Dünyada Ulaşılabilecek En Büyük Makam
Şehîd olmak, hakîkatte ölmek değil, bizim farkına varamadığımız bir hayat keyfiyeti içinde ebedî nîmetlere mazhar olmaktır. Bu bakımdan Allâh Teâlâ şehîd kulları hakkında “ölü” denilmemesini emretmektedir.
Şehâdet mertebesi, bir mü’minin bu dünyâda ulaşabileceği en son ve en ulvî makamdır. Cennetin en aşağı derecesi bile dünyânın tamâmından daha hayırlı olduğu hâlde şehîd, bu makâmın ulvîliği ve cennetteki mükâfâtının büyüklüğü sebebiyle dünyâya tekrar tekrar dönüp defâlarca şehîd olmayı ister.
ŞEHADET RÜTBESİ
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ فِى سَبِيلِ اللهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
“Eğer Allâh yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki Allâh’ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün her şeyden daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân, 157)
Sa’d bin Ebî Vakkâs -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize namaz kıldırırken bir kimse geldi. Safa girince:
«–Allâh’ım, bana sâlih kullarına verdiğinin en fazîletlisini ver!» diye duâ etti. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz namazı bitirince:
«–Az önce duâ eden kimdi?» diye sordu. O zât:
“–Bendim yâ Rasûlallâh!” dedi. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Öyleyse atın çökertilecek ve Allâh yolunda şehîd edileceksin.” buyurdu. (Hâkim, I, 325/748)
Peygamber Efendimiz, ashâbından bâzılarının şehâdetlerini önceden müjdelediği gibi, savaşa giderken hakkında Allâh’tan rahmet ve mağfiret dileyip duâ buyurduğu ashâbı da şehâdet rütbesine nâil olmuşlardır. Nitekim Âmir bin Ekvâ -radıyallâhu anh- da aynı şekilde duâ buyurmuş, kısa bir müddet sonra o, Hayber’de şehîd düşmüştür.[1]
Peygamber Efendimiz’in duâlarındaki mağfiret talebinin, şehîd olmak sûretinde tahakkuk etmesi, şehâdet mertebesinin ne kadar ulvî bir makâm olduğunun diğer bir delîlidir. Efendimiz’in duâsının bu şekilde netîcelendiğini gören ashâb-ı kirâm da bu duâları şehîdlik müjdesi olarak telâkkî etmişlerdir.
ALLAH YOLUNDA CİHAD
Ebû Katâde’den -radıyallâhu anh- rivâyet edildiğine göre, bir gün Peygamber Efendimiz ashâb arasında ayağa kalktı ve:
“Allâh yolunda cihâd ve Allâh’a îmân etmek, amellerin en fazîletlisidir.” diye hatırlattı. Bunun üzerine bir adam kalkıp:
“–Yâ Rasûlallâh! Şâyet Allâh yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma keffâret olur mu?” diye sordu.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona:
“–Evet, şâyet sen sabrederek, ecrini sâdece Allâh’tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allâh yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi.” buyurdu. (Müslim, İmâre, 117; Tirmizî, Cihâd, 33/1712)
Diğer bir rivâyette de:
“Şehîdin, kul hakkı dışındaki bütün günahlarını Allâh mağfiret eder.” buyrulmuştur. (Müslim, İmâre, 119)
Yine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün ashâbına şöyle buyurdu:
“Bu gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca çıkardılar, sonra da bir eve götürdüler. O ev, şimdiye kadar benzerini görmediğim güzellik ve kıymette idi. Sonra o iki kişi bana:
«–Bu eşsiz ev, şehîdler sarayıdır.» dedi.” (Buhârî, Cihâd, 4; Cenâiz, 93)
ŞEHADET MAKAMI
Peygamber Efendimiz, ashâbından şehîd olanlarla çok yakından alâkadâr olmuş, onlara husûsî bir ihtimam göstermiş, onların cennette olduklarını müjdelemiş, hem yakınlarını tesellî etmiş hem de sahâbe-i kirâmı şehâdet makâmına özendirmiştir.
