Dünyada Rahat Arayanlar Ahiret Fukarası Olurlar
Ömürlerini ilâhî huzurda geçirmeye çalışan kulların edebi bir başkadır. Onlar farklı bir hissiyat içinde, sıradan insanların anlayamayacağı bir hayat sürerler.
“Bediüzzaman Said Nursî, 1924 senesi yaz başlangıcında Erek Dağı’na gitti ve orada Zernebad suyu yanında mümtaz talebeleriyle birlikte vaktini geçirmeye başladı. Yalnızca Cuma günleri namaz için şehre iniyordu.
Erek Dağı’nda çok az bir uyku dışında hiç boş durmuyordu. Ya okuyor, ya namaz kılıyor, ya da duâ ediyordu. Saatlerce dizüstü oturmasından ve geceleri de sabaha kadar namaz kılmasından dolayı, ayak parmakları yara olmuştu. O esnada yanında bulunan talebelerinden Molla Resul, Bediüzzaman’a şöyle demişti:
“Hepimiz Allah’tan korkuyoruz. Amma senin ödün patlıyor.... Sen de bizim gibi biraz rahat otursan, ayağın yara olmazdı.”
Bediüzzaman şu cevabı verir:
“Molla Resûl! Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem cennet dâvâ edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya.”[1]
ALLAH'IN İRADESİNE TESLİM OLAN KULLAR
XIX. asrın meşhur mutasavvıflarından Şeyh Muhammed Nûru’l-Arabî’nin, “beşerî irâde”yi, yâni cüz’î irâdeyi inkâr ettiği yolunda bir dedikodu yayılır. Bunu duyan Sultan Abdülmecid Han, Hazreti Pîr’in huzur derslerine çağrılmasını ve orada kendisine bu meselenin sorulmasını irâde buyurur. Ferman yerine getirilerek Şeyh huzur dersine dâvet edilir. Orada kendisine meselenin keyfiyeti suâl olunduğunda Hazret şöyle cevap verir:
“Ben umûmî mânâda irâde-i cüz’iyye yoktur deyip onu inkâr etmedim. Ancak bir kısım insanlar için onun âdeta yok hükmünde olduğunu söyledim. Çünkü evliyâullâhın büyükleri, dâimâ huzûr-i ilâhîde olduklarının idrâki içinde yaşadıkları için irâde-i cüz’iyyelerinde de tezâhür imkânı yok denilecek kadar azdır. Bu sebeple her hâlükârda kendi irâdelerine değil, mülkünde bulundukları Cenâb-ı Hakk’ın irâdesine tâbî olarak hareket ederler. Aksi hâlde, edebe mugâyir davranmış ve kusur işlemiş olurlar.
Meselâ bizler şimdi pâdişâhın huzûrundayız. “Gel” denilir geliriz; “git” denilir gideriz. İrâdemizi, bizi kuşatan pâdişâh irâdesine rağmen isteğimize göre kullanmamız mümkün değildir. Oysa bir de dışarıdaki gâfillere ve diğer mahlûkâta bakın; gâyet serbest ve irâdelerinde hürdürler.”
Aldığı cevaptan memnun kalan pâdişah, Şeyh Muhammed Nûru’l-Arabî’ye ihsan ve ikramda bulunmuştur.”
İşte Allâh’ın, her zaman ve mekânda hâzır ve nâzır olduğunun şuur ve idrâkiyle yaşayan ihsân ve murâkabe ehli has kullar da, kendi arzuları yerine, her hâlükârda ilâhî irâdeye râm olurlar...
[1] Burhan Bozgeyik, Çağa İz Bırakan Müslüman Önderler Bediuzzaman Said Nursi, s. 99-100.
Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları
YORUMLAR