Duâ Adabı Nasıl Olmalı?

Mahmud Sami Ramazanoğlu "Dualar ve Zikirler" kitabında duâ etmenin adabını açıklıyor.

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’dan rivayete göre Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuşlardır ki: “Sakın sizden biriniz duâ ederken «Yâ Rabb, dilersen beni mağfiret eyle, dilersen bana merhamet eyle» demesin. İstediğini sağlamca ve kat’ıyyetle istesin. Çünkü Allah’ı şu veya bu işe zorlayabilecek hiçbir kudret yoktur.” (Buhâri, Deavât, 21)

Yine Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’dan rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuşlardır ki: “Sizden herhangi biriniz «Duâ ettim de kabul olunmadı» diyerek acele etmedikçe duâsı kabul olunur.” (Tirmizî, Deavât, 21)

Duâ eden duâsında ısrar etmeli, devam etmelidir. Her halde er veya geç müstecâb olur. Bir de dünyâda müstecâb olmasa bile kul bunu yine kendi lehine bilip Allah’tan ümidini kesmemelidir. Duâ büyük bir ibâdet olduğu için âhirette de bir ecir ve sevabı olur.

Ebû Musa el-Eş’arî -radıyallahu anh-’dan rivayete göre Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri Hayber Gazâsı’na giderken maiyyetinde bulunan ashâb-ı kiram bir vadiye vardıkta yüksek sesle tekbîr ve tehlîl ederek bağıra bağıra zikrullah etmeye başladılar. Rasûlullah -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- Hazretleri: “– Kendinize rıfk u merhamet ediniz. Zîra siz ne sağıra, ne de gâibe duâ ediyorsunuz. Ancak her şeyi hakkıyle işiten ve size sizden yakin olan Allah’a duâ ediyorsunuz. Ve Allahü Teâlâ Hazretleri siz nerede olursanız berâberinizdedir” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 131; Müslim, Zikir, 44) Yani; öyle kendinize bu derece bağırmakla zahmet vermenize hacet yoktur. Cenâb-ı Hakk’a nisbetle hafî ve cehrî yapılan zikir müsâvidir.

Ebû Musa diyor ki: O esnada ben, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretlerinin hayvanının arkasında Zât-ı risâletpenâhîleriyle birlikte beraberdim. Ve lisânımla لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِااللّٰهِ diyordum. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Hazretleri bana hitaben:

“– Ey Abdullah bin Kays” buyurdu. Ben de icabetle:

“– Lebbeyk yâ Rasûllallah” dedim. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretleri bana hitaben:

“– Ben sana cennet-i a’lânın hazînelerinden bir hazîneye delâlet edeyim mi?” buyurunca ben hemen:

“– Babam ve anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Evet irşâd ediniz” dedim. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretleri:

لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِااللّٰهِ

“Ma’sıyetten sakınmak ve tâat ve ibâdetlerde kuvvet ve kudret ancak Allah Teâlâ Hazretleri’nin tevfık-i Rabbâniyyesi ve irâde-i Sübhâniyyesiyledir.” buyurdu. (Buhârî, Megazi, 38) Yâni “Cümle âlemin müdebbir-i hakîkisi ve mutasarrıfı, hepsinin hâlıkı olan Allah -sübhânehû ve teâlâ- Hazretleri’dir” demektir.

Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ve ehl-i Beyt’ine salât ve selâm da duânın en mühim âdabındandır. Hadîs-i şerîfte:

اَلدُّعَاءُ مَحْجُوبٌ عَنِ اللّٰهِ حَتَّى يُصَلَّى عَلَى مُحَمَّدٍ وَاَهْلِ بَيْتِهِ

“Yapılan bir duâda, Muhammed -aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm- ve Ehl-i Beyt’ine salât ve selâm edilmedikce o duâ, makam-ı icâbete vâsıl olamaz.” buyurulmuştur. (Suyûtî, el-Câmi, no: 4266)

Duâ eden kimse, duânın başında, ortasında ve sonunda Peygamber Efendimize salât ve selâmı tekrar etmeli. Hulûs-i kalb, nezâfet, tahâret, istikbâl-i kıble, izhâr-ı tezellül, tazarru, enbiyâ ve evliyâ ile tevessül, günâhkâr ve mücrim olduğunu ikrar ile tevbe ve istiğfar edip haram lokmadan ictinâb etmelidir. Bu sûretle yapılacak hayır duâların kabûlü hakkında şüphe etmemelidir.

Şunu da ilâve edelim ki: Nâsın bâzısı her ne kadar Cenâb-ı Hakkın kazâ ve kaderine rızâ gösterip sükût eylemeyi duâya tercîh etmişlerse de, muhakkık âlimlerin ekserisi, dünyâ ve âhiret işlerinin esbâbdan müretteb olduğunu, müstecâb duâların ise sebeblerden biri bulunduğunu beyân ile, duâyı terketmek, kazâya rızâ göstermek fikriyle bir şey yememek, şiddetli kışta elbise giymemek, hasta olunduğunda ilâç, muharebede silâh kullanmamak gibi bir takım meşrû olmayan hareketleri irtikâb etmek gibidir, demişlerdir. Husûsiyle duâ izhâr-ı ihtiyâc, Cenâb-ı Hakk’a ilticâ olduğundan müstakıllen bir ibâdet makamına kâim olacağından, şu halde lisânen duâ eylemek ve kalben tazarrûda bulunmak gerekmektedir.

Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Dualar ve Zikirler, Erkam Yayınları, İstanbul, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Selamunaleyküm ve rahmetullah ve berakatüh yazılarınızı biraz daha sadeleştirseniz çık daha istifade etmiş olacağız bi iznillah

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.