Câbir -radıyallâhu anh- şöyle der:
“Babamın müsle[2] yapılmış cesedi getirilip Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in önüne konuldu. Yüzünü açmak üzere gittim. Fakat oradaki topluluk, üzülmeyeyim diye, bana mânî oldu. Bunun üzerine Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«–Melekler ara vermeksizin onu kanatlarıyla gölgelendiriyorlar.» buyurdu.” (Buhârî, Cenâiz 3, 35, Cihâd 20; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 129-130)
ŞEHİT OLMAK
Şehîd olmak, hakîkatte ölmek değil, bizim farkına varamadığımız bir hayat keyfiyeti içinde ebedî nîmetlere mazhar olmaktır. Bu bakımdan Allâh Teâlâ şehîd kulları hakkında “ölü” denilmemesini emretmektedir. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
وَلاَ تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فِى سَبِيلِ اللهِ اَمْوَاتٌ بَلْ اَحْيَاءٌ وَلَكِنْ لاَ تَشْعُرُونَ
“Allâh yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyiniz. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz anlamazsınız.” (el-Bakara, 154)
وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِى سَبِيلِ اللهِ اَمْوَاتًا بَلْ اَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ فَرِحِينَ بِمَا اَتَيهُمُ اللهُ مِنْ فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ اَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللهِ وَفَضْلٍ وَاَنَّ اللهَ لاَ يُضِيعُ اَجْرَ الْمُؤْمِنِينَ
“Allâh yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler! Allâh’ın lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde Rableri yanında rızıklara nâil olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allâh’tan olan bir nîmeti, bolluğu ve Allâh’ın, mü’minlerin ecrini zâyî etmeyeceğini müjdelerler.” (Âl-i İmrân, 169-171)
Âlemlerin Rabbi tarafından medhedilen şehîdlerin, insanlar tarafından da tâzîm ile yâd edileceğini Ziyâ Paşa şu beytiyle ne güzel ifâde etmiştir:
Nev-i insân Haşr’a dek tâzîm ederler âdına,;
Kim fedâ-yı nefs ederse cinsinin imdâdına…
“Kim insanların yardımına koşarak onların uğrunda nefsini fedâ ederse, bütün insanlık, kıyâmete dek o kimsenin adını saygıyla yâd eder.”
Kıyâmet günü şehîdler, vücutlarından henüz yeni yaralanmışçasına akan taze kan ve bu kanlardan etrâfa yayılan misk gibi güzel bir koku ile tanınırlar. İnsanlar onların fazîlet ve şereflerine şâhitlik ederler. Bu sebeple şehîdlerin mübârek kanı ve cenâzesi yıkanmaz.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hak Teâlâ’nın şehîdlik esnâsında kullarına gösterdiği kolaylığı şöyle ifâde buyurur:
“Sizden biriniz, karınca ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehîd olan kimse de ölümden ancak o kadar acı duyar.” (Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd, 26/1668; Nesâî, Cihâd, 35; İbn-i Mâce, Cihâd, 16)
Allâh Teâlâ, kullarını şehîdliğe teşvîk sadedinde şöyle buyurur:
فَلْيُقَاتِلْ فِى سَبِيلِ اللهِ الَّذِينَ يَشْرُونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا بِاْلاَخِرَةِ وَمَنْ يُقَاتِلْ فِى سَبِيلِ اللهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ اَجْرًا عَظِيمًا
“O hâlde (geçici) dünyâ hayâtını, (ebedî) âhiret hayâtı karşılığında satacak olanlar, Allâh yolunda savaşsınlar. Her kim Allâh yolunda savaşır da öldürülür veya gâlip gelirse, her iki durumda da Biz ona yarın pek büyük bir mükâfât vereceğiz.” (en-Nisâ, 74)
Bütün samîmiyeti ile şehîdliği arzulayan Fahr-i Kâinât Efendimiz, bu duygularını şöyle dile getirmiştir:
“Ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, hiçbir seriyyeden geri kalmaz, hepsine katılırdım. Allâh yolunda şehîd olmak, sonra diriltilmek tekrar şehîd olmak yine diriltilip tekrar şehîd olmak isterdim.” (Buhârî, Îman, 26; Müslim, İmâre, 103, 107)
[1] Müslim, Cihâd, 123, 132; Buhârî, Meğâzî, 138.
[2] Müsle: Öldürülen kimsenin burnunu, kulağını ve sâir uzuvlarını kesip gözlerini oymaktır. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanlara ve hattâ hayvanlara bile müsle yapılmasını kat’î bir sûrette nehyetmiştir. (Buhârî, Mezâlim 30, Zebâih 25; Ebû Dâvûd, Cihâd 110)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları
HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR? HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V) HAYATI
YORUMLAR