Dr. Esra Karataş Hoca Hanım İle Mülakat

Altınoluk dergisi yazarı Halime Demireşik'in, Kasım 2022 sayısında Dr. Esra Karataş Hoca Hanım ile gerçekleştirdiği mülakatı istifadenize sunuyoruz.

Rûhu Medîne-i Münevvere’de mücâvir, Türkiye’de muhâcir gibi… Beş-altı yaşından beri Medîne’de yaşamış olan Dr. Esra Karataş Hocahanım ile tanışacağız bu ay…

Hizmetli, muhabbetli, gönül ehli hocamızın ibretlerle dolu hayatında sabır, şükür ve hâle rızânın bir gönle sağanak sağanak nasıl yağdığına şâhit olacağız.

Medîne’de aşkla yaşamanın, müslümanca ilim almanın, en önemlisi de sâliha bir hanım olmanın canlı bir timsâli olan hocamızın şahsında, bu röportajımızın, özellikle engelli çocukları olan annelere güzel bir numûne teşkil edeceğine inanıyorum.

Öyleyse hayır ve hidâyetlere vesîle olması niyâzıyla… Haydi, buyrun…

Kıymetli Esra Karataş Hocam, sizi tanıyabilir miyiz? Ailece Arabistan’a gidişinizden ve oradaki eğitim hayatınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

الرَّحِيمِ الرَّحْمٰنِ اللّٰهِ بِسْمِ

وَالْمُرْسَلِينَ الْأَنْبِيَاءِ أشْرَفِ عَلٰى وَالسَّلٰامُ وَالصَّلٰاةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّٰهِ اَلْحَمْدُ

                    نَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى ٲٰلِهٖ وَصَحْبِهٖ أجْمَعٖينَ * أمَّا بَعْدُ ... 

Halime Hocam, babam, Yozgat’ın Kadışehri İlçesi’ne bağlı Kıylı Köyü’nde dünyaya gelmiş. Küçük yaşta bir çocukken, köylerinde İlyas Hoca diye çok kıymetli bir hocaefendi varmış. Bu hoca, bütün köylüler tarafından çok sevilen ve saygı duyulan, hâl ehli bir zâtmış. (Babam, bu hocaya hürmeten ilk erkek çocuğuna İlyas adını verdi. Köyde birçok çocuğun ismi de bu sebeple İlyas’tır.)

O yıllar Türkiye’de dînî eğitim almanın yasak olduğu yıllar olduğu için, İlyas Hoca, köyde gizlice Kur’ân öğrettiği on iki çocuğu, ailelerinden izin alıp Suriye’ye götürmüş. Burada bir medreseye yatılı olarak bırakıp geri gelmiş. Babam, bu vesîleyle Suriye’ye gidip orada ortaokul ve liseyi bitiriyor.

Babam lise eğitimini tamamladıktan sonra, hocalarının ve arkadaşlarının teşvikiyle Mısır’a üniversite okumak için gidiyor. Dört arkadaşı ile birlikte Mısır Ezher Üniversitesi’ne kayıtlarını yaptırıyorlar. Babam Ezher Üniversitesi’nde dört yıl İslâm Hukuku üzerine okuyor. Daha sonra yüksek lisansa başlıyor. Ama maddî imkânsızlıklar sebebiyle o yıl burs da bulamadığı için yüksek lisansını tamamlayamadan geri dönmek zorunda kalıyor.

Türkiye’ye geldiğinde yirmi yedi yaşlarındaymış. Ailesi, babamı evlendirmek için, babam Mısır’dan gelmeden harekete geçmişler. Annem, yan köyün kızı… Babaannem, annemi görmüş, beğenmiş, oğluna münasip görmüş. Gitmiş, istemişler. Ama babam ortada yok. Hattâ evlendirildiğinden haberi bile yokmuş. Annemin babası:

“-Ezher’de okuyorsa, dindar ve iyi bir insandır!” diyerek babamı görmeden kızını veriyor.

Annem, babamı fotoğraftan görüyor. Babama da annemin fotoğrafını gönderiyorlar. Aile büyükleri uygun gördüğü için, annem de babam da “Tamam!” diyorlar. Babam Türkiye’ye gelince nikâh-düğün işleri oluyor ve evleniyorlar.

Babam, daha sonra İmam Hatipler açıldığı yıllar olduğu için oralarda Arapça öğretmenliğine başlıyor. Sağ-sol kavgaları ortaya çıkınca, öğretmenliğe ara verip askere gidiyor. Askerliği Erzurum’a çıkmış. Annemi de alıp askere gidiyor. Lojmanda kalıyorlar. Babam sabah gidip akşam evine geliyor.

