Duaların Kabul Edildiği Vakitler
İbadette ölçü nasıl olmalıdır? Duaların kabul olduğu zamanlar.
Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:
“Hak dostları dâimâ büyük bir hüzün içindedirler. Bunun sebebi, Cenâb-ı Hakk’ı şânına lâyık bir şekilde zikretmek isteyip de bunu yapamayışlarıdır.”[1]
[Müteâl, yani hayal ötesi mükemmellikte olan Cenâb-ı Hakk’ı şânına lâyık bir sûrette idrâk edebilmek ve yine O’na lâyık olduğu şekilde mükemmel bir kullukta bulunabilmek, beşer tâkatinin üzerindedir. Bu sebeple mü’min, Hakk’a ibadet ve mârifet yolunda, elinden gelen bütün gayretini göstermekle birlikte, amellerini dâimâ noksan ve kusurlu görmelidir. Ayrıca Cenâb-ı Hak’tan kusur ve noksanlarının affını, ibadetlerinin lûtfen ve keremen kabûlünü niyâz etmelidir. Hakk’a kulluk edebi bunu gerektirir.
İBADETTE ÖLÇÜ NASIL OLMALIDIR?
Nitekim, Cenâb-ı Hakk’ın insanlıkta tecellî eden sanat hârikası olarak yarattığı ve emsalsiz bir örnek şahsiyet olarak beşeriyete armağan ettiği Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bile, geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmış olduğu hâlde, ilâhî rahmetin sağanak sağanak yağdığı ve duâların makbul olduğu seher vakitlerinde uyumamış, mübârek ayakları şişinceye kadar, gözyaşları içinde namaz kılarak sabahlamış, Cenâb-ı Hakk’a karşı dâimâ kusur, acziyet ve hiçliğini îtiraf hâlinde, günde yetmiş kere, -hattâ bir rivâyete göre- yüz kere istiğfâr etmiştir.
Cenâb-ı Hak, zikre bir sınır tâyin etmeksizin şöyle buyurmuştur:
“Ey îmân etmiş olanlar! Allâh’ı çokça zikredin. Ve O’na sabah ve akşam tesbihte bulunun.” (el-Ahzâb, 41-42)
İşte nebevî ahlâktan lâyıkıyla hisse almış olan Allah dostları da bu ilâhî emre riâyet ederek, büyük bir kulluk edebi içinde Cenâb-ı Hakk’ı çokça zikrederler. Fakat ne kadar çok zikretseler de, bunun, Cenâb-ı Hakk’ın şân-ı ulûhiyyeti karşısında âdeta bir “hiç” hükmünde olduğunu bilip gayret-i dîniyyelerini daha da artırmaya çalışırlar.
Zira kalbî duyuş ve hassâsiyeti artan bir kulun, Rabbinin azametini idrâki de ziyâdeleşir. Bu itibarla, az bir zikir ve ibadeti çok ve kâfî görmek, ancak bir gaflet alâmetidir.]
Dipnot:
[1] Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 248.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları