Doğusundan Batısına Dünya Neden Ayaklandı?

Doğusundan Batısına Dünya Neden Ayaklandı? Gösterilerin ardında kimler var? Dış güçler mi, iç dinamikler mi? 10 yılın ardından yeniden esmeye başlayan değişim rüzgârları ve beklentiler neler? Lübnan ve Irak halklarının isyanının ortak noktaları neler? Küresel ve bölgesel aktörlerin Ortadoğu’daki son gösterilerdeki payı ne? Dünya gündeminden notlar...

Güney Amerika ülkelerinden Asya’ya, oradan Ortadoğu’ya, dünyanın birçok ülkesinin sokakları bir müddettir fokur fokur kaynıyor. Kimi ülkelerde aylardır devam eden gösteriler, ülke yönetimlerini, rejimleri derinden sarsıyor.

Doğusundan Batısına dünyanın birçok ülkesindeki bu yüksek tansiyonun sebebi ne peki? “Dış güçler”in oyunu mu, yoksa iç dinamiklerin harekete geçmesi mi? Yoksa her ikisinin de etkisi var mı sokakların hareketliliğinde?

Büyük ekonomik buhran diye tanımlamak belki kimileri için abartı olabilir ama küresel çapta ciddi bir ekonomik sıkıntı yaşandığı bir vakıa. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne göre son dönemde dünyanın birçok ülkesindeki protestoların ortak birçok paydası var; ‘Özellikle sosyo-ekonomik şartlar başta olmak üzere yolsuzluk, eşitsizlik, zengin ile fakir arasındaki uçurumun her geçen derinleşmesi bu ortak paydalardan bir kaçı olarak sıralanıyor.

Küresel çaptaki gelir adaletsizliğine ilişkin yayınlanan raporlar da BM İnsan Hakları Komiserliği’nin, dünyanın birçok bölgesindeki gösterilerin ortak noktasına ilişkin yaptığı tespiti doğruluyor önemli ölçüde.

2018 Küresel Adaletsizlik ve Eşitsizlik Raporu’na göre dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığı, dünya nüfusunun %50’sine tekabül eden 3,6 milyar insanla eşit. En zengin 10 ülkenin geliri de en fakir 10 ülke gelirinin tam 77 katı. Yardım kuruluşu Oxfam’ın verilerine göre ise küresel servetin yüzde 82’lik bölümü en zengin yüzde 1’lik kesimin cebine gidiyor.

 GÖSTERİLERİN ARDINDA KİMLER VAR? DIŞ GÜÇLER Mİ, İÇ DİNAMİKLER Mİ?

Küresel gelir adaletsizliğini ortaya çıkartan idari sebepler dünyadaki protesto gösterilerinin ortak noktası olmasına mukabil her bir ülkenin kendine has özel nedenleri de var kuşkusuz.

Biz, bu makalede Sudan ile başlayıp Cezayir ile devam eden, ardından Irak ve Lübnan’a sıçrayan son olarak da İran’ı kasıp kavuran Ortadoğu’daki protestoların nedenlerini sorgulamak istiyoruz. Bu protestolarda iç dinamiklerin payı ne, dış güçlerin entrikalarının etkisi ne? “Bu hareketlilik, bu yeni değişim dalgası bölgeyi nasıl etkileyecek?” Bu soruların cevaplarını bulmaya çalışacağız…

 Sonuçsuz kalan, hatta birçok ülkeyi kan gölüne döndüren Arap Baharı’nın sebepleri analiz edilirken, halkları sokağa döken sebepler şöyle sıralanıyordu; Despot yönetimlerin hukuksuzlukları, siyasal baskılar, ülke imkânlarının askerler ve hesap vermeyen belli bir kesim tarafından kullanılması, yolsuzluk, işsizlik, hayat pahalılığı, kamu hizmetlerinin yetersizliği...

