Dua Nasıl Edilir?
Dua nedir, ne anlama gelir? Duanın önemi, fazileti ve faydaları nelerdir? Dua ederken nelere dikkat edilmelidir?
Enes bin Mâlik Hazretleri’nden rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Dua, kulluğun özüdür.” (Tirmizî, Deavât, 1/3371)
***
Hz. Ayşe (r.a.) şöyle der:
“Resûlullah özlü dualardan hoşlanır, bunun hâricindekileri terk ederdi.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 23/1482)
***
Fedâle bin Ubeyd’in (r.a.) şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
Resûlullah bir adamın namazında Allah Teâlâ’yı senâ etmeden ve Peygamber Efendimiz’e salavat getirmeden dua ettiğini duymuştu. Bunun üzerine:
“–Şu adam acele etti!” buyurdu. Sonra adamı çağırıp ona -veya bir başkasına-:
“–Sizden biriniz namaz kıldığı vakit, önce Rabbini tâzim ve senâ etsin, sonra Peygamber’e salavat getirsin, bundan sonra da istediği şekilde dua etsin!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Vitir, 23/1481)
***
Übeyy bin Kâ’b’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) birisinden bahsedip de ona dua edeceği zaman, önce kendisine dua ederek başlardı. (Tirmizî, Deavât, 10/3385)
***
Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Herhangi biriniz; «Rabbime kaç defa dua ettim de duamı kabul buyurmadı» diyerek acele etmediği müddetçe duası kabul edilir.” (Buhârî, Deavât, 22; Müslim, Zikir, 90, 91. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Vitir, 23; Tirmizî, Deavât, 12; İbn-i Mâce, Dua, 7)
***
Ebü’d-Derdâ (r.a.) der ki: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bir Müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek de ona, «Aynı şeyler sana da verilsin» diye dua eder.” (Müslim, Zikir, 86. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Vitir, 29)
***
Âyet-i kerimede:
“Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, icâbet edeyim. Çünkü bana ibadet (dua) etmeyi kendilerine yediremeyenler, cehenneme zelîl olmuş bir hâlde gireceklerdir.” (Mü'min suresi, 60) buyuran Rabbimiz, kulluğun temel şartının dua olduğunu beyan etmiştir.
DUA NEDİR, NE ANLAMA GELİR?
Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek anlamlarına gelen dua, “kulun bütün benliğiyle Allah’a yönelmesi” ya da “gücü sınırlı ve sonlu bir varlık olan insanın, sınırsız ve sonsuz bir kudret karşısında âcizliğini kabul ederek yardım dilemesi”dir. Dua, kulluk şuuruyla Hakk’a yönelip, tevazu ve mahviyet içinde, ihtiyaçlarımızı O’na arz etmemizdir. Aslında dualarımızla biz, beşerî isteklerimizin gerçekleşmesinden ziyâde, Rabbimiz’e tâzîmimizi, îtimâdımızı ve her şeyi O’ndan beklediğimizi izhar ederiz.
Dua eden bir kimse, bütün gönlüyle Allah’a yönelip ilticâ edebildiği takdirde, kendisine her şeyden daha yakın olan Rabbine karşı, saygısını ifade etmiş olur.
ALLAH’A ULAŞABİLMENİN EN KOLAY YOLU
Kur’ân’a göre dua etmek, Allah’a ulaşabilmenin en kolay yoludur. Zira O, insana şah damarından daha yakın olan, her şeyi bilen ve işitendir... İnsanın içinden geçirdiği tek bir düşünce bile Allah’a gizli kalmaz. İşte Cenâb-ı Hak, bu husustaki bütün şüpheleri bertaraf ederek kullarını irşâd için buyuruyor ki:
“Kullarım sana beni sorarlarsa, ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit, dua edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) benim dâvetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.” (Bakara 2/186)
İnsan, kulluğunun şuurunda olduğu müddetçe, Allah katında bir değer kazanabilir. Bu yüzden insanın Allah’a yönelmesi, hataları konusunda Rabbine tevbe etmesi ve sadece O’ndan yardım dilemesi gerekmektedir.
