Dünyanın Kaotik Günleri ve Yeni Düzen Arayışları
İsrail-Filistin savaşının bölge üzerindeki etkileri ne olacak? Arap dünyası-ABD ilişkileri ne durumda? Yeni bir Dünya düzeni mi kuruluyor? Dünyanın kaotik günleri ve yeni düzen arayışları...
Dünya silahlanıyor hem de inanılmaz bir hızla. Avrupa’daki hemen her ülke askeri kapasitesini, üretimini artırıyor. Bir taraftan silahlanmada rekor üstüne rekor kırılırken Almanya, İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi zorunlu askerliği yeniden getirmeye hazırlanıyor. Savaş hemen kapıdaymışçasına sığınak çağrıları yapılıyor, halka su ve konserve stoklanması tavsiye ediliyor. NATO tatbikat üstüne tatbikat gerçekleştiriyor, Avrupa’daki üslerine yenilerini ekliyor.
-Avrupa’nın siyasi arenasındaki radikal değişimler bir başka endişe kaynağı. Aşırı sağın yükselişinin önüne geçilemiyor. Domino taşı etkisiyle neredeyse tüm Avrupa genelinde güçlenen aşırı sağın Avrupa’yı nereye sürükleyeceği öngörülemiyor.
Velhasıl Avrupa genelinde bir panik havası hâkim. O derece ki Sırbistan lideri Vucic; “Büyük savaşa aylar kaldı. 3-4 aya kadar büyük savaş çıkacak. 10-15 milyon insan ölebilir” uyarısında bulunuyor.
-Avrupa genelindeki endişeli bekleyişe mukabil tüm dünyada olduğu gibi Asya-Pasifik'te de soğuk savaş cepheleşmesi tam gaz devam ediyor. Batı dünyası Rusya’ya karşı hizalanırken, Rusya da Batı’ya karşı kendi bloğunu tahkim etme gayreti içerisinde. Çin, Kuzey Kore Vietnam ve İran ile olan ittifakına stratejik bir derinlik kazandırıyor Putin liderliğindeki Moskova yönetimi.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 20 yılı aşkın sürenin sonunda geçen ay ziyaret ettiği Kuzey Kore'de ülke lideri Kim Jong Un ile “Askeri Pakt” anlaşmasını imzaladı. Putin’in ABD’nin baş belası Kim Jong ile birlikte düzenledikleri toplantıda, üçüncü bir ülkenin kendilerine saldırması halinde NATO’nun mottosu yani “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” formülü ile hareket edeceklerini dünyaya ilan ettiler…
-Avrupa ve Asya-Pasifik gibi Ortadoğu da diken üstünde. Siyonistlerin Filistinlilere yönelik gerçekleştirdiği soykırımın ne zaman ve nasıl sonlanacağı belirsizliğini korurken savaşın bölgeselleşme ihtimali gündemdeki yerini koruyor. Yeni cephenin Lübnan olacağı kesin gibi duruyor. Ama bu cephenin Lübnan ile sınırlı kalmayacağı, İran ve diğer vekil aktörlerini de içine alacak şekilde genişleyebileceği öngörülüyor. Bu arada Doğu ile Batı arasında soğuk savaş günlerine geri dönülürken Ortadoğu ülkelerinin bu soğuk savaşta yönünü tayin etmede zorlandığı gözlemleniyor.
-Evet, bu ayki Dünya Gündemi sayfalarımızda doğusundan batısına dünyayı tehdit eden jeopolitik krizlerin nereye evrilebileceği meselesini yakın plana almak istiyoruz. Gazze’deki soykırım savaşı ile birlikte dünya düzeninin tabutuna son çivi çakıldı çakılmasına da yeni düzen arayışlarının sonuç verip vermeyeceğini, aşırı sağın yükselişi ile “hasta adam” muamelesi gören Avrupa Birliği’ni bekleyen sonu, Batı merkezli uluslararası siyasal, finansal ve hukuksal sistemine alternatif olarak gösterilen BRICS bloğunun şansının ne olduğunu, NATO ve Şangay gibi bloklar arasındaki rekabetin küresel jeopolitik üzerindeki muhtemel yansımalarının neler olabileceğini değerlendirmeye çalışacağız.
