Dostluk İkramları
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi bu haftaki sohbetlerinde "Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin" Âyteti'nin tecelli edeceği 3 yeri anlatıyor.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin aziz, latîf, mübârek, pâk rûh-i tayyibelerine; ehl-i beytin, ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtının, cümlemizin geçmişlerinin rûh-i şerîflerine; yavrularımızın, bütün evlâtlarımızın iki cihan saadetine nâil olması niyâzıyla, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs…
Muhterem Kardeşlerimiz!
İlk âyetler, Fussilet Sûresiʼnin 30. âyetinin aşağısına doğru okundu, secde âyetine kadar. Burada Cenâb-ı Hak dostlarına olan ikramını bildiriyor.
Bir imtihan dünyası içindeyiz. Cenâb-ı Hakʼla dost olabilmek… İbadetle, ahlâkla, muâmelâtla, en başta akâidle dost olabilenlerin durumunu bildiriyor:
“Şüphesiz, Rabbimiz Allahʼtır deyip…”
Yani Allah rızasıyla istikâmetlenenler,
ثُمَّ اسْتَقَامُوا; Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin nûrânî yolu üzerinde, ibadet, muâmelât, ahlâk, Oʼnun izi üzerinde yürüyenler, o rûhânî dokudan hisse alanlar;
“…Onlara melekler iner (buyruluyor); «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)
Tefsirlerde (bildirildiği üzere) bu üç yerde vâkî olacak:
Birincisi; son nefes…
Son nefes, çok mühim bir hâdise. Bir sefere mahsus son nefes. Tekrârı yok. Cenâb-ı Hak; -esteîzü billâh-:
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
buyuruyor.
“Ey îmân edenler! Allahʼtan (Oʼnun azamet-i ilâhiyyesine, Oʼnun sonsuz gücüne, kuvvetine) yaraşır şekilde takvâ sahibi olun, ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor. “Sakın başka türlü ölmeyin!” O da bir sefere mahsus.
Cenâb-ı Hak bizim bir son nefesimizi bildiriyor. Tabi son nefes bir sefere mahsus. Nasıl bir bardağın içindeki bütün damlalar o bardağı doldurur, son nefeste de o damla taşacak, bitecek. O damlalar ne kadar bardak berraksa o kadar bir -elhamdülillâh- huzurlu bir ölüm olacak.
Yine Cenâb-ı Hak:
“…Siz Allâhʼa yardım ederseniz (yani Allâhʼın dînini yaşarsanız, yaşatırsanız) Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyruluyor.
Burada Cenâb-ı Hak büyük bir mükâfâtı bildiriyor:
“Şüphesiz Rabbimiz Allahʼtır deyip sonra (ثُمَّ اسْتَقَامُوا), Allah Rasûlüʼnün izinde yürüyenler için melekler iner; «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)
Bu üç yerde vâkî olacak. Birincisi son nefeste. Zaten insanın en çok yardıma muhtaç olduğu zaman son nefes.
Bahâüddîn Nakşibend Hazretleriʼni bir zât rüyada görüyor evliyâullahtan. Diyor:
“–Ne tavsiye edersiniz bize dünya hayatında?”
Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri de:
“–Son nefesinizin nasıl olmasını arzu ediyorsanız o şekilde istikâmetlenin.” buyuruyor.
İkincisi; kabir hayatı…
Bir hâlden bir hâle geçiş. Ayrı bir dünyaya çıkış. Değişik bir dünya. Bedenden sıyrılıp, bu beden elbisesinden, başka bir âlemde kıyamete kadar hayatımızın devam etmesi. Büyük bir veda ânı. Bütün dünyevî irtibatların kesilmesi. Orada da melekler inecek:
“…Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin diyecekler.” (Fussilet, 30)
Üçüncüsü:
لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ (“Kıyamet gününe yemin ederim.” [el-Kıyâme, 1])
En zor -insan başından geçecek- hâdise, kıyamet günü. En zor an. Cenâb-ı Hak kıyâmet gününde,
لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ
Yoğunlaşın, buyuruyor. Yani tefekkürünüzü orada yoğunlaştırın, “kıyamet”te. Orada da melekler inecekler yine:
“…Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin diyecekler.” (Fussilet, 30)
Bu nasıl olacak? Bu, cemâlî sıfatlar kalpte tecellî edecek. Cemâlî sıfatlar tecellî edecek. Nefsânî arzulardan kul, bertaraf edecek onu.