Günümüzde, sadece beş vakit namazın veya belli bir kısım ibadetlerin sonuna sıkıştırılarak küçültülen dua, gerçekte hayatın tamamını kaplar ve onun mihverini teşkîl eder. Hayatı duasız düşünmek mümkün değildir. Yaşadığımız hayat, baştan sona kadar duadan ibarettir. Dikkat edilirse görülür ki, duayı önemsemeyenler, ibadete ehemmiyet vermeyenlerdir. Bunlar Allah’a yalvarmayı ihmal eder de, yaratıkların teveccühüne mazhar olmayı cana minnet bilirler. Hâlbuki Peygamber Efendimiz, ibadetin özünün dua olduğunu haber vermiştir.
DUANIN ÖNEMİ VE FAZİLETİ
Diğer bir hadiste ise:
“Dua, ibadetin tâ kendisidir.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Vitr, 23/1479; Tirmizî, Tefsîr, 2/2969)
Bu beyan, duanın kulluktaki ehemmiyetine dikkat çekmek içindir. Yoksa dua ibadet olmakla birlikte, ondan başka birçok ibadetler de vardır. Duanın bu derece büyük kıymeti hâiz olması, onun, bütün ihtiyaçlarda Allah’ın karşısında tevâzû ile boyun büküp yalvarmaktan ibaret olan mâhiyetinden ileri gelmektedir.
“Dua, ibadetin ta kendisidir” hadisine benzeyen başka hadis-i şerifler de vardır. Meselâ; “Hac Arafat’tır” hadisi bunlardan biridir. Herkes bilir ki, hac ibadeti Arefe günü Arafat’ta vakfeden ibaret değildir. Haccın pek önemli bir diğer farzı da tavaftır. Ama Arefe günü, belli bir süre Arafat’ta durmayan kimse hacı olamaz. İşte Arefe günü vakfe, haccın en mühim esası olduğu gibi, dua da ibadetin/kulluğun en ehemmiyetli esası ve temelidir.
Öyle ise, dua, kabul edilsin veya edilmesin bir ibadet olmaktadır. Çünkü dua ile kişi, ihtiyacını temindeki aczini idrak etmiş, bunu ancak her şeye kâdir olan Rabbinin lûtfedeceği şuuruna ermiş ve bu sebeple O’na iltica etmiş olmaktadır.
“De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” âyet-i kerimesini, “Allah katında, duadan daha kıymetli bir şey yoktur” şeklinde açıklayan Efendimiz:
“Allah’ın fazlından isteyiniz! Zira Allah Teâlâ, kendisinden istenilmesinden hoşlanır” buyurmak sûretiyle, bizleri sürekli Allah’tan istemeye teşvik etmiştir. Efendimiz (s.a.v.):
“Her biriniz bütün ihtiyaçlarını Rabbinden istesin! Hatta koptuğunda ayakkabı bağını bile!..” buyurmakta ve Müslümanın hayatını dua ile bütünleştirmektedir.
Peygamber Efendimiz’in her tavsiyesine olduğu gibi, bu tavsiyesine de sıkı sıkıya yapışan Abdullah bin Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
“Her işimde Allah’a dua ederim, hattâ hayvanımın yürüyüşüne genişlik ve kolaylık vermesi hususunda bile… Bundan dolayı, beni sevindiren sonuçlarla da karşılaşırım.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 628)
Ayşe vâlidemiz, Peygamber Efendimiz’in özlü duaları sevdiğini ifade etmiştir. Cenâb-ı Hak, Efendimiz’e “Cevâmiu’l-Kelim: Az sözle çok mânâ ifade etme” hususiyetini bahşetmiştir. Bu sebeple o, konuşmaları gibi dualarını da özlü yapardı.
DUA ETMENİN ADABI VE KABULÜNÜN SIRLARI
Diğer mü’minler de, hâllerini ve ihtiyaçlarını Allah’a arzederken kısa ve özlü sözleri seçmelidirler. Kişi dua ederken Rabbinin huzurunda olduğunu düşünmeli, ağzından çıkana dikkat etmelidir. Dua, dileklerin Cenâb-ı Hakk’a arzedilmesi olduğuna göre, O’ndan dünya ve âhiret için faydalı şeyler istemelidir.
