Dışı Şerbetli İçi Zehirli Sözlere Kanma
İslâm dünyası olarak; toplumumuzun bugün içinde bulunduğu sıkıntıların başında ne geliyor? Bugün ümmetin bağrına saplanan zehirli kılışlar nelerdir? Modern haçlı seferlerinde evlâtlarını kaybeden anne ve babaların dikkat etmesi gereken hususlar neler? Evlatlarımız için gereçek tahsil nedir?
İslâm dünyası olarak; toplumumuzun bugünkü perişan hâlinde de, dışı şerbetli, içi zehirli telkinler çok mühim rol oynamaktadır.
Eskiden kılıç kılıca haçlı seferleri vardı. Fakat bugün bunun çok daha beteri bir haçlı seferi var. Kılıçlar ortadan kalktı. Duygular yönlendiriliyor. Bugün küresel güçler; internet, televizyon, modalar ve reklâmlar vasıtasıyla, duyguları zehirliyor. Gönüllere nur yerine katran dökülüyor. Nice güzel, pâk yavrular; çirkef medyanın kölesi hâline geliyor.
Gafletin zebûnu hâline gelen kişiler, mes’ûliyetsiz ve rahat bir yaşayış zemini istiyor. Bu yüzden deist ve ateist oluyor. Helâl-haram seçmeden, vazife ve vecîbe tanımadan, rahat yaşamak hevesi yüzünden kıyâmeti unutmak, yok saymak gafletinde girdaptan girdaba savruluyor.
Yani;
Tarih boyu ehl-i İslâm’la savaşan haçlıların demir kılıçları her defasında mecburen kınlarına geri döndü. Yani mü’minler karşısında defalarca mağlûp oldular.
Bunun üzerine onlar, evlâtlarımızın güzel duygularını gönüllerden kesip atan türlü kılıçlar ürettiler. Bugün o görünmez kılıçlarla İslâm’ın bağlarında yüreklerimizdeki nice güzellikleri kesip duruyorlar.
–Bu görünmez zehirli kılıçlar nedir?
Bunlar;
- Çirkef medya,
- Aldatıcı reklâmlar,
- Şahsiyetsizleştirici modalar ve
- İnternetin kirli sokakları…
- Televizyonların, cep telefonlarının rezil, şeytânî vitrinleri…
Hepsi birer kılıç gibi işliyor. Fakat bedenî değil rûhî damarları dumûra uğratıyor. Bu yüzden fark edilmiyor.
Bu zehirli görünmez kılıçlar, demir kılıçlardan daha tehlikeli. Çünkü bunlar; sanki dâimî bir rahat yaşayışın iksiriymiş gibi süslü bir reklâm ve telâkkî estirerek hiç durmadan toy nesillerin îmanlarını ve ahlâklarını katlediyor. O görünmeyen zehirli kılıçlar; damarına değdiği bütün mâsum nesilleri, düşmanlarına âşık, kendi medeniyetlerine nefret kusan hastalara dönüştürüyor.
Üstelik onların haklarının yegâne savunucuları kendileri imiş görüntüsünde, dünya çapında alkış tûfanları kopuyor.
HAZİN MANZARA…
Bu modern haçlı seferlerinde evlâtlarını kaybeden birçok anne-baba geliyor ve çaresizlik içinde yalvarıyor:
–Aman oğluma duâ edin! Ne olur kızıma duâ edin! Yanlış yollara saptı. Aile şerefimizi ihlâl edecek çirkin vaziyetlere düştü. Yetişin, imdâd edin!
Maalesef bu hazin tablolarda çoğu kez iş işten geçmiş oluyor. Bu sebeple, mukabilinde verilecek cevap da şu acı hakikatin ifadesinden ibaret kalıyor:
–Sen evlâdına ne verdin ki, ne bekliyorsun?
Hiçbir bahçıvan; ekmeden, dikmeden, bakım göstermeden bahçesinden bir şey bekleyemez. Ekmediği ve bakmadığı için, bahçesini kaktüsler ve dikenler sararsa;
“–Bunlar niye çıktı?” diyemez. Demeye hakkı da olmaz.
Fetih Sûresi’nin sonunda; asr-ı saâdette inkişâf eden mü’minler, mecâzî bir temsil ile şöyle anlatılmıştır:
“…Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider.
Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir…” (Bkz. el-Fetih, 29)
Günümüzde de kâfirler, İslâm’a ve inkişâf eden mü’minlere karşı öfke hâlinde. Dünyanın her yerinde katledilenler, ezilenler, zulmedilenler ve sömürülenler müslümanlar olduğu hâlde; batıda İslâmofobi diye bir tabir çıkardılar. Yani batılıların İslâm korkusu… Hâlbuki İslâm, rahmet ve merhamettir.
Evlâtlar da, anne-babaya emânet birer tohumdur. Anne-baba ihtimam gösterirse, o tohum filiz verir. Ümmet-i Muhammed’i sevindirir. Ehl-i küfrü kızdırır.
Yani;
Evlâtların sîneleri, bereketli bir toprak gibidir.
- O temiz toprağa; mâneviyat, muhabbet ve güzel ahlâk tohumları ekmeliyiz.
- O tohumları, helâl lokma ile beslemeliyiz. Güzel örneklik, sâlih ameller ve sâlih çevre ile yaşatmalıyız.
- Ayrık otlarından, dikenlerden ve zararlı haşerattan; yani fâsıklardan, fısk u fücurdan ve menfî çevreden korumalıyız.
