Dünya ve Ahirette Kazançlı Çıkmak İçin...

Allâh’a îmân etmek, merhametli olmayı îcâb ettirir. Zira Cenâb-ı Hakk’a îmân eden kişi O’nu sever ve emirlerine itaat eder. Hattâ zamanla O’nunla alâkası olan her şeyi derece derece sevmeye başlar.

Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de en çok Rahmân ve Rahîm sıfatlarını hatırlatır ve devamlı mahlûkâtına merhametli davranmayı emreder. Bu durumda bir mü’minin hem Cenâb-ı Hakk’ın emrine riâyet etmesi, hem de O’nun ahlâkıyla ahlâklanması îcâb eder. Merhametten uzak bir gönül ise, Allah’tan uzak ve nasipsiz bir gönüldür.

MERHAMET ETMEYENE MERHAMET OLUNMAZ

Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- bir gün torunu Hasan -radıyallahu anh-’ın yanağından şefkatle öpmüşlerdi. O esnâda yanında Akra bin Hâbis oturuyordu. Akra:

“–Benim on tane çocuğum var, bugüne kadar hiçbirini öpmüş değilim!” dedi.

Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ona şöyle bir baktılar ve:

“–Merhamet etmeyene merhamet olunmaz!” buyurdular. (Buhârî, Edeb, 18)

ÇOCUKLARINI ÖPMEYEN BEDEVÎ

Yine Peygamber Efendimiz’e bir bedevî gelmiş ve:

“–Siz çocukları öper misiniz, biz hiç öpmeyiz!” demişti. Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“–Allah senin kalbinden merhamet ve şefkat duygusunu çekip aldıysa ben sana ne yapabilirim ki?” buyurdular. (Buhârî, Edeb, 18)

ALLAH'IN, KULLARINA MERHAMETİ

Huneyn Harbi sonrasında Efendimiz’in huzûruna birtakım esirler gelmişti. İçlerinde çocuğunu kaybetmiş bir kadın vardı ki nerede bir çocuk görse hemen onu şefkatle sînesine basıp emziriyordu. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- bu yüksek şefkat manzarasını görünce:

“–Ne dersiniz, şu kadın çocuğunu ateşe atabilir mi?” buyurdular. Ashâb-ı kirâm:

“–Hayır, atmamaya gücü yettiği müddetçe atmaz!” dediler.

Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“–İşte Yüce Allah kullarına, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden çok daha fazla merhametlidir.” buyurdular. (Buhârî, Edeb, 18)

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN ESİRLERE KARŞI MERHAMETİ

Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- daha sonra sayıları altı bine varan bu esirlerin hepsini karşılıksız olarak serbest bırakmışlardır.

İşte Yüce Rabb’imizin çok sevdiği ve hep merhametle muâmele ettiği kullarına hizmet etmek, en mühim İslâmî esaslardandır. Allâh’a ibadet etmek için yaratılan insana hizmet etmek, bir nevî Allâh’a ibadet etmek mesâbesindedir.

HİZMET NEDİR?

Hizmet, âciz veya muhtaç kişinin ihtiyâcını gidermektir. Büyük bir tevâzuyla herkesin yardımına koşmak ve sıkıntılarıyla ilgilenmektir. Zira Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Beyhakî, Şuab, VI, 117; İbn-i Hacer, Metâlib, I, 264)

Ebû Mûsâ -radıyallahu anh- şöyle buyurur:

“Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- merkebe biner, kaba yünden elbise giyer, koyunun altına oturup sütünü sağar, misafirleriyle ilgilenir, onlara hizmet ve ikram ederdi.” (Hâkim, I, 129/205)

KULLUK VAZİFESİ

Hizmet, Cenâb-ı Hakk’ın kullarından taleb ettiği ictimâî bir kulluk vazifesidir. Yüce Rabb’imiz, gurur, kibir ve kendini beğenmeyi şiddetle yasakladığı gibi, bencil bir hayatı da istemiyor. İnsanların diğergâm olmasını arzu ediyor ve kullarına hizmet eden mü’minlere büyük mükâfatlar vaad ediyor. Nitekim Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlar:

“…Kul, kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah Teâlâ da o kulun yardımındadır... Amelinin kendisini geride bıraktığı kişiyi, nesebi öne geçiremez.” (Müslim, Zikr, 38; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

“Kimin Allah yolunda bir tek saçı ağarırsa, bu, kıyâmet günü onun için bir nûr olur.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 9/1635; Nesâî, Cihâd, 26)

“Sabah veya akşam Allah yolunda birazcık yürümek, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır…” (Buhârî, Cihâd, 6)

HEM DÜNYA HEM AHİRETTE KAZANÇLI ÇIKANLAR

Şu kesin bir hakîkattir ki; hizmet edilenden ziyâde hizmet eden kişi hem dünyada hem de âhirette daha kazançlı çıkmaktadır. Nitekim hikmet ehli:

“Hakîkî mes’ûd insanlar, başkalarına nasıl hizmet edeceğini bilen kişilerdir.” demişlerdir.

O hâlde bizim, kemâle erebilmek ve âhiret selâmetine nâil olabilmek için hizmet etmeye ihtiyacımız vardır. Bu sebeple hizmet ettiğimiz insanlara minnettâr olmamız gerekmektedir. Zira onlar, bizim Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmamıza vesîle olmaktadırlar.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.