Sa’d bin Ebû Vakkas’ın oğlu şöyle der:
“Babam, benim; «Allah’ım! Senden Cenneti, Cennetin nimetlerini, güzelliğini, şunları ve şunları isterim. Cehennemden, Cehennemdeki zincirlerden, şunlardan ve bunlardan... sana sığınırım» dediğimi duydu. Bunun üzerine bana şöyle dedi:
«–Yavrucuğum! Böyle yapma, ben Peygamber Efendimiz’i:
“Duada haddi aşan bir topluluk gelecek” buyururken işittim. Sakın sen onlardan olma! Şüphesiz sana cennet verilirse, içindeki hayırlarla birlikte verilir. Cehennemden korunursan, ondaki şerlerden de korunursun.»” (Ebû Dâvud, Vitir, 23/1480; Tahâret, 45/96; Ahmed, I, 172, 183, 269)
DUADA HADDİ AŞMA!
Duada haddi aşmak birkaç türlü açıklanmıştır.
Hadis metninde olduğu gibi, bütün olarak istenilen şeyin teferruatını tekrar sayıp dökmek,
“Araçsız gökyüzüne çıkmak”, “bir dağın altına dönüşmesi” ve “ölülerin dirilmesi” gibi normal şartlar hâricindeki şeyleri istemek,
Söylenilen sözlerin secîli olmasına çalışmak, birbirine benzeyen kelimeleri sıralamak (yani cümleleri şiir okur gibi kâfiyeli söylemek) için gayret sarf etmek ve dua ederken bağırıp çağırmaktır. Nitekim İbn-i Abbâs (r.a.) bu hususa işaretle şöyle demiştir:
“Duada secîden kaçın. Zira ben, Resûlullah ve Ashab-ı Kirâm devrinde yaşadım, onlar böyle bir şey yapmıyorlardı.” (Buhârî, Deavat, 20)
“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez” âyet-i kerimesini görmezden ve bilmezden gelerek bağıra çağıra ve âdeta emredercesine dua eden, bir söylediğini değişik ifadelerle tekrarlayıp duran duahanların hâli, gerçekten hüzün vericidir. Kendisine dua etmemizi emreden, dua edersek bizi geri çevirmeyeceğini vaad buyuran Cenâb-ı Mevlâ, nasıl dua etmemiz gerektiğini tarif etmiş, Resûlullah da bunun sayısız örneklerini ortaya koymuştur. Kula yakışan; Rabbinin huzurunda olduğunu unutmadan, yalvaran bir edâ ile gayet ölçülü bir ses ve özlü ifadelerle dua etmesidir.
DUALAR ARASINDA 70 KAT FARK VAR
Hasan-ı Basrî (r.a.) şöyle demiştir:
“Allah Teâla takvalı kalbi ve gizlice yapılan duayı bilir.
- İnsan isterse komşusu dahi fark etmeyecek şekilde Kur’ân’ı ezberlemiş olsun,
- İnsanlar fark etmeyecek şekilde nice Fıkıh meselelerini okuyup anlamış olsun,
- Misafirinin bile fark etmeyeceği şekilde uzun uzun namaz kılsın, Allah Teâlâ bütün bunları bilir.
Öyle zatlarla müşerref olduk ki:
- Gizlice yapabilecekleri hiçbir ameli açıktan yapmazlardı.
- Çok büyük bir gayretle dua ettikleri halde dua esnasında sesleri duyulmazdı. Duaları kendileri ile Rableri arasındaki fısıltı şeklinde bir münâcâttan ibaretti. Zira Allah Teâlâ: «Rabbinize, yalvarıp yakararak ve gizlice dua edin» buyurmuş, Zekeriya’yı (a.s) överek: «Hani o, Rabbine gizli bir seslenişle seslenmişti» demiştir.
Kulun gizlice dua etmesi ile aleni olarak dua etmesi arasında yetmiş kat fark vardır.” (Zemahşeri, Keşşâf, Araf 7/55’in tefsirinde)
DUA EDERKEN NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?
Bizlere her konuda en güzel örnek olan Efendimiz, duadaki edep ve inceliklerle ilgili dikkat edilmesi gereken hususları da açıklamıştır:
Dua ederken Allah Teâlâ’ya hamd ü senâ, Efendimiz’e de salat ü selam ile başlamak gerekir.
Duanın, istek ve ihtiyaçlarımızı Allah’a arzetmekten başka, Allah’ı anmanın ve yüceltmenin bir yolu olduğunu söylemiştik. Kur’ân’da, bilhassa Peygamberlerin dualarında, Rabbimiz sıfatları ile birlikte yüceltilmektedir. Efendimiz de hamd ve salât ü selâm olmadan başlanan bir duayı, acelecilik olarak nitelemektedir. Çünkü dua esnasında insan, Allah’tan başka her şeyden alakayı kesip sadece O’na yönelerek âcizliğini en güzel şekilde hissedebilmek için, önce hamd etmeli, sonra İslâm nimetini getiren Efendimiz’e minnet borcu olarak salât ü selâm getirmeli, daha sonra da duaya geçmelidir. Bu, âdeta bir kapıyı vururken, o kapının anahtarlarını elinde tutan zâta selâm vermek gibidir.