Yine bu, Cenâb-ı Hak böyle bir… Melekler yine diyecekler ki:
“Biz dünya hayatında da sizinle beraberdik, -o güzel amelleri işlerken- yine bundan sonraki âhirette de sizin dostlarınızız.” diyecekler. Bir de müjde verecekler:
“Gafur ve rahîm olan Allah, size içinde canlarınızın çektiği her şey, o cennette var.” Melekler yine bir böyle şey verecekler müjde. (Bkz. Fussilet, 31-32)
Cenâb-ı Hak, bu Allah dostlarının bir vasfını bildiriyor:
“…İnsanları Allâhʼa dâvet eden…” (Fussilet, 33)
Neyle? Kur’ân ve Sünnetʼle davet eden. Yaşayacak, rûhâniyetle dolacak gönül âlemi, bu şekilde davet edecek.
Kur’ân ile Sünnet ile “…Allâhʼa davet eden, amel-i sâlihler işleyen…” (Fussilet, 33) Amel-i sâlihlerle rûhâniyet artacak. Bir şahsiyet ve karakter meydana gelecek. İslâm şahsiyeti ve İslâm karakteri.
“…Ben müslümanlardanım diyenden kimin sözü daha doğrudur.” (Fussilet, 33) buyruluyor.
Velhâsıl, hayatın en zor safhalarında dahî İslâmʼı yaşayabilmek… Hakkʼın rızâsını kazanabilmek için şu dünya hayatı büyük bir fırsat. Yani zor zamanlarda da yine bunu kul düşünecek ki; “–Bu -inşâallah- benim âhiret saâdetim olacak…”
Yine Cenâb-ı Hak bir ahlâkî vasfa geçiyor: Nasıl bir ahlâkî vasıf, oradan bir misal veriyor:
“İyilikle kötülük bir olmaz…” (Fussilet, 34) buyuruyor.
“…Sen kötülüğü en güzel şekilde önle…” (Fussilet, 34)
Sana kötülük yapana, en güzel şekilde onu bertaraf et. Aynı Yusuf -aleyhisselâm-ʼın bertaraf ettiği gibi. Efendimizʼin bertaraf ettiği gibi. Neyle? Onlara iyilik yapmakla, sana kötülük yapanlara. Yusuf -aleyhisselâm- o şekilde yaptı. Âyet-i kerîme(ler)de (bildirildiği üzere); kardeşleri onu kuyuya attılar, öldürmek istediler. Bir haset, başka bir şey değil. “Babamızın teveccühü ona doğru gidiyor, halbuki o bizim hakkımızdır.” diye bir haset. Kuyuya attılar. Mısır veziri oldu Yûsuf -aleyhisselâm-. Kardeşlerine hiç kendini belli etmedi.
“–Niçin bana böyle yaptınız, niçin bu ihanette bulundunuz, babamı niçin böyle bir müşkül durumda bıraktınız?” demedi. Devamlı ikram etti. Onlar da sonunda dediler ki:
“‒Sen Yusufʼsun.” dediler. “Sen Yusufʼsun.” dediler. “Allah seni hakîkaten bizden üstün yaratmış.” dediler.
Yusuf -aleyhisselâm- da dedi ki:
“–Eskileri başa kakma yok.” dedi. Onların yaptıklarının, onları mahcup etmemek için üstüne bir şal attı. Kendisinin onların hakkını affettiğini, fakat Allâhʼın da affetmesi lâzım, onlara dua etti, yol gösterdi:
“‒Allah mağfiret sahibidir, O merhametlilerin en merhametlisidir.” buyurdu. Sonra; “Aramıza o zaman şeytan girdi.” buyurdu. (Bkz. Yûsuf, 90-92)
Cenâb-ı Hak bizim de bu ahlâk üzere olmamızı (istiyor)…
Aynı, -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de öyle. Mekke Fethi, tam böyle, yirmi senenin kısâsının yapılacağı bir zamandı. Efendimiz:
“–Af!” buyurdu. Onlar da:
“–Muhteşem kardeş!” dediler.
Velhâsıl:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sana candan bir dost olur.” (Fussilet, 34) buyruluyor.
Tabi bu, zor iş. Zor iş olduğu için Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
“Buna, bu güzel davranışa, ancak sabredenler kavuşturulur…” (Fussilet, 35)
فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
(“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” [el-İnşirah, 5-6])
Demek ki her sabırdan sonra, her tahammülden sonra, her zorluktan sonra Cenâb-ı Hak kolaylık veriyor. Dünya hayatı da bu…
Bir müslüman, ölümle selâmete erecek.
Yine Cenâb-ı Hak muhtelif âyetler, benzer âyetler… Son âyette:
“Eğer şeytandan gelen bir düşünce, bir tahrik seni tahrik edecek olursa hemen « فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ » Cenâb-ı Hakkʼa sığın. Çünkü O işitendir ve bilendir.” (Fussilet, 36)
Cenâb-ı Hak burada da bizden, tahammülü zor olan şeyler hakkında, bizden Cenâb-ı Hak sabır istiyor. Cenâb-ı Hakkʼa ilticâ etmemizi istiyor.
