Dünya ve Ahiret Kurtuluşu İçin Tek Yer
Dünyevî ve uhrevî kurtuluşumuz için; ilmimize, amelimize, sıhhatimize, gücümüze, imkânlarımıza güvenmeyip her dâim Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuna sığınmamız gerekir.
Yunus Emre Hazretleri buyurur:
Ne ilmim var ne tâatim,
Ne gücüm var ne tâkatim,
Meğer Sen’in inâyetin,
Ede yüzüm ak Çalab’ım![3]
Yunus Emre Hazretleri bu ifadeleriyle bizlere, nebevî ahlâktan yansıyan mühim bir “kulluk edebi”ni tâlim etmektedir. Bu ise, dünyevî ve uhrevî kurtuluşumuz için; ilmimize, amelimize, sıhhatimize, gücümüze, imkânlarımıza güvenmeyip her dâim Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuna sığınmamız gerektiğidir.
HİÇBİRİNİZ AMELİ SÂYESİNDE KURTULUŞA EREMEZ
Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün ashâbına:
“–Orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiçbiriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez.” buyurmuşlardı.
Sahâbîler:
“–Siz de mi kurtulamazsınız, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye hayretle sordular. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–(Evet) ben de kurtulamam. Ancak Allah, rahmet ve keremiyle beni bağışlamış olursa, o başka!” cevâbını verdi. (Müslim, Münâfikîn, 76, 78)[4]
Unutmayalım ki duâlarımız gibi bütün amellerimiz de Cenâb-ı Hakkʼın kabûlüne muhtaçtır. Cenâb-ı Hakk’ın affı, mağfireti, merhameti, lûtuf ve inâyeti tecellî etmezse; kulun ne kadar sâlih ameli ve hayır-hasenâtı olursa olsun, bir kıymet ifade etmez. Zira sâlih amellerin gâyesi de ilâhî rahmeti celbedebilmektir.
Nitekim Yunus -aleyhisselâm- balığın karnına düştüğünde, dertli dertli Rabbine duâ ve istiğfarda bulunmuştu. Fakat Cenâb-ı Hak onun bu yakarışlarının dahî kabule muhtaç olduğunu ifade sadedinde;
“Şayet Rabbinden ona bir nîmet yetişmemiş olsaydı o, mutlaka, kınanacak bir hâlde ıssız bir diyara atılacaktı.” (el-Kalem, 49) buyurmuştur.
Demek ki Cenâb-ı Hakk’ın nîmet ve inâyeti yetişmezse, kulun amellerinin de bir faydası olmaz. Zira Cenâb-ı Hakk’ın bizim hiçbir amelimize ihtiyacı yoktur. Fakat bizim, o sâlih ameller vesîlesiyle Rabbimiz’in affını, mağfiretini, rızâ ve muhabbetini dilemeye, O’na yaklaşmaya ve O’nun dostluğundan hisseler almaya ihtiyacımız sonsuzdur.
Bunun için kulluk vazifelerimizi, elimizden gelen en güzel şekilde îfâ etmeye gayret gösterdikten sonra, Cenâb-ı Hakk’ın sayısız nîmetlerine mukâbil, bu amellerimizi bir “hiç” olarak görmeliyiz. Âciz bir kul olduğumuzun şuur ve idrâki içinde Cenâb-ı Hakk’ın merhametine sığınmalıyız.
Nitekim, büyük Hak dostlarından Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin mânevî evlâtlarına ve kardeşlerine yazdığı mektupları, bizlere kulluk edebi hususunda müthiş bir ders vermektedir. Öz kardeşine yazdığı bir mektupta, kendi hâlet-i rûhiyesini şöyle hulâsa eder:
“…Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki; annem beni doğurduktan bugüne kadar, Allah katında makbul ve mûteber olup hesabı sorulmayacak bir tek hayır işlediğime inanmıyorum.”
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri böyle buyurduktan sonra da şu îzâhı yapar:
“Eğer kendi nefsini bütün hayır işlerde iflâs etmiş olarak görmüyorsan, bu, cehâletin en son noktasıdır. Eğer iflâs etmiş olarak biliyorsan, Allâh’ın rahmetinden de ümitsiz olma. Zira Allah Teâlâ’nın fazl u keremi, kul için insanların ve cinlerin (bütün sâlih) amellerinden daha hayırlıdır. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
«De ki; Allâh’ın lûtfuyla, rahmetiyle (evet) ancak onunla ferahlasınlar. Bu onların topla(yıp kazan)dıklarından hayırlıdır.» (Yûnus, 58)
Şeytanın, akıllarıyla oynadığı kimseler gibi, Allah Teâlâ’nın fazlına güvenerek ibadetlerde aslâ ihmâl gösterme! Zikr-i kalbî ile murâkabeye devam et! Yolda yürürken dahî ondan ayrılma…”[5]
Velhâsıl Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına nâil olabilmek için; îman, sâlih ameller, güzel ahlâk lâzımdır; fakat kâfî değildir. Yani bir kul, ebedî kurtuluşu hususunda aslâ kendini garantide görmemelidir. Korku ve ümit duyguları arasında, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini celbeden sâlih amellere, güzel ahlâka sarılmalıdır. Başta “Rahmân” ve “Rahîm” olmak üzere, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatlarından hisseler almaya çalışmalıdır. Bu uğurda elinden gelen bütün gayreti samimiyetle göstermelidir. Fakat kendi gayretine güvenmeyip; “Yâ Rabbi! Sen’in lûtfuna sığınıyorum, rahmetini ümit ediyorum.” demeli, dâimâ duâ ve ilticâ hâlinde olmalıdır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2020 – Temmuz, Sayı: 413
YORUMLAR