Diğer taraftan, salât ve selâmın mânâsı, Cenâb-ı Hak’tan Hz. İbrahim ve onun âilesine verilenlerin, ay-nen Efendimiz’e de verilmesini talep etmek ve Hz. İbrahim’in gönüllerde kazandığı saygıya denk bir saygıyı Allah Resûlü için de arzu etmektir. Böyle makbûl iki duanın arkasından gelen bir isteğin kabûl edilmesi de, bir yönden teminat altına alınmış olur.
Bir gün Resûlullah Mescid’de otururken içeriye bir adam girdi. Namaz kılıp, “Allah’ım, beni bağışla bana merhamet et!” diye dua etti. Bunun üzerine Resûlullah:
“–Ey namaz kılan adam! Acele ettin. Namazını kılıp da oturduğun zaman lâyık olduğu şekilde Allah’a hamd et, sonra bana salavat getir. Sonra da ona dua et” buyurdu.
Daha sonra başka bir adam namaz kıldı. Namazdan sonra Allah’a hamd etti, Peygamber’e salavat getirdi. Resûlullah bu zata:
“–Ey namaz kılan! Dua et, karşılık görürsün” buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 64/3476; Ebû Dâvûd, Vitir, 23/1481)
Duanın bir diğer âdâbı da insanın kendisinden başlayarak yakından uzağa doğru dua etmesidir. Nitekim insanın malını harcarken ve sadaka verirken de aynı usûlü takip etmesi tavsiye edilmiştir. Bu durum, bencillik değildir. İnsan her şeyden evvel kendisini kurtarmak mecbûriyetindedir. Herkesin bazı günahlarının ve bir takım ihtiyaçlarının olacağı da muhakkaktır. Bu durumda kişinin, kendisini atlayarak başkalarına dua etmesi, belki de müstağnîlik mânâsı taşıyacaktır. Dolayısıyla mü’minin, büyük bir tevâzû ile herkesten çok kendisinin mağfirete ve rahmet-i ilâhiyeye muhtaç olduğunu düşünüp evvelâ kendisine, sonra da diğer insanlara dua etmesi daha güzel olur.
DUADA ISRARCI OLMAK DOĞRU MU?
Allah’a hamd ve Resûlü’ne salât ü selamla başlanan bir duada, arzu ve isteklerimizi Rabbimize arzettikten sonra, neticeyi elde etme hususunda aceleci davranmamak gerekir. Zira beşinci hadisimizde:
“Rabbime kaç defa dua ettim de duamı kabul etmedi” diyerek acele etmediğimiz müddetçe duamızın er veya geç kabul edileceği müjdelenmektedir. Bu da, “Kulum beni nasıl düşünürse ben ona öyle tecellî ederim” hadis-i kutsîsinin ifadesiyle Cenâb-ı Hakk’ın, acele etmeden dua eden kuluna rahmetiyle yöneleceğini ifade etmektedir. Dolayısıyla âdâbına riâyetle dua edebilmek, kul için büyük bir lûtuftur. Resûlullah şöyle buyurur:
“Kime dua kapısı açılırsa, ona rahmet kapıları açılır. Allah’ın en çok sevdiği şey, kendisinden âfiyet istenilmesidir. Dua, inen ve inmeyen (belâlara karşı) faydalı olur. Onun için ey Allah’ın kulları, duaya sarılınız.” (Tirmizî, Deavât, 101/3548)
Dua eden bir kimsenin, duasının karşılığı geciktiği veya başka bir şekilde tecelli ettiği için, “dua ettim fakat kabul edilmedi” demesi, yaptığı duayı başa kakıp ye’se düşmesi anlamına gelir ki, bu imanî açıdan da tehlike arz etmektedir. Zira âyet-i kerimede:
“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü, Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler topluluğu ümit keser” buyrulur. (Yûsuf 12/87)
İnsan bazen istediği şeyin gerçekleşmediğini görünce duasının kabul edilmediğini zanneder. Hâlbuki duanın kabulü birkaç türlü olabilir. Nitekim Resûlullah:
“Yeryüzünde bir Müslüman Allah’tan bir şey dilerse, günah bir şeyi istemediği veya akrabası ile alâkasını kesmeyi arzu etmediği sürece, Allah onun dileğini mutlaka yerine getirir veya ona vereceği şey kadar bir kötülüğü kendisinden giderir” buyurmuştur.