Evlâtları Cenâb-ı Hak, anne-babalara bir emânet olarak verir. Anne-babaların küçük yaştan itibaren, evlâtlarını mâneviyatla yetiştirmesi, onların ruhlarını Allah sevgisiyle, Rasûlullah sevgisiyle, İslâm’ın muhabbetiyle doyurması zarûrîdir.
Elbette hidâyet Allah’tandır. Anne-baba yahut eğitimci vazifesini bi-hakkın yerine getirse de; evlâtların nefislerine uymaları, hevâ peşinde birtakım yanlışlara düşmeleri mümkündür.
Ancak modern haçlı seferlerinin akın akın saldırdığı zamanımızda; evlâtlara İslâmî bir terbiye vermek, onlara İslâm şahsiyet ve karakterini mîras bırakabilmek yolunda ortaya konulan cılız gayretler maalesef pek zayıf ve yetersiz kalmaktadır.
Devâsâ bir yangına, bir avuç su atmak asla tesir etmez.
Belki mâzîde, ailenin ve toplumun örf ve an‘anelerine bağlı kaldığı devirlerde, evlâtları yetiştirmek ve kötülüklerden korumak az bir gayret ile mümkündü. Lâkin bugün vaziyet böyle değildir. Bugün sahipsiz bırakılan evlâtları; internet emziriyor, medya besliyor, modalar şekillendiriyor. Bu evlâtlar; biyolojik anne-babalarının değil, ruhlarına tesir eden karanlık sokakların evlâtları oluyor.
Mehmed Âkif ne güzel söyler:
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Bu sebeple;
Temel vazifemiz, evlâtlarımıza sahip çıkmaktır.
Birinci gayemiz; dînine, vatanına, bayrağına ve milletine sahip çıkacak bir nesil yetiştirmektir.
Yapmamız gerekenleri müşahhas bir şekilde ifade edelim:
GERÇEK TAHSİL
Ehl-i dünya, evlâtlarının tahsili için ihtimam gösteriyor. Evlâtlarının kısacık dünyevî istikbâli için; «Hangi koleji seçsem, hangi mektebi tercih etsem…» diye araştırıyor. Gelişigüzel bir şekilde karar vermiyor.
Bir mü’min için, evlâdının uhrevî istikbâli bundan çok daha büyük bir ihtimam ve gayreti îcâb ettirmez mi?
Evlâtlarımızı Kur’ân kurslarına ve proje imam hatip ortaokullarına göndermeliyiz. «Hangisi evlâdım için daha faydalı olur?» diye araştırmalı, mânevî tahsile ihtimam göstermeliyiz. Evlâtlarımız için sâlih bir çevre, hayırlı hocalar ve güzel arkadaşlar teşkil edebilme gayreti içinde olmalıyız. Dünyevî tahsil ile Allâh’a kul olma tahsilini mezcetmeliyiz.
Aksi hâlde, evlâtlar ziyân olup gidiyor.
Ciğerpârelerimiz olan yavrularımızın dînî eğitimlerini, yaz kursundan ibaret görmemeliyiz.
Çünkü;
İslâm en büyük kültürdür.
Dünyevî bir meslek için, yıllar boyu süren dünyevî tahsili şart görüp de, dînî eğitime, birkaç haftalık bir yaz kursunu kâfî görmek, -Allah korusun- İslâm’ı tahfif etmek olmaz mı?
İslâm, hayatın her safhasını tanzim eder. Evlâtlarımız;
- Kur’ân-ı Kerîm’i; hurûfu (düzgün kıraat), hudûdu (ahkâmı) ve huluku (ahlâkı) ile öğrenmeli.
- Akāidini bilmeli.
- İbâdât, muâmelât ve ukûbâtıyla fıkhı öğrenmeli.
- Helâl-haramı öğrenmeli.
- Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sîretini tahsil etmeli.
- İslâm ahlâkını, mü’min şahsiyetini ve âdâb-ı muâşeretini yaşayarak öğrenmeli.
Hâsılı;
Uhrevî tahsil, dünyevî tahsil ile mezcedilmeli. Dînî eğitim, dünyevî eğitime kurban edilmemeli.
Gafil anne-babalar, ekseriya istikbal endişesiyle evlâtlarının dînî tahsiline kâfî derecede ağırlık vermiyor. Hâlbuki;
İstikbâli veren Allah’tır.
Bir anne-baba, evlâdını Kur’ân-ı Kerîm’in rûhuyla yetiştirirse, ona şerîati tatbik ettirirse, hem dünya problemlerini hem âhiret problemlerini halletmiş olur.
Zira Cenâb-ı Hak buyurur:
“Biz, Kur’ân’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifâ ve rahmettir…” (el-İsrâ, 82)
İşte ashâb-ı kiram ve bilhassa ilk üç asrında ecdâdımız Osmanlı; Kur’ân vesilesiyle dünyada da huzur buldular, âhirette de rahmete nâil oldular.
Saâdeti çıkmaz sokaklarda aramak yerine, gerçek huzur ve bereketin Cenâb-ı Hakk’ın bize ikrâm eylediği Kur’ân-ı Kerim olduğunu unutmamamız îcâb eder.
Bu mânevî tahsil sayesinde, evlâtlarımızın gönüllerinde İslâm şahsiyet ve karakteri şekillenmelidir.
YORUMLAR