Ben, babamın askerlik yaptığı Erzurum’da dünyaya gelmişim. Babam askerliğini bitirince bizi köye bırakıyor. Kendisi çalışmak için Suudî Arabistan’a gidiyor. Bir şirket, tercüman arıyormuş. Maksadı biraz para kazanıp ailesini yanına almak; bize umre ve hac yaptırmak, sonra da Türkiye’ye geri dönmekmiş. Babam Arabistan’a gittiği sıralarda, biz üç kardeşmişiz. Babam gittikten bir sene sonra bizi yanına aldı. O sıralarda ben altı yaşlarındaydım. Bir seneliğine gittik, ama sonra tamamen yerleştik.

Hocam, Arabistan’da eğitim hayatınız nasıl başladı?

Arabistan’da iki türlü eğitim var. Birinci eğitim şekli, “Tahfîzu’l-Kur’ân”… Bu okullar bizdeki İmam Hatip okulları gibi. Normal eğitimin yanında Kur’ân-ı Kerîm ağırlıklı...

Bir de normal okul eğitimi veren okullar var. Babam beni normal bir okula yazdırdı. Ben birinci sınıfı böyle bir okulda okudum. Benim için çok zor bir seneydi. Çünkü hiç Arapça bilmiyordum. Babam geç vakitlere kadar çalıştığı için bana yardımcı olamıyordu. Annem zaten Arapça bilmiyordu. Ama şükür Rabbime, zor da olsa o yılı bitirmek nasip oldu.

O senenin tatil döneminde bir Türk âile ile tanıştık. Onların kızları “Tahfîzu’l-Kur’ân” okullarında okuyordu. Benim de orada okumamı tavsiye ettiler. İkinci sınıfa da Tahfîzu’l-Kur’ân’da devam edecektim. Babam, kayıt için okulun müdürüne bir mektup yazdı. Annem götürdü. (Arabistan’da ilkokuldan itibaren kız-erkek ayrı okullarda okur. Okulun bütün çalışanları da bayan öğretmenlerdir.)

Müdîre hanım da cevap yazıp gönderdi:

“Kızınızın Tahfîzu’l-Kur’ân’da okuması için birinci sınıfın ezberlerini yapması ve bu sûrelerin sınavından geçmesi gerekiyor.” diye…

İki haftada bu sûreleri ezberlersem, ancak ikinci sınıfa beni alacaklardı. Ben henüz Kur’ân-ı Kerîm’i doğru düzgün bile okuyamıyordum. Babam Kur’ân sûrelerinin kasetlerini almıştı. Ben onlardan dinleyerek ezber yapıyordum. Komşularımız ezberlerimi dinlediler. Şükürler olsun, Allâh’ın yardımı ile sınavı geçtim ve ikinci sınıfa başladım.

Bu okullarda her sene belli sûreler ezber yaptırılır. Ortaokulu bitirdiğinizde hâfız olarak mezun olursunuz.

Hocam, bu ezberleri yaparken haslarınızı ne zaman yapıyordunuz?

Sene başlarında tatilden döndüğümüzde has yapılırdı. Tatilde kendimiz çalışır, haslarız. İlk hafta, hasladığımız bu sayfaları hocalarımıza verirdik. Liseye geçtiğimizde, her sene on cüz, on cüz sûre tekrarı, yani “haslama” yapardık. Bu şekilde liseyi de tamamlayınca, sıra üniversiteye gelmişti. Benim dönemimde üniversiteye yabancı öğrenci alma işlerini çok zorlaştırmışlardı.

Arabistan neden yabancı öğrenci alma işine sıcak bakmıyordu?

Arabistan’ın genel politikası böyledir, hocam. Ülkede yabancının olmasını ve çoğalmasını hiç istemezler. Ama elhamdülillah, ben “Tahfîzu’l-Kur’ân”ı bitirdiğim ve notlarım da yüksek olduğum için üniversiteye kabul edildim. Babamın yakın arkadaşı olan ve Arabistan’ın sayılı âlimlerinden kabul edilen Abdullah Cibriyn’in yazdığı tezkiye mektubu (referans) ile Prens Sultan’ın babam için kaleme aldığı başka bir tezkiye mektubu da işimizi çok kolaylaştırdı.

İmam Muhammed bin Suud Üniversitesi “Kısm-ı Şerîa”, yani İslâm Hukuku Fakültesi’nde okudum. Bir sınıfta yetmiş beş öğrenciydik. Hepimiz kız… Okulda hiç erkek olmazdı. Erkek hocalarımız da, online eğitimde olduğu gibi, bize ekrandan ders verirlerdi.

Düşünün, dünyanın yeni geldiği bu eğitim sistemini, biz o yıllarda görüyorduk. Bizim binamıza erkek hocalar da girmezdi. Yan binamızda olurlardı. Oradan online derse girerlerdi. Sınavlarda bile hoca ekrandan sadece bizim sesimizi duyardı. Görüntümüz ona gitmezdi. Erkek hocaların dersinde yanımızda “müşrüfe” (bayan sınıf öğretmeni, bunlar genelde idareci kimselerdi) olurdu. Yoklamayı o alır, ders boyunca sınıfın sükûnetinden o mes’ûl olurdu. Okulun erkek bekçisi bile bizim binamıza giremezdi.

Orada bu sistem bana şunu öğretti: İnsan istediği zaman şerîati yaşaması imkânsız değil, hattâ zor da değil! Hattâ doktora yaptığım sırada, hiç bayan hocamız yoktu. Hepsi erkekti. Ama hep ekrandan ders aldık. Bazı takvâ sahibi hocalarımız, kendi sûretini de göstermezdi. Ekranı duvara tutardı, sadece hocamızın sesini duyardık. Allah hepsinden râzı olsun! Çok güzel eğitim aldık. Üniversite hayatımız da böyle şerîate uygun bir şekilde ilimle dolu dolu geçti, elhamdülillah!

Son sınıfa geldiğimizde bir bayan hocamız bize:

“-Kızlar, içinizden yüksek lisans yapmak isteyen var mı?” diye sordu. Herkes parmak kaldırdı, ama ben kaldırmadım. Hoca:

“-Esra, senin de puanların çok yüksek. Sen neden yüksek lisans yapmayı düşünmüyorsun?” diye sordu. Ben de

“-Hocam, yabancılara yüksek lisans hususunda çok zorluk çıkarıyorlar. Ben başvursam da kabul etmezler zaten...” dedim.

Hocamız da:

“-Bence sen yine de denemelisin.” dedi.

Onun tavsiyesi beni cesaretlendirdi. Okulun son günlerinde bizim üniversite yüksek lisans başvurularını açtılar. Ben de yüksek lisans için evraklarımı hazırladım, başvuru için gittim. Ama yabancı olduğum için evraklarımı almadılar.

“-Biz yabancı öğrencileri almıyoruz.” dediler.

Ertesi hafta aynı hoca, derste:

“-Kızlar, kimlerin başvurusu kabul edildi?” diye sordu. Ben de:

“-Hocam, yabancı öğrenci olduğum için başvurum kabul edilmedi!” dedim. Bunun üzerine hoca:

“-Sen Kral Suud Üniversitesi’ne git!” dedi.

“-Hocam, Kral Suud Üniversitesi Arabistan’ın en kaliteli üniversitesi… Burası kabul etmediyse, orası nasıl kabul etsin?” dedim.

Babam beni ertesi gün Kral Suud Üniversitesi’ne götürdü. Gittiğimiz gün kaydın son günüymüş. İçeri girdim, başvuru için çok kişi bekliyor. O kadar kalabalık ki anlatamam. Evraklarımı götürdüm. Yine yabancıyım diye evraklarımı almadılar. Tam alt kata indim, binadan çıkacaktım ki, uzakta, lisedeyken Kur’ân-ı Kerîm dersimize giren bir hocayı gördüm. Yanına gittim, kendimi tanıttım, beni hatırladı.

“-Neden buradasın?” dedi.

“-Yüksek lisans için başvuruya geldim. Fakat yabancı olduğum için kabul edilmedim.” dedim. O da bana:

“-Sen kadınlarla uğraşma, onlar geri çevirir. Ben sana bir isim vereceğim. Erkek müdüriyetle baban irtibata geçsin!” dedi.

Verdiği isim de üniversitenin bölüm başkanının ismiymiş. Babam ertesi günü gitti, görüştü. Bölüm başkanı, babama:

“-Bir ay sonra kabul sınavlarımız başlayacak, ona katılsın. Sınavı başarı ile geçerse onu okula alırız.” demiş.

Sınav; tefsir, fıkıh, hadis ve mezheplerle ilgili farklı sahalardan yapılacaktı. Fakat nereden, nasıl bir soru gelir, hiçbir bilgim yoktu! Ben okul kitaplarımdan genel bir tekrar yaptım. Bir ay sonra sınavlara girdim. Sorular bir hayli zordu. Bir hafta sonu, kabul edildiğimi öğrendim. Sınava doksan kişi girmişti. Otuz kişi kabul edilmiş. Sonra ikinci sınav yapıldı. O da sadece Kur’ân-ı Kerîm ezberindendi. Yüksek lisansta beş cüz, doktorada ise on cüz ezberden sorumluyduk. Elhamdülillah, o sınavı da başarıyla tamamladık. Sıra mukâbele-i şahsiyye (mülâkât) sınavına girdik. Onu da geçtik elhamdülillah! Sınavların sonunda kabul alan sadece altı kişi kaldık. Yabancı olarak ben ve Mısırlı arkadaşım; dört kişi de Suudî idi. (Ben de bu hengâmeler esnasında evlenmiş, yüksek lisansa evli olarak başlamıştım.)

(Devam edecek)

Kaynak: Halime Demireşik, Altınoluk Dergisi, Kasım 2022, Sayı:441

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.