Soykırım Savaşının Bölge Üzerindeki Etkileri Ne Olacak?
Siyonistlerin Gazze’yi kan gölüne döndüren soykırım savaşının bölge üzerindeki muhtemel etkisinin ne olacağı sorusuyla başlayalım. Bu noktada gerek Batı gerekse Arap medyasında nelerin yazılıp çizildiğine göz atalım.
7 Ekim Aksa Tufanı sadece Filistin’i değil bölgedeki tüm dengeleri etkileyen, taşları yerinden oynatan ve bundan sonra da etkilemeye devam edecek bir eylem olarak tarihe geçti. Aksa Tufanı’nın son derece önemli bir dönüm noktası olacağı konusunda uluslararası analizlerde çok geniş bir konsensüs olduğunu da söylememiz gerekiyor. Siyonist yapının 7 Ekim sonrası başlattığı soykırım savaşında hem de ABD'nin sağladığı tüm askeri, ekonomik, istihbarat ve teknolojik desteğine rağmen ne askeri ne de stratejik hedeflerine ulaşamadığı bir gerçektir. Sekiz ayı geçkin bir süredir devam ettirdiği katliamlarına rağmen Filistin direnişini dize getiremediği gerçeğini uluslararası yorumcular kadar Hamas’ı ortadan kaldırmak hedefiyle katliam üzerine katliamlar yapan, Gazze’yi yerle bir eden, binlerce masum insanı vahşice katleden katiller ordusunun sözcüsü dahi itiraf ediyor.
İşgal ordusunun sözcüsü Daniel Hagari’nin büyük yankı uyandıran "Hamas bir fikirdir, siyasi partidir. İnsanların kalplerine kök salmıştır. Hamas'ı ortadan kaldırabileceğimizi düşünenler yanılıyor." şeklindeki itiraf niteliğindeki sözleriyle Netenyahu ve onun faşist kabinesinin Hamas’ı bitirme hedefinin sonuçsuz kaldığı artık netleşmiştir.
Hagari; “Hamas'ı yok etme fikri halkın gözüne kum atmaktır.” sözleriyle de bundan sonra da bunun imkansızlığına işaret ederek hem kendi başbakanına hem de Hamas’ı şeytanlaştıran bölgenin “Siyonist Arap” rejimlerine önemli bir mesaj iletmiştir.
“ABD Arap Dünyasını Kaybediyor”
-7 Ekim Aksa Tufanı’nın, Siyonist yapının gerçekleştirdiği soykırımın askeri ve siyasi finansörü ABD’nin bölgedeki etkinliği ve hegemonyası açısından da önemli sonuçları olacaktır kuşkusuz. Soykırımın ortağı olarak ABD stratejik anlamda bedel ödemeye başlamıştır. Bu bedelinin neler olacağına biraz daha yakından bakalım.
Uluslararası ilişkiler ve ekonomi alanındaki analizleriyle bilinen ABD merkezli Foreign Affairs dergisinin “ABD Arap Dünyasını Kaybediyor” başlıklı analizde bu bedelin neler olacağına ilişkin detaylara değinilmektedir. Analizde Arapların ABD’nin Ortadoğu’daki rolüne ilişkin artan şüpheciliğinin geri döndürülemez boyutlara taşınmak üzere olduğu uyarısında bulunuluyor. Ayrıca, 7 Ekim sonrası ABD’nin bölgedeki görünümüne ilişkin Arap Barometresi gibi anketlerden çıkan sonucun ABD’nin sadece Arap kamuoyunu değil aynı zamanda Washington’un kilit Arap müttefiklerinin koltuklarını kaybetme riskine de işaret ediliyor.