Ondan sonra okunan Veşşemsi Sûresiʼnde de Cenâb-ı Hak, 7 yeminle geliyor. Cenâb-ı Hak bâzı âyetlerde 1 yemin, 2 yemin, 3 yemin, 4 yemin… Yani o, yoğunlaşmak o âyet üzerinde...
Burada Cenâb-ı Hak, Veşşemsiʼde 7 yeminle geliyor. 7 tane ilâhî azamet tecellîsi bildiriyor. Ondan sonra iç dünyasını insanın bildiriyor:
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا
(“(Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene (yemin ederim ki).” [eş-Şems, 8])
İçimizin bir harp meydanı olduğunu… Bir taraftan nefsânî arzular, bir câzibe var çekiyor, bir taraftan takvâ hayatı… Takvâ ile fücur hayatının bir kavgası oluyor.
İşte burada en mühim; nefsânî arzular bertaraf edilecek, rûhânî istîdatlar inkişâf ettirilecek, ilâhî kameranın altında olduğumuzun, kalp, bir idrak ve şuur hâline gelecek.
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“Nereye gitseniz, Allah sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4)
Kalpte bunun şuuru meydana gelecek. Kalp, ilâhî kameranın altında olduğunu, bunu idrâk içinde olacak.
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا
(“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])
Duygular temizlenecek. Hissiyat temizlenecek. Bu şekilde kul Cenâb-ı Hakʼla dost olacak. Güzel bir kul olacak. İşte bu, demin okunan âyetteki; “…Melekler inecek; «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» diyecekler.” (Fussilet, 30)
Efendim, bu cihan, bir imtihan dünyası içindeyiz. Hem de med-cezirlerle dolu. Zaman zaman hafif, zaman zaman çok ağır imtihanlarla dolu durumdayız. Cenâb-ı Hak bu dünyayı imtihan mekânı olarak yarattı. İnsana âit bütün ihtiyaçları Cenâb-ı Hak fazlasıyla halketti. Ondan sonra insan dünyaya getirildi. Âdem -aleyhisselâm-ʼla Havvâ -aleyhesselâm- dünyaya getirildi. Artık dünyada insanın macerası başladı bu dershânede. Bu son insana kadar devam edecek. Son insandan sonra bütün cihan infilâk edecek. Yeni baştan ayrı bir âleme girilecek.
Cenâb-ı Hak bu kâinâtı rahmet tecellîleri içinde halketti. Yeryüzü ayrı bir rahmet. Çiçekler bizim için. Sebzeler, meyveler bizim için. Yediğimiz, içtiğimiz, etinden sütünden istifade ettiğimiz hayvanlar bizim için.
Cenâb-ı Hak yeryüzünü bir rahmet olarak tecellî ettirdi. Su bir rahmet. Cenâb-ı Hak hep gökyüzünden, yağmurdan bahseder. Bir yağmuru tefekkür etmekten bahseder. Yağmur bizim için bir rahmet. Bütün hayat onunla.
Güneş bir rahmet. Gökyüzü, hava, atmosfer, oksijeniyle, azotuyla, o büyüklüğü… Hiç değişmiyor. Her şeyiyle ilâhî bir rahmet. Güneş ayrı bir rahmet, Ay ayrı bir rahmet. Cenâb-ı Hak şu dünyayı imtihana ait bir rahmet olarak halketti.
Onun için Muhyiddin Arabî Hazretleri:
“Şu âlemi seyret.” der onun için.
“Allah sana bu âlemi rahmet olarak halketti. Sen de Allâhʼın kullarına şefkat ve merhametle muâmele et. Ve merhametini bütün mahlûkâta, canlı ve cansız her şeye teşmil et. Sakın ola ki cansız varlıklara; bu ottur, bunun faydası yoktur, bu taştır deme (diyor). Onların, senin idrâkinin dışında, onları Cenâb-ı Hak halkettiğine göre, bunların uzun uzun faydaları vardır senin idrâkinin dışında. Onun için sen iyi davran (diyor). Onları (diyor) hâli üzere bırak (diyor). Yaratıcıʼnın merhametiyle ona merhamet et.” diyor.
Velhâsıl, baştan, insan hiçbir şeyi, hiçbir varlığı abes görmeyecek.
“Biz abes yaratmadık...” buyruluyor. (Bkz. el-Müʼminûn, 115)
Her şey bir gâye, bir hikmet, sırlar, esrâr, vs. vs. idrâkimizin ötesinde…