Efendimiz’in bu sözü üzerine, orada bulunanlardan biri:
“–O takdirde biz Allah’tan çok şey isteriz” deyince Resûl-i Ekrem:
“–Allah’ın lûtfu, sizin istediğiniz şeylerden daha çok ve geniştir” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât, 115/3573; 9/3381)
Diğer rivâyetlerde “veya Allah Teâlâ onun duâsını âhirete saklar, (orada duası sebebiyle kendisine ihsanlarda bulunur)” ziyâdesi yer almaktadır. (Ahmed, III, 18; Hâkim, I, 670/1816; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, s. 374, no: 710)
Zeyd bin Eslem (r.a.) şöyle der:
“Dua eden herkes, muhakkak şu üç şeyden birini elde eder: Ya duası kabul edilir, ya kendisi için âhirete saklanır, ya da yaptığı dua günahlarına kefaret olur.” (Muvatta’, Kur’ân, 36)
DUANIN FAYDALARI
Duanın faydalarından bahseden rivâyetlerde şöyle buyrulur:
“Kazayı ancak dua geri çevirir, ömrü de ancak iyilik uzatır.” (Tirmizî, Kader, 6/2139; İbn-i Mâce, Mukaddime, 10; Ahmed, II, 316, 350; V, 277, 280)
“Sizi düşmanlarınızdan kurtaracak ve rızkınızı bollaştıracak bir şeyden bahsedeyim mi? Gecenizde ve gündüzünüzde Allah’a dua edersiniz. Çünkü, dua mü’minin silâhıdır.” (Heysemî, X, 147)
Tabiî ki dualarımızda sonsuz teslimiyetle birlikte, kabulü için gerekli şartlara da riayet etmemiz gerekmektedir. Bütün şartlarına riâyet ederek dua ettiği hâlde, duasının kabul edilmediğini söyleyen kimse mutlaka yanılmıştır. Ya kendisinde bir kusur vardır ya da duası, yukarıda işaret ettiğimiz yollardan biri ile kabul edilmiştir.
Duanın kabul edilmesi için en mühim şartlardan biri helâl gıda ile beslenmektir. Allah Resûlü şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini semâya kaldırır; Yâ Rabbî! Yâ Rabbî! diye dua eder. Hâlbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir!” (Müslim, Zekât, 65; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 3)
DUANIN RÜKÜNLERİ, KANATLARI, SEBEPLERİ VE VAKİTLERİ
İbn-i Atâ Hazretleri, duanın rükünleri, kanatları, sebepleri ve vakitleri olduğunu söyler ve:
“Duanın rükünleri tam olursa kuvvetlenir, kanatları uygun olursa semâlara uçar, vakitlerine rastlarsa kazanır, sebepleri bulunursa hedefine ulaşır. Duanın rükünleri kalp huzuru, şefkat, itaat ve huşu; kanatları doğruluk; vakti seher; sebepleri de Hz. Muhammed’e (s.a.v) salavattır” der. (N. Yeniel-H. Kayapınar, Sünen-i Ebû Dâvûd Terceme ve Şerhi, V, 479)
Resûlullah, duanın yapılacağı zamanın da önemli olduğunu muhtelif hadis-i şeriflerinde bildirmiştir. Ezan okunurken, savaş anında düşmanla karşı karşıya gelindiği sırada, ezan ile kâmet arasında, Cuma günü kullara gizlenmiş olan kısa bir vakitte, gecenin son saatlerinde, farz namazlardan sonra ve yağmur yağarken yapılacak duaların makbul olduğunu haber vermiştir.