Derginin değerlendirmesinde, bazı analistlerin ve politikacıların Arap sokağını küçümsediği, halkların eğiliminin Amerikan dış politikasını pek ilgilendirmemesi gerektiği savunulduğu, “ABD’li politika yapıcıların Arap vatandaşlarının kalplerini ve zihinlerini kazanmak yerine güç sahipleriyle anlaşma yapmaya öncelik vermelidir” şeklinde bir yaklaşımında bulundukları hatırlatılıyor. Ancak bu yaklaşımın doğru olmadığı vurgulanıyor. Zira bölge ülkelerinin Arap Baharı travmasını hâlâ atlamadıkları uyarısında bulunuluyor.
-ABD'nin İsrail'e verdiği güvenlik desteği nedeniyle Arap kamuoyunun ABD’ye karşı cephe aldığı bunun da ABD’nin İran’ı çevreleme ve Çin’in Orta Doğu’da artan etkisine karşı koyma çabalarını da sekteye uğratabileceğine işaret ediliyor. Arap Barometresi anketinde Arap kamuoyunun ABD-Çin kıyaslamasında tercihlerini Çin’den yana kullanmasının nedeni Pekin’in Filistin konusundaki politik duruşundan kaynaklanmadığı, Arap sokağında ABD'ye karşı derin bir memnuniyetsizlikten kaynaklandığının altı çiziliyor.
“Dünyanın Jandarmasının Acınası Hali”
Middle East Monitor’dan Dr Muhammed Mukrim Belavi ise alaycı bir üslupla, kararlarını dikta eden, zaman zaman haydut devlet rollerindeki bir zamanların güçlü ülkesi, dünyanın jandarması Amerika'nın içinde bulunduğu mevcut durumu içler acısı olarak nitelendiriyor. Yakın zamana kadar rejimleri devirmek, ülkelerin stratejik planlarını değiştirmek için CIA başkanının o ülkeyi ziyaret etmesi yeterliyken bugün, CIA Direktörü William Burns'un Orta Doğu'yu defalarca ziyaret ettiği ve kuyruğunu bacaklarının arasına alarak Washington'a eli boş döndüğünü söylüyor. Middle East Monitor yazarlarından Mukrim Belavi ABD’nin yerlerde gezen hegemonik gücünü tanımlarken aynı durumun, haber getirip götüren çocuk haline gelen ve Filistinli örgütlerle ilgili bir konuyu bile değiştiremeyen ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken için de geçerli olduğunu yazıyor.
Batı’nın Çıkarlarına Amade Uluslararası Sistemin Çöküşü
-ABD ön plana çıksa da memnuniyetsizlik genel anlamda tüm Batı dünyasına yönelik aslında. Özellikle tarihin en büyük katliamını gerçekleştiren Siyonist yapıya karşı Batı dünyasının üstlendiği misyon Ukrayna-Rusya savaşı ile başlayan küresel bölünmeyi daha da derinleştirdi denebilir.
Jeopolitik krizlerde Batı dünyasının sergilediği çifte standart, insan hakları ihlallerini, hak-hukuk kavramlarını, terörle, teröristle mücadeleyi kendi çıkarı doğrultusunda yorumlamaları, ekonomik anlamda sömürgeci yaklaşımları gibi nedenlerden dolayı Batı'ya karşı zaten yoğun eleştiriler vardı. Bu eleştiriler, Batı’nın soykırımcı Siyonist yapıya karşı koruyucu misyonu nedeniyle çok daha belirginleşti. Batı’nın siyasi ve ekonomik çıkarlarına amade uluslararası sistemi çok daha sorgulanır hale getirdi. Bu bozuk sisteme alternatif yeni güç merkezi arayışlarını derinleştirdi.
Putin’in "Adil Bir Dünya Düzeni"nin kurulmasına adanacağını iddia ettiği BRICS böyle bir misyonu üstlenebilir mi? Batı’nın siyasi ve ekonomik hegemonyasına son veren yeni bir ekonomik sistemin startını verebilir mi?
