Dünya Hayatının Ahiret Hayatı Karşısındaki Hiçliği

Ebedî hayatın saâdet üzere mi yoksa felâket üzere mi yaşanacağı, bu kısacık dünya hayatında yapılanlarla şekillenecektir fakat bizler bu dengeyi nasıl korumalıyız? Ahiret hayatını merkeze koyan büyük şahsiyetlerin dünya hayatı nasıldı?

Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:

“Padişahlardan biri, suçu olmayan birisinin haksız yere öldürülmesini emretti. Öldürülecek adam dedi ki:

«‒Ey hükümdar! Bana duyduğun bu öfke sebebiyle kendi kendine zulmetme!»

Padişah, «Nasıl yani?» diye sorunca, adam şu cevâbı verdi:

«‒Benim öldürülme işim bir saniyede olur biter. Fakat bu günahın azâbını sen ebediyyen çekersin.»”

BU DÜNYA, ÂHİRETİN SONSUZLUĞU YANINDA BİR “HİÇ” HÜKMÜNDEDİR

Bu dünya, âhiretin sonsuzluğu yanında bir “hiç” hükmündedir. Nitekim âyet-i kerîmede:

“Kıyâmet gününü gördüklerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” (en-Nâziât, 46) buyrulmaktadır.

Bununla birlikte, ebedî hayatın saâdet üzere mi yoksa felâket üzere mi yaşanacağı, bu kısacık dünya hayatında yapılanlarla şekillenecek.

Dolayısıyla bir gün yok olup gidecek olan dünyevî menfaatler veya nefsânî ihtiraslar uğruna, helâl-haram gözetmeden ebedî hayatı tehlikeye atmak, bir damla için uçsuz bucaksız bir deryayı satmak gibi derin bir gaflet ve hamâkattir.

Şunu unutmayalım ki, bu fânî cihânın bütün zevk u safâları, Cennetʼin yanında bir “hiç”tir. Dünyanın bütün zorluk, sıkıntı, çile ve meşakkatleri de, Cehennem azâbının yanında bir “hiç” hükmündedir.

Nitekim âhirette insanların, Cennet veya Cehennemʼi gördükten sonra, dünyadayken yaşadıkları bütün cefâları da safâları da unutacakları, bunların gözlerinde ve gönüllerinde âdeta bir çakıl taşı gibi değersiz ve ehemmiyetsiz hâle geleceği, hadîs-i şerîfte şöyle haber veriliyor:

“Cehennemliklerden olup, dünyada pek müreffeh bir hayat yaşayan bir kişi, kıyâmet gününde getirilip Cehennem’e bir kere daldırılır. Sonra:

«–Ey Âdemoğlu! Sen hayırlı bir gün gördün mü? Herhangi bir nîmete nâil oldun mu?» denilir. O kişi:

«–Hayır, vallâhi Rabbim! Öyle bir şey görmedim.» der.

Cennetliklerden olup dünyada insanların en yoksul olanı getirilir, Cennet’e bir kere daldırılır. Ona da:

«–Ey Âdemoğlu! Sen herhangi bir yoksulluk ve sıkıntı gördün mü? Hiç zorluk ve darlık çektin mi?» denilir. O kişi de:

«–Hayır, vallâhi Rabbim! Hiçbir yoksulluk ve sıkıntı görmedim, zorluk ve darlık çekmedim.» der.” (Müslim, Münâfikûn, 55)

Dolayısıyla ârif bir müʼmine yakışan; üç günlük dünyanın zahmetine katlanıp ebedî rahmete nâil olmaktır. Anlık zevkler ve nefsânî menfaatler peşinde koşarak kendi eliyle kendini ebedî bir azâba sürüklemekten kaçınmaktır.

Unutmayalım ki son nefesle birlikte bütün ibadet ve tâatlerin yorgunluğu biter, geriye ebedî bir mükâfat kalır. Yine son nefesle, haramların da lezzet ve zevki kaybolup gider, fakat geriye ağır bir hesap ve elîm bir azap kalır.

İşte yüce dînimiz İslâm, esas hayatın âhiret hayatı olduğu şuuruyla, dünyanın cefâsına da safâsına da aldırmayıp âhiretini kurtarabilme gayretinde olan fedakâr mü’minlerle kıtalara yayıldı.

Ahiret Hayatını Merkeze Koyan Büyük Şahsiyetlerin Dünya Hayatı Nasıldı?

Meselâ Orhan Gâzi, oğlu I. Murad’a:

“Bak oğlum! Osmanlı’nın iki kıta üzerinde hükümrân olması yetmez! Zira îlâ-yı kelimetullah dâvâsı, iki kıtaya sığmayacak kadar büyük bir dâvâdır!” vasiyetinde bulunmuştu.

I. Murad Han da yemyeşil Bursaʼnın rahatını bırakıp şehid olmak pahasına Kosovaʼyı fethetti. Bugün hâlâ Kosovaʼda okunan ezanlardan Murad Hânʼa sadaka-i câriyeler gelmeye devam ediyor.

Fatih Sultan Mehmed de; “Ben İstanbulʼu fethettim, Peygamber Efendimizʼin müjdesine nâil oldum.” diye oturup kalmadı. Bütün çile ve meşakkatlerine katlanarak Trabzon Rum İmparatorluğu’nu, Bosnaʼyı, İşkodraʼyı ve daha nice yerleri fethetti. Bugün oralardan da kendisine sadaka-i câriyeler gelmeye devam ediyor.

Bu fetihlerin hepsi, fânî zevk u safâları da cevr u cefâları da uhrevî saâdet veya felâketler karşısında bir “hiç” hükmünde görebilen, yüce bir îman ufkuna sahip müʼminler eliyle gerçekleşti.

İslâm âleminin bugünkü bâdirelerden kurtulup yeniden maddî-mânevî zaferlere nâil olması da böyle bir gönül kıvamına sahip olan, nefsânî ihtiraslar ve küçük hesaplar peşinde koşmayı zaman israfı olarak gören, yüksek keyfiyetli ve fedakâr mü’minlerin yetişmesine bağlıdır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2024 – Kasım, Sayı: 465

İslam ve İhsan

"DÜNYA HAYATI SİZİ ALDATMASIN!"

DÜNYA HAYATI İLE İLGİLİ AYETLER

Dünya Hayatı ile İlgili Ayetler

DÜNYA HAYATI İLE İLGİLİ HADİSLER

Dünya Hayatı ile İlgili Hadisler

AKIL NİMETİNİN DÜNYA VE AHİRET HAYATI İÇİN ÖNEMİ

Akıl Nimetinin Dünya ve Ahiret Hayatı İçin Önemi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.