Sokakları harekete geçirenlerin başında yine işsiz gençler, despot yönetimlerin zulüm ve baskılarından bunalmış insanlar vardı. Halklar, onlarca yıldır devam eden, hayatlarını cehenneme döndüren despotik yönetimleri sonlandırabileceklerini düşünmüşlerdi, ama çıkarları bu çarpık düzenin sürmesinden yana olan, Ortadoğu’nun en iyi, diktatörlerle idare edileceğini düşünen tarafların desteğiyle, halkların bu çarpık düzeni değiştirme hayali gerçekleşmedi. Devrim, Batı/Körfez destekli despotizmin duvarına çarptı. Statüko, Arap halklarının kurduğu devrim hayalinin üzerinden buldozer gibi geçti velhasıl…

 10 YILIN ARDINDAN YENİDEN ESMEYE BAŞLAYAN DEĞİŞİM RÜZGÂRLARI VE BEKLENTİLER

18 Aralık 2010 tarihinden yani Tunus’ta başlayan ve dalga dalga diğer Arap ülkelerini de saran protestoların üzerinden tam 10 yıl geçti. O günden bu yana Ortadoğu’da pek çok şey değişti. Ama bu değişim, olumlu anlamda bir değişim olmadı.

Arap Baharı öncesi halkların isyan ettikleri şeyler, şikâyet edilen hususlar katbekat artmış durumda. Hüsnü Mübarek döneminin baskılarından, yolsuzluğundan şikâyet eden Mısır halkı bugün o ıstırap dolu günleri dahi arar durumda. Çünkü çok daha baskı ve zulüm altındalar,  ekonomik hayatları çok daha berbat durumda. Mısırlı genç işsizlerin sayısı çok daha fazlalaşmış bulunuyor. Suriye’nin, Libya’nın, Yemen’in durumunu anlatmaya bilmem gerek var mı?

Arap Baharı’nın üzerinden geçen 10 yılın ardından Lübnan, Irak ve İran sokakları bir müddettir yeniden hareketlendi. Protesto gösterileri bu ülkelerin başkentlerini hatta birçok şehirlerini haftalardır kasıp kavuruyor. Arap Baharının ilk günlerinde yaşananlara benzer görüntüler yansıyor söz konusu ülkelerden. Protesto gösterilerinin en ön saflarında yine işsiz gençler var. Yolsuzluğa, hayat pahalılığına, egemen seçkinlerin, siyasilerin şatafatlı hayatlarına, liyakatsiz liderlere isyan ediyorlar. Sorunlarına çözüm üretmeyen sistemi protesto ediyorlar.

Gündemdeki soru şu; ikinci Arap Baharı, ya da ikinci Pers Baharı şeklinde tanımlanan, bu yeni isyan hareketinin sonu ne olacak? Birincisinin sonu gibi hüsranla mı bitecek yoksa bu sefer daha farklı mı olacak? Bu sorular çerçevesinde son dönemde çokça konuşulan Lübnan, Irak ve İran’daki protesto gösterilerine biraz daha yakından bakalım.

 LÜBNAN VE IRAK HALKLARININ İSYANININ ORTAK NOKTALARI

Lübnan’da 17 Ekim’de Whatsapp ve benzeri, internet üzerinden telefon görüşmelerine vergi getirilmesi, Lübnan halkının sokaklara inmesinin sebebi olarak gösterildi. Ancak farklı din, mezhep ve etnik gruptan binlerce Lübnanlının toplandığı gösterilerde Lübnanlı bir protestocunun; “Biz sadece Whatsapp için burada değiliz, her şey için buradayız”  dediği gibi Lübnan halkının sokağa inmelerinin birden fazla sebebi vardı. Lübnan’da devlet yok!” sloganıyla egemen seçkinleri hedef alan Lübnanlılar, ülkenin kimlik eksenli parçalanmışlığının, mezhebi kotalara göre belirlenmiş yönetim biçiminin neden olduğu sisteme isyan ediyorlardı. Bu yüzden din ve mezhep farkı gözetmeden tüm Lübnanlılar, sadece elit sınıfı zenginleştiren bu düzene “yeter artık” diyorlardı.

-Lübnan gibi farklı etnik ve mezhebi kimliğiyle ön plana çıkan Irak’taki gösterilerde de Sünnisiyle Şiisiyle Irak halkının isyanının özünde hayat şartlarının her geçen gün zorlaşması, yolsuzluk gibi daha çok ekonomi odaklı sebepler vardı. Iraklıların şikâyetlerinin temelinde de hükümet atamalarının liyakat yerine mezhepsel veya etnik kotalara göre yapılması vardı. Bu sistem sayesinde siyasetçilerin kamu imkânlarını kullanarak kendilerini ve yakınlarını zengin etmesine, sıradan Irak halkının bundan hiçbir pay almamasına isyan ediyorlardı...

Lübnan ve Irak’taki gösterilerin bir diğer ortak noktası; İran’a yönelik öfke… Her iki ülke de Ortadoğu’da İran’ın en etkin olduğu ülkelerin başında geliyor. Şiisiyle Sünnisiyle Lübnanlıların da Iraklıların da çok büyük bir kesimi ülkelerinin bu hale gelmesinde en çok İran’ı sorumlu tutuyor. Çünkü her ikisinde de kendi yöneticilerinin değil, Hamaney rejiminin sözünün geçtiğine inanılıyor. Hani haksız da değiller. Bu hâkimiyet İran’da çok daha baskın durumda. Irak Şiileri bile, İran’ın ülkelerini bu denli kontrol etmesinden inanılmaz rahatsızlar. Bağdat yönetiminin, Iraklıların çıkarları yerine Tahran’ın çıkarlarına öncelik vermesine isyan ediyorlar. Iraklı protestocuların, Bağdat yönetiminden neredeyse daha yetkili hale gelen Şii milis güçlere ait büroları yakmaları da bunun en iyi delili olarak gösteriliyor.

 DEVRİMDEN BU YANA İRAN EN CİDDİ SINAMAYLA KARŞI KARŞIYA

Lübnan ve Irak’taki protestoların hedefindeki ülke olan Tahran yönetiminin kendi vatandaşlarının hedefi haline gelmesi ise açıkçası çok da sürpriz oldu denemez. Çünkü İran halkı da petrol denizi üzerinde yüzmelerine rağmen ekonomik anlamda uzun zamandır çok zor günler yaşıyor. ABD’nin bir müddettir, hedef haline getirdiği ülkelere karşı en etkili silah olarak kullandığı “ekonomik yaptırımlar” İran ekonomisine çok büyük darbe vurdu. İşte bu dönemde İran’da devlet tarafından sübvanse edilen benzinin litresini bin tümenden (50 kuruş) bin 500 tümene (75 kuruş) yükseltilmesi, İran halkının sokaklara inmesinin en önemli gerekçesi olarak ön plana çıkartıldı.

 Ancak İran halkı artık çekilmez hale gelen ekonomik sorunların müsebbibi olarak sadece ABD’yi görmüyor. Suriye’den Yemen’e vekâlet savaşlarının finansmanı için kesenin ağzını açarak milyon dolarlar harcayan kendi yönetimlerini de sorumlu tutuyorlar ekonominin baş aşağıya gitmesinden. Yani Tahran yönetimi hem nüfuz alanını genişlettiği Lübnan ve Irak’ta, hem de kendi ülkesinde her üç ülkenin çok büyük bir kesimi tarafından, ekonomik çöküşün, çürümüşlüğün sorumlusu olarak görülüyor.

Bu arada yazımızı kaleme aldığımız günlerde İran’da başkent Tahran başta olmak üzere Şiraz, İsfahan, Ahvaz, Tebriz, Meşhed, Bircend ve Urumiye gibi büyük kentlerde başlayan gösteriler 30’dan fazla şehre sıçramıştı. Göstericiler banka şubelerini, kamu binalarını ve güvenlik güçlerine ait araçları yakıp, yıkarlarken, İran güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle sokaklarda oluk oluk kan akıyordu.

 KÜRESEL VE BÖLGESEL AKTÖRLERİN ORTADOĞU’DAKİ SON GÖSTERİLERDEKİ PAYI NE?