“BRICS’in öncülüğünde daha adil bir düzen kurulabilir mi”
2009 yılında Rusya’nın öncülüğünde Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan ve Brezilya gibi dünyanın dört önemli gücünün öncelikle küresel ekonomide ve politikada daha çok söz sahibi olmak üzere bir araya gelerek kurdukları bir uluslararası iş birliği yapılanması olan BRICS son yıllarda çok daha konuşulur hale geldi.
2009’da kurulduğunda birliğe dört ülkenin İngilizce adının ilk harfinden yola çıkılarak BRIC deniyordu. 2011'de Güney Afrika'nın da katılmasıyla grubun adı "BRICS" oldu. 2024’un başında Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin birliğe katılımıyla yeni bir jeopolitik ve ekonomik gücün ortaya çıktığı ileri sürüldü. BRICS, 2024'te gerçekleşen genişlemeyle beraber dünya nüfusunun yüzde 46'sını, dünya ekonomisinin de yüzde 31'ini temsil ediyor. BRICS ülkeleri aynı zamanda dünyada ham petrolün yüzde 44'ünü üretiyor. Türkiye’nin adı da BRICS'e katılmayı planlayan ülkeler arasında zikrediliyor. Sayıları 30’u bulan ülkenin daha BRICS üyeliğine talip olduğu iddia ediliyor.
“BRICS’in öncülüğünde daha adil bir düzen kurabilir mi” sorumuza dönecek olursak… Öncelikle BRICS Batı’nın ekonomik ve siyasi hegemonyasının aşmaya yönelik kurulmuş bir birliktelik olarak tanımlanıyor. Sahip olduğu ekonomik potansiyeline rağmen kendi üyeleri arasında dahi ciddi bir çıkar çatışması ve rekabetin yaşandığı birliğin uluslararası sistemde bir etki üretmesinin henüz erken olduğu vurgulanıyor. BRİCS üyelerinden Batı ile ciddi sorunları olan Çin ve Rusya’ya mukabil birliğin kurucu üyelerinden olan Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika’nın Batı dünyası ile benzer bir ayrışma içinde olmadığına dikkat çekiliyor. Dolayısıyla BRICS’e “adil bir düzeni” tesis edebileceği gibi bir anlam yüklemek çok da gerçekçi olmayan, haddinden fazla iyimser bir beklenti olarak görülüyor.
BRICS ve G7 gibi bloklar üzerinden Doğu ile Batı arasında yaşananları daha adil bir dünya tesis etme arayışından çok bir hegemonya savaşı olarak görmek mümkün aslında. Taraflar bu hedef doğrultusunda müttefiklerini çoğaltılma yarışı yapıyorlar denebilir.
Tabii bir başka realitenin altını çizmemiz gerekiyor. O da ABD öncülüğündeki Batı hegemonyasına karşı, denge siyaseti ya da çıkarlar gereği gibi birçok farklı sebeplerden dolayı küresel düzlemde BRICS’e daha olumlu bir bakış olduğunu söylemek mümkün. Zira mevcut siyasi ve ekonomik sistemden şikâyetçi birçok ülke ciddi bir arayış içinde. Hatta bu noktada Batı dünyası içinde dahi önemli ayrışmalar yaşanıyor. Avrupa, başta güvenliği olmak üzere ABD’ye olan bağımlılığını azaltmanın gayreti içinde. Yani müttefikleri nezdinde de önemli bir güven kaybı yaşıyor ABD. Bu da çok kutuplu dünya düzeni kurulması gerektiği yönündeki arayışları ivmelendiriyor.
Belki bu noktada son söz olarak şu söylenebilir ki bir başka emperyalist devlet ya da devletler eliyle kurulacak yeni bir düzenin eskisini aratmayacağından emin olmak oldukça güç.
Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 461
YORUMLAR