Doğa ve Çevre Temizliği İle İlgili Ayet ve Hadisler

İslam’ın doğa ve çevre temizliğine verdiği önem nedir? Çevremizdeki canlılara nasıl davranmalıyız? Doğa ve çevre temizliği ile ilgili ayet ve hadis-i şerifler.

Cenâb-ı Hak, çevremizdeki her şeyi insanoğlunun istifadesine arzettiğini haber verir. Bunların şükrünü hakkıyla edâ edebilmek için çevremize emanet ve mesuliyet şuuru ile yaklaşmamız gerekir. Çevrenin hor kullanılması, tahrip ve israf edilmesi; zararı yine kendimize dönecek olan bir nankörlüktür.

DOĞA VE ÇEVRE TEMİZLİĞİ İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Allah’ın buyruklarını umursamayan şu insanların yaptığı hatalar yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı, nizam bozuldu. Doğru yola ve isabetli tutuma dönsünler diye Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır.” (Rûm, 41)

Hâlbuki Cenâb-ı Hak: “Göğü Allah yükseltti ve mizanı O koydu, sakın dengeyi bozmayınız!” buyurur. (Rahmân, 7-8) Bu ilâhî emri dinlemeyen insanlar neticede zararı kendileri çekerler.

Çevrenizdeki Canlılara Karşı Nasıl Davranmalıyız?

Müslüman, gönlündeki huzûru ve güzelliği tabiata da yansıtarak insanlara, hayvanlara, bitkilere ve hatta cansız varlıklara bile iyi davranır. Hiçbir varlığı incitmemeye dikkat eder. Bir gün Resûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanından bir cenâze geçmişti. Efendimiz (s.a.v):

“Rahata ermiş ya da kendisinden kurtulunmuş” buyurdu. Sahâbîler:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, «Rahata ermiş ya da kendisinden kurtulunmuş» ifadesinden kasdınız nedir?” diye sordular. Rasûlullah (s.a.v):

“–Mü’min bir kul vefât ettiğinde dünyanın yorgunluğundan ve sıkıntılarından rahatlayıp Allah’ın rahmetine kavuşur. Günahkâr ve kötü biri öldüğünde ise insanlar, beldeler, ağaçlar ve hayvanlar onun şerrinden kurtulup rahata ererler” buyurdu. (Buhârî, Rikâk, 42; Nesâî, Cenaiz, 48; Ahmed, V, 296, 302, 304)

Demek ki cansız zannettiğimiz varlıklarda bile bir şuur vardır. O hâlde insan, her yerde ve her hâlukârda başkalarını rahatsız edici şeylerden şiddetle kaçınmalıdır. Kırları, suları, havayı ve tabiî manzarayı kirletmek, yerlere çöp ve pislik atmak insanlık şeref ve haysiyetine yakışmayan bir davranıştır. Hem kendimizi hem de başkalarını düşünmemektir. Hâlbuki Müslümanlar, kirlettiği yerlerden başkalarının huzursuz olacağını ve tabiatın güzelliğinin bozulacağını düşünür; yenilen çekirdek, fındık, fıstık kabuklarını; şişe, konserve kutularını; kâğıt, paket artığı gibi kirletici şeyleri caddelere, sokaklara, piknik yerlerine atmazlar. Bu, mü’min olmanın ve kemâle ermenin bir şartıdır. Zira Peygamber Efendimiz, insanlara eziyet verecek, gelip geçerken rahatsız edecek bir dalın, bir dikenin bile kaldırılmasını, imanın bir şubesi olarak kabul etmiş,[1] insanlara eziyet edenleri Allah’ın sevmediğini haber vermiştir.

Rasûlullah (s.a.v) bir gazveye çıkmıştı. Askerler bir ara konak yerlerini daralttılar ve yolu kestiler. Bunun üzerine Nebî (s.a.v) bir sahâbî gönderip askerler arasında şöyle nidâ ettirdi:

«–Kim bir yeri daraltır veya bir yolu keser (veya bir mü’mine ezâ verirse) onun cihâdı yoktur.»” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 88/2629; Ahmed, III, 441)

Doğada Yaşama Edebi

Yani cihâdın sevâbını alamaz. Bu bakımdan rastgele yerlere çöp atmak, tükürmek, araba park etmek, insanların gelip geçmesini zorlaştıracak malzemeler koymak gibi her türlü eziyet verici davranıştan sakınmak gerekir. Rasûlullah (s.a.v) diğer hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“…Yol üzerinde namaz kılmaktan ve oralara konaklamaktan sakının! Çünkü oralar yılanların ve yırtıcı hayvanların geçtiği yerlerdir. Yol üstüne abdest bozmaktan da sakının! Zira bu tür davranışlar kişiyi lânete mâruz bırakacak kabalıklardır.” (Ahmed, III, 305; 381)

“Lânete mâruz kalacağınız üç şeyi yapmaktan sakının: Pınar başlarına, yol ortasına ve insanların gölgelendiği yerlere abdest bozmayın!” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 14/26; İbn-i Mâce, Tahâret, 21)

Peygamber Efendimiz’in bu muhteşem tâlimâtında sadece insanın değil tabiattaki bütünlüğün görülüp büyük bir âhenkle muhafaza edildiği, çevre ve yabânî hayatın dahi derin bir incelik ve dikkatle korunduğu görülmektedir.

Canlılara bu kadar değer veren İslâm, tabiatıyla ağaca ve yeşil çevreye de çok ehemmiyet verir. Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

“Kıyamet kopuyor olsa ve birinizin elinde bir fidan bulunsa, kıyamet kopmadan onu dikebilirse bunu hemen yapsın!” (Ahmed, III, 191, 183)

Ağaç Dikmenin Fazileti

Ebu’d-Derdâ (r.a) Şam’da ağaç dikiyordu. Birisi yanına yaklaşarak:

“–Sen, Hz. Peygamber’in dostu olduğun hâlde ağaç dikmekle mi meşgul oluyorsun?” diye gördüğü hâl karşısındaki şaşkınlığını ifade etti. Ebu’d-Derdâ (r.a) ona şu cevabı verdi:

“–Dur bakalım, hakkımda böyle acele hüküm verme! Ben Peygamber (s.a.v) Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:

«Bir kimse ağaç diker de o ağacın meyvesinden bir insan veya Allah’ın mahlûkâtından herhangi bir varlık yerse bu, o ağacı diken kimse için sadaka olur.»” (Ahmed, VI, 444. Bkz. Müslim, Müsâkât, 7)

Yine Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir sidre ağacını (lüzumsuz yere) keserse, Allah onun başını cehenneme uzatır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 158-159/5239)

“Yerde bitmiş olan hiçbir nebat yoktur ki, onu, nezaretçi bir melek kanatlarıyla korumuş olmasın. Bu durum bitkinin hasad edilmesine kadar devam eder. Kim bu bitkiyi basıp ezerse o melek kendisine lânet eder.” (Ali el-Müttakî, Kenz, III, 905/9122)

İslam’da Ağaca Zarar Vermenin Hükmü

Peygamber Efendimiz, Mekke’nin yanında Medine ve Tâif bölgelerini de harem ilan ederek oralarda ağaç kesmeyi, bitki örtüsünü tahrip etmeyi ve avlanmayı yasaklamış[2] ve şöyle buyurmuştur:

“Allâh Rasûlü’nün korusu içinde bulunan ağaçlara sopa ile vurulamaz ve onlar kesilemez. Fakat zaruret hâlinde hayvanların yemesi için hafif ve yumuşak bir şekilde rıfk ile sallanarak yaprakları silkelenebilir.” (Ebû Dâvûd, Hac, 95-96/2039)

Yine Hârise Oğulları kabilesinin otlak yeri için:

“Kim buradan bir ağaç keserse mutlaka onun yerine bir ağaç diksin!” buyurmuştur.[3]

Rasûlullâh (s.a.v), hayvanlarına yedirmek için elindeki sopayla bir ağacın dallarına vurarak yapraklarını dökmeye çalışan bir bedevîyi görmüştü. Yanındakilere:

«–O aʻrâbîyi bana getirin, ancak yumuşak davranın, onu korkutmayın!» buyurdu. Bedevî yanına geldiğinde:

«–Ey aʻrâbî! Yumuşak bir şekilde ve tatlılıkla sallayarak yaprakları dök, vurup kırarak değil!» buyurdu. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, Beyrut 1417, VI, 378)

Çevreyi Koruyun ve Güzelleştirin

Yani Allah Rasûlü (s.a.v), her fırsatta çevreyi korumayı ve güzelleştirmeyi tavsiye ederek, bütün varlıklara karşı hürmetkâr ve edepli bir toplum yetiştirmiştir. İlk halife Hz. Ebûbekir’in, sefere çıkmaya hazırlanan ordusuna hitaben yaptığı şu konuşma, bunun şahitlerinden biridir:

“Hâinlik yapmayınız, ganimet malına ihanet etmeyiniz, zulmetmeyiniz, müsle yapmayınız (kulak, burun gibi âzâları keserek işkence etmeyiniz); çocukları, yaşlıları ve kadınları öldürmeyiniz! Hurma ağaçlarını kökünden kesmeyiniz ve yakmayınız, meyveli ağaçları kesmeyiniz; koyun, sığır ve develeri -yiyeceğiniz hâriç- kesmeyiniz! Manastırlara kapanıp kendilerini ibadete vermiş kimselerle karşılaşacaksınız, onları ibadetleriyle baş başa bırakınız…”[4]

Dipnotlar:

[1] Müslim, Îmân, 58. [2] Ebû Dâvûd, Menasık, 96; M. Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 500; a.mlf., el-Vesâik, s. 236-238, 240. [3] Belazurî, Fütûhu’l-büldân, s. 17; İbrahim Canan, İslam ve Çevre Sağlığı, İstanbul 1987, s. 59-60. [4] Taberî, Târih, Beyrut 1387, III, 226-227; Ali el-Müttakî, Kenz, no: 30268. Krş. Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 85; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, Beyrut 1987, II, 200.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM DİNİNİN ÇEVREYE VERDİĞİ ÖNEM NEDİR?

İslam Dininin Çevreye Verdiği Önem Nedir?

ÇEVRE İLE İLGİLİ HADİSLER

Çevre ile İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Ödevime çok yardımcı oldu

    Ben Çok beğendim ödevimde yardımcı oldu

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.