Resûlullah şöyle buyurmuştur:
“Rükûda âlemlerin Rabbine tâzim ediniz. Secdede ise dua etmeye çalışınız; çünkü oradaki duanızın kabul olma ihtimâli daha fazladır.” (Müslim, Salât, 207; Ebû Dâvûd, Salât, 148/876; Nesâî, Tatbîk, 8, 62)
“Kulun Rabbine en yakın olduğu hâl, secde hâlidir. İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakınız!” (Müslim, Salât, 215; Ebû Dâvûd, Salât, 148/875; Nesâî, Tatbîk, 78)
İslâm’ı, bir hayat nizamı olarak gönderen Rabbimiz, mü’minleri kardeş ilan etmiş, mü’minlerin birbirlerine muhabbet beslemelerini, birbirlerinin hayrını ve saâdetini istemelerini, bunun için de birbirlerine dua etmelerini tavsiye etmiştir.
DİN KARDEŞİNE GIYABEN DUA ETMEK
Efendimiz, kendisi sürekli dua ettiği gibi bizlere de diğer Müslüman kardeşlerimiz için dua etmemizi tavsiye etmiştir. Altıncı hadisimizde:
“Bir Müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek de ona, «Aynı şeyler sana da verilsin!» diye dua eder” buyurmak suretiyle, dualarımızda dikkat edeceğimiz bir inceliğe daha işaret etmiştir.
Hz. Ömer (r.a.) bir gün umre yapmak için izin istediğinde Resûlullah:
“Sevgili kardeşim, bizi de duadan unutma!” buyurmuştur.
“Sevgili kardeşim” ifadesiyle Hz. Ömer’in gönlünü fetheden Efendimiz, aynı zamanda birbirimizden nasıl dua isteyeceğimiz hususunda bizlere en güzel örnek olmuştur.
Böyle bir iltifata mazhar olan Hz. Ömer (r.a.):
“Hz. Peygamber’in bana bu hitabı, benim için dünyaya bedeldir. Dünyayı verselerdi bu kadar sevinmezdim” diyerek Allah Resûlü’nün iltifatına nâil olmanın sahabe için ne anlam ifade ettiğini ortaya koymuştur. (Bkz. Ebû Dâvûd, Vitir, 23/1498; Tirmizî, Deavât, 109/3562; İbn-i Mâce, Menâsık, 5)
Hadisimizde Müslümanların, din kardeşleri için gıyâben yaptıkları duaların mutlaka kabul edildiği, ayrıca kardeşlerine istedikleri şeyin aynen kendilerine de verilmesi için bir meleğin onlara dua ettiği bildirilmektedir.
“Bir kimsenin gıyâbı” denildiği zaman, önce “ondan uzakta, onun bulunmadığı yer” akla gelir. Burada zikredilen “gıyab”dan maksat, dua edilen kişinin, dua edeni işitmemesidir. Yani kendisi için yapılan duadan haberdar olmamasıdır. Bu, bedenî uzaklıkla olabileceği gibi, kişinin kalbiyle veya arkadaşının duyamayacağı kadar kısık bir sesle dua etmesi ile de mümkündür.
Müslümanlara gıyâben yapılan dualar, tam bir samimiyet taşıdığı, gösteriş ve riyâdan uzak olduğu için bu derece büyük bir ehemmiyet arz etmektedir. Üstelik bu, dua edenin âlicenaplığına delâlet eder ve onu kıskançlık, hırs gibi kötü huylardan uzaklaştırır. “Sizden biri, kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe kâmil imana sahip olamaz” hadisindeki yüce duyguyu gerçekleştirir. Müslümanı fedakârlığa alıştırır.
DUA ÖĞRETEN AYETLER
Müslümanların birbirleri için dua etmelerini emreden ve bunu nasıl yapmaları gerektiğini öğreten âyetler, konunun önemini açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
“Ey Rabbimiz! Hesap sorulduğu gün beni, anne babamı ve bütün mü’minleri mağfiret eyle!” (İbrahim 14/41)
“…Hem kendin hem de erkek ve kadın mü’minlerin günahları için mağfiret dile!” (Muhammed 47/19)
“Bunlardan sonra gelenler de şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden evvel iman eden kardeşlerimizi bağışla!” (Haşr 59/10)
Ekonomik bağımsızlığını elde ettikçe muhtaçlık duygusunu kaybeden insanlık, kendisini her şeyden müstağni görmekte, yaratan Rabbine dua etmekten her geçen gün daha da uzaklaşmaktadır. Bu ise onun hem dünyası hem de âhireti için büyük bir zarardır. Dolayısıyla mü’minlerin bir an evvel kulluğun özü olan duaya dönmeleri ve devamlı dua hâlinde yaşamaya gayret etmeleri lâzımdır.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları