudret sahibi Yüce Yaratıcı’nın en güzel bir biçimde yarattığını kabul etmek zorunda kalmışlardır. Böylece takma dişleri de Allah’ın yarattığı tabiî şeklinde yapmaya karar vermişlerdir.[12]
7- DİĞER ORGANLARIMIZ
İnsan hayatını kolaylaştıran ve insanın hayattan en üstün seviyede faydalanmasını sağlayan pek çok iç ve dış organımız vardır. Bu organlarımızın gördüğü hizmetlerin önemini belli ölçüde biliyoruz. Evrenin en üstün yaratığı olan insan vücûdunu derinlemesine araştırmak için asırlardır biyologlar ve tıp uzmanları çalışıyorlar. Her organın gördüğü vazifeler ele alınıp ayrı ayrı incelendiği zaman bunların insanı hayrette bırakacak derecede mühim hizmetler ifa ettiği anlaşılıyor. Yeni yeni araştırmalarla organlarımızın hizmetleri daha iyi anlaşılmaktadır. Bu araştırmaların sonu gelmeyeceği kanâatindeyim. Zira füze hızıyla gelişen tıp ilminde her gün yeni araştırmalar, yeni buluşları getirmeye devam ediyor.
İnsan vücûdunu anlatmak için ciltler dolusu eserler yazılmıştır. Bunlar bitip tükenmez. Biz burada bir özet fikir vermek bakımından genel hatlarıyla insan vücûdundan bahsettik. Eksik bıraktığımız bazı organlara da kısaca temas ederek bu konuyu sona erdireceğiz.
- Elin Görevleri:
Elimizi düşünelim. El, rahatlıkla çalışan, her türlü işi ve hizmeti görecek şekilde yaratılmış bir âlettir. El ayası enlice, parmaklar beşe bölünmüş, ayrıca uçlarında düğüm gibi bölümler yaratılmıştır. Parmakların diziliş şekli o kadar mükemmeldir ki daha uygununu bulmak mümkün değildir. Parmakların dördü bir tarafta, baş parmak bir tarafta bulunur ve hepsi baş parmağın emrinde çalışır. Parmakların dizilişi, alıp vermeye, tutmaya, kavramaya en uygun bir şekildedir. Elin bizim için gördüğü hizmetler sayılamayacak kadar çoktur. Elimizi kullanamadığımızı düşünürsek o zaman bizim için elin önemini daha iyi anlarız.
Elin üzerinde siyah beneklerin oluşması, böbrek üstü bezlerinin hastalığını gösterir. Elin terleme ve titreme derecesi, sahibinin kalp rahatsızlığının durumunu gösterir.
- Tırnağın Görevleri
Tırnaklar, ayna gibi insanların sağlık durumunu gösterir. Bugün bile bir çok hastalığın teşhisinde tırnakların durumundan (renginden) yararlanılır. Tırnaklar aynı zamanda çok hassas olan parmak uçlarını korurlar. Tırnak, kaşınma ihtiyacını en mükemmel bir şekilde gideren bir organımızdır.
- Dudağın Görevleri
Dudaklar, kullanmak için açılması gereken zamana kadar kilitli bir kapı, ağzın perdesidir. Dudaklar kapandığı zaman içeriye toz geçirmeyen, ağızdaki ıslaklığın devamını sağlayan bir özelliğe sahiptir. Konuşmamızı, yememizi, içmemizi sağlar. Ayrıca insanın yüzüne çekicilik verir. Dudaklar örtülü olduğu müddetçe insan daha güzel görünür.[13]
- Ayağın Görevleri
Yüce Allah, insanı iki ayağı üzerinde düzgün bir şekilde yarattı. İnsanı yüz üstü dört ayak üzerinde yaratmadı. Böylece insana işlerini en güzel bir şekilde ve kolayca yapma imkânı bahşetti.
Yüce Allah, el ve ayak gibi bazı organları çift yaratmıştır. Bunların tek olması halinde insanın ne kadar güçlüklerle karşılaşacağı açıktır.
- Saçın Yapısı ve Özellikleri
Yüce Allah, beyni bir kale içine koydu. Beyin bütün vücûdun idâre merkezi olduğu için dürümler halinde kafa tası içinde saklanmıştır. Saçlar, hem insanı soğuk ve sıcaktan korur ve hem de insana bir güzellik verir.
Yüce Allah, kalbi göğüs içinde saklamış, üstünü bir örtü ile örtmüş ve yan taraflarından onu korumuştur. Akciğeri kalbe ferahlık verici yapmıştır. Akciğer, havayı kolayca alır ve verir. Isı sadece kalpte kalır, onu tehlikeye atmasın diye bronşları hava ile doldurur.
Büyük ve küçük abdest yollarını öyle düzenledi ki, bu yollar devamlı değil de ihtiyaç duyulunca açılır şekildedir. Eğer kaslar tutmayıp da devamlı akmış olsalardı, insan yaşayışı çok zor olurdu.
Saç ve tırnaklar uzarlar, onları zaman zaman kısaltmak gerekir. Onları kısaltmak için keserken acı duymayız. Çünkü onlarda his yoktur.[14]
Yüce Allah, çocuğun dişlerini tam ihtiyaç duyduğu anda çıkarır. Bundan önce veya sonra olması çocuk için asla uygun değildir.
Yüce Allah, çocuk olgunlaştıkça onda aklı ve seçme kabiliyetlerini geliştirdi. Eğer çocuk akıllı ve şuurlu olarak doğsaydı, doğunca yepyeni bir âleme gelmekten dolayı şaşkınlığından aklını yitirebilirdi. Bunun için çocuk için en uygun olanı, akıl ve irdâkinin zamanla gelişmesidir.
İnsanın şeklen ve ahlâken bütün husûsiyetlerini, fertlerin irsen aldığı kromozomlar taşır. Bunlar o kadar küçük cisimciklerdir ki, şayet bütün insanların kromozomları bir araya toplansa, bir avuçtan fazla yer işgal etmez. Bu bir avuç kromozom, milyarlarca insanın şekil, renk, huy ve husûsiyetlerindeki farklılığı meydana getirir. İlk insandan beri yaratılagelen bütün insanların organları birbirine benzemez. Sadece organları değil hiç bir şeyleri birbirine benzemez. Her insanın parmak izleri birbirinden ayrı olduğu gibi bütün husûsiyetleri de birbirinden ayrıdır. Bütün bunlar, insanı yaratan Yüce Yaratıcı’nın varlığının, birliğinin, yüceliğinin, büyüklüğünün belirtileridir.
[1] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, XIII, 6806-6807.
[2] Mustafa Nutku ve ark., g.e., s. 72-75.
[3] Abdürrezzâk Nevfel, g.e., s. 116.
[4] Hekimoğlu İsmail, H. Hüseyin Korkmaz, İlimler ve Yorumlar, 212.
[5] Abdürrezzâk Nevfel, g.e., s. 114-115.
[6] Celal Kırca, Kur’ân-ı Kerîm ve Modern İlimler, 198.
[7] Afif Abdülfettâh Tabbâra, İlmin Işığında İslâmiyet, 79; Mustafa Nutku ve ark., a.g.e., s. 65-68.
[8] Abdürrezzâk Nevfel, g.e., s. 116.
[9] Mustafa Nutku ve ark., g.e., s. 76-78.
[10] Mustafa Nutku ve ark., g.e., s. 79-80.
[11] Abdürrezzâk Nevfel, g.e., s. 117.
[12] Abdürrezzâk Nevfel, g.e., s. 108.
[13] İmâm Gazzâlî, g.e., s. 55.
[14] İmâm Gazzâlî, g.e., s. 70-71.
Kaynak: Prof. Dr. Mehmet Bulut, Delilleriyle İslam Akaidi, Erkam Yayınları