İran yönetimi gerek kendi ülkesinde yaşananların, gerekse Irak ve Lübnan’daki protesto gösterilerinin arkasında dış güçlerin olduğunu, onların başında da ABD’nin ve Suudi Arabistan’ın geldiğini ileri sürüyor. İsrail’e karşı “direniş hattının ön cephesi” olarak lanse ettikleri Irak ve Lübnan’da, İran’ın etkisinin kırılmaya çalışıldığını ileri sürüyorlar.

ABD/İsrail ve Suudi Arabistan’ın, bölgede artan İran’ın nüfuzunun önüne geçmeye çalıştığı bir sır değil. Onlar da zaten gizlemiyorlar bunu. İran’daki protestoların arkasında ABD’nin parmağının olduğunu tahmin etmek hiç kimse için zor olmasa gerek.

Ortadoğu’da, özellikle de Lübnan ve Irak’taki gösterilerde dış güçlerin etkisi bağlamında başka ne gibi argümanlar dillendiriliyor peki?

Bu noktada, Irak merkezi yönetiminin zayıflatılarak Kuzey Irak’taki devletimsi yapının daha da güçlendirilmeye çalışıldığı iddiası dikkat çeken değerlendirmeler arasında.

Yine, Çin’in Kuşak ve Yol projesindeki ortağı ve önemli rotası İran’ın Batı Asya’daki etkisinin kırılmaya çalışıldığı yönündeki iddiada dikkat çeken bir başka değerlendirme.

 ORTADOĞU’DAKİ DEĞİŞİM DALGASI GERÇEKTEN BİR DEĞİŞİMİ GETİREBİLECEK Mİ?

Toparlarsak, Ortadoğu halklarının isyan etmelerini haklı kılan pek çok neden var. Ekonomik ve siyasal anlamda tam bir sefaleti, çöküşü yaşıyorlar. Bu acı tablonun ortaya çıkmasının en önemli nedeni de bölge halklarına rağmen iktidarlarını sürdüren despotik rejimler. Bu rejimleri ayakta tutarak bölge insanlarının refahına hizmet etmesi gereken ülke kaynaklarını sömüren emperyalist çevreler.

Protesto gösterileriyle Ortadoğu’da yeniden esmeye başlayan değişim rüzgârı Ortadoğu halklarının bu makûs talihini değiştirebilir mi peki? Hem İran’da hem de diğer ülkelerdeki statükoyu değiştirmek mevcut konjonktürde açıkçası çok zor gözüküyor. Suriye halkının değişim talebinin önüne geçen, gönderdiği katil Şebbihalarıyla Esed’in imdadına koşan İran rejiminin, devriminden bu yana karşı karşıya olduğu bu en ciddi sınama karşısında kendi halkına merhamet göstereceğini beklemek oldukça iyimserlik olur.

Velhasıl küresel ve bölgesel birçok aktörün hesap kitap yaptığı, vekâlet savaşlarıyla müdahil oldukları bu coğrafyaya arzu edilen huzurun, düzenin, istikrarın gelmesi konusunda çok da umutlu olunacak bir durum yok gibi gözüküyor, en azından kısa vadede... Irak’taki gösterilerde açılan bir pankart Irak özelindeki durumu tasvir etse de tüm Ortadoğu halklarının içinde bulunduğu açması özetliyor aslında.

Şöyle yazıyordu söz konusu pankartta:

Irak için en iyi çözüm; Şii bir başbakan tayin edilsin, ama babası Sünni, annesi Hıristiyan olsun. Bir Kürtle evli ve İran doğumlu olsun. Suudi Arabistan’da eğitim alsın ve Amerikan pasaportu taşısın. Geceleri içsin, gündüzleri namazını kılsın.”

Ortadoğu’nun sorunlarının çözümü, pankarttaki önermenin gerçekleşme ihtimali kadar uzakta gözüküyor ne yazık ki.

Onca yeraltı zenginliklerine rağmen Arap dünyasında günde 1.9 dolar gelirle yaşamaya çalışan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Mesela Mısır nüfusunun %32 yani tam 30 milyon insan açlık sınırında hayata tutunmaya çalışıyor.

Kaynak: Altınoluk Dergisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.